Temiz siyasetçi, Türkiye sevdalısı, davâ adamı ve gönül kahramanı, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, 25 Mart 2009’da Kahramanmaraş’ın Keş Dağı’nda Kanlıçukur mevkiinde helikopterin düş(ürül)mesi sonucu beş vatan evladıyla birlikte kalleşçe şehit edildi.
Helikopterin sinyalizasyon sisteminin çalışmaması, enkaza iki gün sonra köylüler tarafından ulaşılması, telefonda konuşup yardım isteyen Gazeteci İsmail Güneş’in çığlığına kayıtsız kalınması, 48 saat boyunca süren arama çalışmalarının enkazdan 115 kilometre uzakta olması, saatlerce telefonda konuşan İsmail Güneş’in çenesi kırık halde enkazdan 500 metre uzakta ölü bulunması, olay günü “NATO’ya ait AWACS keşif uçağının Batman Havaalanı’na inemediği, pisti 15 kez pas geçtiği ve ardından gözden kaybolduğu” haberi çok manidar ve düşündürücüdür.
Muhsin Başkan’ın helikoptere binerken yanında olan “siyah çantası, sim kartı ve silahı”nın aradan geçen bunca zamana rağmen bir türlü ortaya çıkmaması, “Muhsin Yazıcıoğlu’nun sağ olarak bulunduğu ancak ayağının kırık olduğu ve hastaneye götürüldüğü” bilgisini veren istihbaratçı emniyet müdürünün 15 Temmuz sonrası tutuklanması, helikopter enkazından kayıt cihazlarının bazı askerler tarafından sökülüp yok edilmesi, Muhsin Yazıcıoğlu suikastını karartan bu kişilerin 15 Temmuz’daki darbe girişiminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a suikast girişimine dahil olması, helikopterin düşmesinden 5 gün sonra 30 Mart 2009’da FETÖ’nün elebaşı Fetullah Gülen’in, örgüte ait internet sitesinde “Aldanırsanız böyle kurban gidersiniz. Bir perşembe akşamı vefat edersiniz, bir cuma günü cenazenize ulaşırlar.” şeklinde konuşması, olayın kaza olmadığını göstermektedir.
Karlı ve dumanlı “Keş Dağı”nda “kalleş” bir suikaste kurban giden Muhsin Başkan’ın ABD, İngiltere ve İsrail gibi uluslararası emperyalist güçlerle onların “zındıka komiteleri” (FETÖ vs.) tarafından şehit edildiği birçok önemli kişi tarafından onlarca bilgi ve belgeyle iddia edildiği hâlde olayın üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen mahkemenin sonuçlanmaması, kaza iddiaları kahredicidir.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu “hilâl (Allah, İslâm)” ile “gül (Muhammed)”e âşık bir Müslüman’dı. Onun kutsal dâvası (mefkûresi, ülküsü) vardı. Türk-İslâm birliğine bağlı “nizam-ı âlem ülküsü” için mücadele eden bir alperen idi o. Bunun için “büyük birlik” diyordu. O, İslâm ahlâkına sahip faziletli bir gönül adamıydı. Merhametli, yardımsever, hoşgörülü, alçakgönüllü, adaletli, vefalı, dürüst, zarif ve muhsin bir Müslüman idi.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu; ilkeli, cesur, mert, dik duruşlu, temiz bir siyaset adamı idi. Memleketimizin yakın tarihinde en kritik zamanlarda “dik duruşu”nu hiç bozmadı. Bu mütevekkil, şuurlu ve asil duruşunu “Bir saniyesine bile hâkim olamadığımız, hükmedemediğimiz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.” sözleriyle dile getirdi. “Namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam!” dedi. Kanlı darbe senaryolarını bozdu. Başbakan yardımcılığı, bakanlık gibi kendisine teklif edilen dünya makamlarını elinin tersi ile itti. “Allah, bize niye iktidar olmadın, diye sormayacak.” dedi. İdeallerinden taviz vermedi; eğilmedi, bükülmedi. Gönüllerde taht kurdu ama büyük sermayesi ve medyası olmadığı için yalnız bırakıldı. Sevildi ama siyasette kıymeti bilinmedi.
Allah, din, vatan, millet, Türk-İslam âlemi ve hakikat yolunda çok samimi bir ülkü adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu, büyük bir çilekeş idi. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında beş buçuk yılı hücrede olmak üzere yedi buçuk yıl “yılanlı kuyu”da yani “mahpus damları”nda Mamak Cezaevi’nde haksız ve suçsuz yere çile ve işkence gördü. Sonra beraat etti. Cezaevi, onun için “Medrese-i Yusufiye” oldu. Orada okudu, düşündü, yazdı, sorguladı, daha da olgunlaştı. Vatana, millete, devlete, dâvâsına küsmedi. “Hak bellediği yolda” yılmadan mücadelesine, hukuk içinde devam etti. Milletvekili oldu, ülkenin çok kritik süreçlerinde Hak ve halktan yana cesur ve namuslu bir duruş sergiledi.
Muhsin Başkan, Türkiye sevdalısıydı. O, “mâsum Anadolu’nun sâf çocuğu Sakarya” idi. Bu milletin yiğit delikanlısıydı. Yerli ve millî idi; Allah, vatan, millet, bayrak âşığı idi. O, Ahmed Yesevî’den, Yunus Emre’den, Alparslan’dan, Fatih’ten, Âkif’ten, Necip Fazıl’dan, Arif Nihat Asya’dan bir ses ve nefes idi çağımızda. Çok sevdiği Mehmet Âkif’in İstiklal Marşımızı yazdığı Taceddin Dergahı’na komşu oldu o.
Gül yürekli, güzel adam Muhsin Yazıcıoğlu’nun pek bilinmeyen yönlerinden biri de onun iyi bir “şair” olmasıdır. Hapishane yıllarında yazdığı ve daha sonra kendi sesi ile yorumladığı “Üşüyorum” isimli şiiri; ne kadar içten, ne kadar dokunaklı, ne kadar da anlamlıdır. O, karlı dağlara düşen bir beyaz gül gibi orada üşüyüp donarken bizlerin yüreğine ateş düşmüştü. Onun yıllar önce yazdığı “Üşüyorum” şiiri, bu hâle ne kadar da uygun düşmüştü:
“… Zikre dalmış her şey… / Güne gülümserken papatyalar, / Dualar gibi yükselir ümitlerim. / Güneşle kol kola kırlarda koşarak / Siz peygamber çiçekleri toplarken / Ben çeşme başında uzanmak istiyorum.
Huzur dolu içimde/ Ben sonsuzluğu düşünüyorum/ Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum. / Durun kapanmayın pencerelerim /Güneşi kapatmayın / Beton çok soğuk, üşüyorum.”
Karlı dağlara düşürülen gül yüzlü Muhsin Yazıcıoğlu’nu çok özlüyoruz. Çünkü şairin ifade ettiği gibi “Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti. / İyi insanlar iyi atlara binip gitti.” Çok değerli Eğitimci Mustafa Bal, rahmetli için yazdığı “Üşüyor musun?” isimli şiirinde şöyle diyor: “Seni seviyoruz. / Nefesini duymak isterken özlüyoruz. / Dualarımız hep seninle. / Allah sabır versin sevenlerine. / Dökülsün varsa günahların bir bir. / Tertemiz yüreğinle Rabbimin cennetine gir.”
Vefat ederken karlı dağların başında iki gün nöbet tuttuğu, kar meleklerinin şehadetine şahit olduğu Muhsin Başkan’a milyonlarca insan gözyaşı döktü. Çünkü o, “her evin ölüsü” denebilecek kadar sevilen bir millet adamıydı. Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’na Allah’tan rahmet, BBP camiasına, ailesine, tüm sevenlerine sabırlar niyaz ediyorum.
Bütün faili meçhullerin çözülüp katillerinin ortaya çıkarılacağı ve suçlulardan hesap sorulacağı büyük ve adil Türkiye özlem ve dileğiyle…
Ruhuna Fatiha…