– “Neden?” dedi kır çiçeği. “Bu, altında yaşadığımız güneş bize yetmiyor mu? Hem dallarım sağa sola uzarsa ne olur ki sanki? Üstelik bahçıvanın makası beni çok korkutuyor, acı vermez mi o?
– “Yoo, hiç de bile” dedi saksı çiçeği. “Bir kere sen güneşin ışığının hep yeteceğini sanıyorsan aldanıyorsun. Onun ışığı bizi her zaman aydınlatamaz. Bize hep aydınlık verecek olan bahçıvanın lambasına ihtiyacımız açık değil mi? Bir de bahçıvanın makasından o kadar korkmamak gerek. Bak bana, ne kadar da düzgün ve şekilliyim. İşte buna zarafet denir. Bahçıvan ve makası olmasaydı bu kadar düzgün ve zarif olabilir miydim? Beni, senin şu an bir çalı çırpıdan farksız olan görüntünden kurtaran onun makası oldu. Biraz acı verse ne olur sanki, değmez mi bu güzelliğe? Çiçek dediğin, benim gibi saksıda, eğri büğrülüğü düzeltilmiş, işte böylece şekilli ve göz alıcı olmalı. Kırda çiçek mi olurmuş! Siz kır çiçekleri, kırı bile çirkinleştiriyorsunuz.”
Kır çiçeği boynunu büktü. Zaten güneş de ufukta kaybolmak üzereydi. Uzaktan da bahçıvanın makasının sesi geliyordu. Bahçıvan gelmeden kır çiçeği solmuştu bile.