Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

Kırkı Çıkmamış Kırıklıklar

Kendimi tanımıyorum ki, sorulanı tanımlayabileyim.

EKLENDİ

:

 

Bazan “Melamet nedir?” diye soruyorlar. Kendimi tanımıyorum ki, sorulanı tanımlayabileyim. Kendimi o kadar tanımıyorum ki, kimi vakitler sokağa çıktığımda, pürtelaş eve döndüğüm oluyor. Neden mi? Kendimi evde unuttuğum hissi galip geliyor da ondan. Dip köşe bir arayışa giriyorum evde. Bırakın eşyaların altına üstüne bakmayı, gölgelerinin bile kaldırıp altına bakıyorum. Bazan da sorulan bir soruya refleksif bir gafletle, “Ben” diye cevap verdiğim oluyor. Ben ha! Cehaletin hangi mertebesindeyim, bilemiyorum.

Bir gün nefsime, “Gel sana cehaletin ne olduğundan bahsedeyim” dediğimde, “Ben cehalet alimiyim, bana neyi öğreteceksin ki?” dedi. “Peki, sana ilimden söz açayım” dedim; “Ne biliyorsun ki!” dedi. Nefsimin bu kibrini hiç unutmadım.

Son zamanlarda birlikte yatıp kalktığımız, birlikte yürüdüğümüz hatta birlikte uyuyup, birlikte rüya gördüğümüz bir soruyla çalkalanıp duruyorum: Bilen, bilineni idrak ederek bilir tamam da, bilinen bileni idrak eder mi peki?

Bu bir melamet sorusudur işte. Gel de çık işin içinden haydi. Haydi, baba de Hz. İbrahim’e ve “Senin sorularına benziyor muyum?” diye sor; tabii cesaretin varsa.

Bildiğim ne varsa, bilemediklerime hapsedip üstüne kilit vuruyorum. Bilemediklerimi de alıp Babam İbrahim’in kapısına dayanıyorum. “Babam!” diyorum, giderek azalıyorum. Mahviyetimi kuşanarak geldim. Bu hiçliğe, bu yokluğa, bu ‘serazat cehlime’ merhametin nedir? O kadar yokum ki, ne mekân kaydım var, ne varlık iddiam. O mübarek nazarından bir nazar eyleyiver de senin ateşini serinleten emir, bu mahviyete de merhametiyle tenezzül buyursun.

 

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar