Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Kelimeler ve Kurmaca

Sineğin vızıldayıp duruşu ile okuduğu romanların kahramanları onu yeni bir bünyeye taşır, böylelikle kurmacanın içine fırlatıldığını hissederdi. Maria Magdelena’nın İsa’ya yakıştırılması onun arınmış, temizlenmiş olmasına bağlıdır. Yasa budur çünkü.

EKLENDİ

:

Büyük bir sinekti dedi içinden sonra arkadaşının söylediği bir sözü hatırladı. İhmal edilmiş çocuk ya hiç konuşamaz ya da istek ve ihtiyaçlarını yeterli düzeyde söze dökemez, bunun yerine jestler ve hareketlerle huysuzluk yaparak ve duygusal patlamalarla ifade etmeye çalışır duygularını.

Adam bütün aksiliklerin kendisini takip ettiğini düşündüğü gibi başının üzerinde vızıldayan sineğin de aynı azimle ve huysuzlukla takip ettiğini gördü. İhmal edilmiş olmak büyük bir kaostur dedi ve eline aldığı bir çubukla toprağa bir kozmos dairesi çizdi. Bu daireye kırmızı çizgilerle çitler ördü. İçine girdiğinde çocuğu da aldı. Sonra vızıldayıp duran sineğe kendince bir şeyler mırıldandı. Aniden elini kaldırıp büyük bir darbeyle sineği yere serebilirim diye geçirdi içinden. Ama sineğin serilişinin kaos mu, kozmos mu olacağını kestiremediği için vazgeçti. Yağmur yağsaydı sineği kovacak bir yardımcı bulmuş olacaktı.

Bir sabah uyandığında sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş Josef K.’nın absürt durumunu anlatan da O.

Gregor Samsa’yı bir sabah dev bir böceğe dönüşmüş bulmasını anlatan da O.

Tutunamayan hayvanın yokuş çıkışındaki beceriksizliği ve güçsüzlüğü, inişlerde tökezleyip düşüşünü hatırlatınca Oğuz Atay, sinekle empati kurmaya karar verdi. Slanger’in hikâyelerinin başlangıcındaki yavaşlığı sinekle konuşurken kullanmayı düşündü.

Gogol’un verdiği paltonun Akakiyeviç’in sırtında ne denli oturaklı durduğunu anımsadı.   Gogol’un paltosu yurdumuzdur demişti dairede çalışan memurlar. Oblomov batı dillerinde benimsenmese de doğulular kendini Gonçarov’da tanır ve yüzünde gülüşler belirir.

Sineğin vızıldayıp duruşu ile okuduğu romanların kahramanları onu yeni bir bünyeye taşır, böylelikle kurmacanın içine fırlatıldığını hissederdi. Maria Magdelena’nın İsa’ya yakıştırılması onun arınmış, temizlenmiş olmasına bağlıdır. Yasa budur çünkü.

Sineğin zihninde bir sandalye kurup oturduğunu ve kendisi ile vızıldama diliyle konuştuğunu vehmetti.

Sonra kendini bir hayvan terbiyecisi olarak tahayyül etti. Hayvan terbiyecilerinin bu sinekle ne kadar uğraşsalar da sineğin beceriksizliği sebebiyle hiçbir hüner sergileyemediklerini görünce vazgeçtiklerini duymuştu. Bir müddet sonra aynı sinek Gospodınov’un romanı üzerinde gezinmeye başladı. Bu romanda Bay Ganü’ye omuzlarındaki köylü yağmurluğunu çıkarması için yardım etti. Üzerine bir Belçika mantosu aldı ve herkese artık Bay Ganü’nün tam bir Avrupalı olduğunu söyledi. Böylelikle bizim yazar sinekle konuşmasını büyük bir incelikle sürdürdü. Dişleri henüz tam olgunlaşmayan sineğin konuşmakta bu denli zorluk çekmesi üzerine onun söylemek istediklerini meşhur bir tenoru andıracak şekilde söylemeye başladı.

Karanlığın içerisinden koyu bir kahkahayla vızıldayan sineğimiz, Bierce’den fantastik fabl dünyası kurmasını istedi Jean La Fontaine’den gizleyerek. Kanatlarını yüz bin defa titreştirerek ölülerin beslediği toprağa Bierce’nin kalemi ile ‘ Yazar ve Hayvanlar ‘adlı şu hikâyeyi yazdı.

 

Düşsel hayvan öyküleri yazan ünlü ve bilge bir yazar yazınsal malzeme toplamak amacıyla bir gezici hayvanat bahçesine uğramıştı. Onu gören fil şöyle dedi: “Ününü hak etmiş usta bir mizahçının, dünyanın en değerli varlıkları olan uzun burunluları alaya alarak öteki yapıtlarına gölge düşürmesi ne hazin!” Kanguru şöyle dedi: “Bu yüce adamın yeryüzündeki tuhaflıkları, özellikle de hortumlu yaratıkları iğnelemesine bayılıyorum. Ama ne yazık ki, bizim gibi keselilere de saygısı yok. Yavrularımızı karnımızda gezdirmemize gülüyorsunuz.” Deve şöyle dedi: “Kutsal hörgüce saygı gösterseydi onun kusursuz olduğunu düşünebilirdim. Ama şimdiki durumda, yazdıklarını ailemin okumasına izin vermiyorum.’’ Yazarın yaklaştığını gören devekuşu ise, kafasını samanlara sokup mırıldandı. Eğer saklanmazsam beni görüp kafamla ya da hurda demir yutma alışkanlığımla ilgili uygunsuz şeyler yazmaya kalkabilir. Çılgınlıkların ve açgözlülüklerin eleştirisini yaparken sergilediği yetenek olağanüstü. Ne var ki, kantarın topuzunu kaçırıp çizmeyi aşınca sıkıcı ve çekilmez biri oluyor.” Şu adamı görüyor musun dedi Akbaba eşine: “Kendisi ‘Devekuşu ve Çivi Kutusu’ adlı harika öykünün unutulmaz yazarıdır. Ama ne yazık ki leş yiyerek beslenmeyi acımasızca alaya alan ‘Akbaba’nın Ziyafeti’ adlı saçma sapan öykü de onun. Leşle beslenmek, sağlığın temelidir aslında. Bir düşünsene… Eğer bütün canlılar yalnızca ceset yeseydi, yeryüzünde ölüm diye bir şey kalmazdı.” O sırada bir görevlinin geldiğini gören ünlü ve bilge yazar, çadırdan sıvışıp kalabalığa karıştı. Bileti olmadan içeri girdiği, sonradan anlaşıldı.

Adam sineği yukarda anlatılan fablın içine hapsetti. M. Foucault da insanı deniz kumsalına figür olarak yazdı ‘Kelimeler ve Şeyler’de bir dalga gelip hepsini süpürene kadar.

Denizden bir dalga gelir ve hepsini büyük bir iştahla yutar.

 

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar