Tarih
Kıssadan Hisse
EKLENDİ
-:
Yazar:
Halit Özdemir
Ebu Müslim Horasani’ye sormuşlar:
– Emeviler niçin yıkıldı?
Ebu Müslim Horasani cevap vermiş:
– Onlar sulh ve selamet günlerinde dostlarının dostluklarından emin oldukları için dostlarından uzak durdular, onları gücendirdiler. Düşmanlarının dostluğunu kazanmak için onları kendilerine yakın tuttular. Dar gün gelip çattığında, muharebe meydanında gördüler ki, sonradan dost edindikleri eski düşmanları yanlarında yoktu. Gücendirdikleri eski dostlarını aradılar onlar da meydanda görünmüyordu. Yapayalnız kaldıklarını anladılar ama iş işten geçmişti. Yıkılmaları mukadder oldu.
Dervişe sormuşlar:
– Siz kanatlanıp uçarmışsınız. Nasıl uçuyorsunuz?
Derviş cevap vermiş:
– Aslında biz uçmayız ama müritlerimiz bizi uçururlar.
Günümüzde siyaset arenasında da seçilmişleri etrafındakilerin uçurduğuna çokça şahit oluyoruz. Buraya kadar her şey normal kabul edilebilir. Normal olmayan, uçurulanların gerçekten uçtuklarına inanmalarıdır. Felaket orada başlıyor zaten. Çünkü ikinci defa deneme şansları olmuyor.
Benlik duygusunu tevazu kalkanı ile kontrol edememiş, gönül kırmış, gönül yıkmış ve hatta haşa küçük dağları kendinin yarattığı vehmine kapılmış mirasyedi evlat gibi hareket eden siyaset adamlarının verilen sürenin sonunda yapayalnız kalmaları elbette ki mukadderdir. Ama asıl mesele bu değil. Asıl mesele, kendi yol arkadaşlarının ve onlara destek sağlayan kitlelerin davasına ihanet etmeleridir. İdealleri akamete uğratmalarıdır. Bu ideallerin adına ne derseniz deyiniz: İla-yı Kelimetullah, Kızıl Elma, Yeniden Büyük Türkiye, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, Türkiye Yüzyılı…
Yunus ne güzel söylemiş:
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
…
Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir
Gönüller yapmağa geldim
Daha açık ifade etmek gerekirse siyasi partilerin taşra teşkilatlarında adalet, ehliyet, liyakat, güven, kardeşlik, idealistlik, davaya sadakat, lidere bağlılık kavramları sadece vitrin süslemelerinde boy göstermektedir.
Kuzey Afrika’yı bir baştan bir başa fetheden Ukbe Bin Nafi’nin atını Atlas Okyanusu’na sürüp ellerini açarak yakarışı aklımıza geliyor:
– Ya Rabbi önümde karalar tükenip şu derya karşıma çıkmasaydı, senin yüce adını daha uzaklara götürecektim.
İşte bunun adı “rızaen lillah’tır.” Devlet kurucusu Osman Gazi’nin, oğlu Orhan Bey’e söylediği son sözleri de aynı şeyi ifade etmiyor mu?
– Oğlum Orhan, bizim gayemiz kuru bir kavga ve cihangirlik davası değildir. Gayemiz İla-yı kelimetullah’tır.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” haykırışı milletin yaşadığı sıkıntılar, ümmetin birliği, mazlum milletlerin beklentileri, iğtinam peşinde koşanlar için fazla bir şey ifade etmiyor. Aslında onlar tabuta omuz vermiyor ama parmak uçları ile dokunup taşıyormuş gibi görüntü vermeyi de ihmal etmiyorlar.
Ne diyelim! Allah ıslah eylesin…