Çocuk, bir gün evdeki büyüklerinden birine soruyor; bayram ne demek?
O anda başka işi olmayan ve onu adam yerine koyan büyüğü; genelde büyüklerin hep işi olur ya; ona bayramı anlayabileceği şekilde, kendi dilinden anlatmaya başladı. Büyüğü ona “Git başımdan!” demeyip sabırla anlattı. Çocuk da, ciddiyetle büyüğünün karşısında oturmuş, onu heyecanla, sonuna kadar dinledi. Buna çok şaşırdı, bu kadar çabuk cevap alabileceğini düşünmemişti. Aynı zamanda çok sevindi.
Bayram sevinçtir, sonuçtur, mutluluktur. Öncesinde bir şeyler yapmış olmalıyız ki bayramı hak etmiş olalım. Günün sonunda, haftanın, ayın ve yılın sonunda yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın sonucudur, bayram. Biriktirip veremediklerimizin yaşanmışlığı değildir bayram. Bayram herkesin maddi olarak bir olduğu gündür.
Senin anlayacağın, evladım, sana bayramlık alırken, birkaç takım daha aldık; “Aynı şeyden neden bir sürü aldınız?” diye sormuştun, “Başka çocukların da bayramlıkları olsun” demiştik. İşte bu bayram, hiçbir çocuk mahzun kalmasın istedik.
“Anladım” dedi çocuk. Anlatırsan çocuk da anlar hali hal dilinden…
Büyüklerse, Ramazan’da oruç tuttular; teravih namazına gittiler. Son on günde Kadir Gecesi için hatimler yapıldı. Manevi duygular sonuna kadar huzurla yaşandı. Tüm bu güzellikler bitti diye mi yaşanmalıydı, bayram?
Bir yoksulu, bir çocuğu sevindirmişsek, bir ihtiyacı gidermişsek, asıl bayram odur.
Çocuksundur. Bir sabah kalkarsın, evde bir telaş, bir telaş! Bilir bilmez katılırsın bu telaşa, ister istemez. Çünkü o evde sen de yaşıyorsundur. O zamanlar, küçük bir insancıksındır. Bilmediğini düşünerek; durmadan seni yönlendirirler “Şunu yap, bunu yapma, oraya gitme, buraya gel!” diye. Her ne kadar birey olsan da küçük ve savunmasız olduğun için komutlara uymak zorundasındır.
İşte böyle telaşlı bir gün, bayram öncesiymiş; evdeki kadınlar tatlılara, temizlik işlerine kendilerini öylesine kaptırmışlar ki kimse birbirini görmüyor ve duymuyor. Çocuk izin isteyip, dışarı çıkıyor, oyun oynamaya. Dışarıda yaşıtlarıyla oyuna, kendilerini öylesine kaptırmışlar ki, ne zaman geleceği belli olmayan kaza, o an geliveriyor ve düşüp kolu kırılıyor. Acısından bas bas bağırıyor, ağlıyor, fakat onu ailesinden duyan olmuyor. Korkusundan, görünmez olup bir yerlerde, o ağrıyla uykuya dalıyor. Yüzü acıdan hafif ekşimsi; kâbus gibi rüya görüyor olmalı. Koşmak istiyor, kaçmak ve bağırmak istiyor sesini duyuramıyor. Terden sırılsıklam oluyor fakat bir türlü uyanamıyor. Uykuda ama baygın, saatlerce orada öylece kalıyor.
Günün sonuna doğru çocuk ayılıp kendine geliyor ama ağrı ve acıdan ayağa kalkamıyor. Hastane, kırık kol ve alçı… Ruhunda, bayrama dair kalanlarla hayatına kaldığı yerden devam ediyor. O haliyle kendi ölçütlerinde ağrısını unutmak adına hayal kurabilmek ve gerçekleştirmek istiyor; sessiz, sakin ve uyanık…
Bayram sabahına uyanmak ancak yılda iki kere olur.
Bu bayram kolu kırık çocuk ve diğer arkadaşları, bayram diye komşuların tek tek bayramını kutlamaya çıkıyorlar. Kimi şeker veriyor kimi para. Ağır geliyor eski tabirle bozuk paralar kırık kola. İlk defa istemiyor bu sefer de para vermelerini. Bir cebi bile yok, bayramlığının; oysa komşu teyze dikmişti, elbisesini. Neden bayramlık elbisenin cebi yoktu. Neden düşünmemişti bir cep olması gerektiğini. Şu büyükleri de hiç anlamıyordu…
Çocuk, büyüdü hali vakti yerinde bir yetişkin oldu. Her bayram çocuklara özellikle cepli elbiseler aldı, tüm çocuklar bu zevkten mahrum kalmasınlar diye. Bile isteye…
Kime ve neye göre bayram olursa olsun, çocuklar ve özellikle içimizdeki çocuk hep var olsun ve diri kalsın. Çünkü o bizim vicdan, merhamet gibi insani duygularımızı her daim ayakta tutandır.