Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Kitapların Dünyası

EKLENDİ

:

 

İlâhî Kitap’lar dışındaki bütün kitaplar kurgudur; çünkü âlemi, içindekileri (= olup-bitenleri) tümüyle kavrayamazlar.

Sadece El-İlâh = Allah, âlemi “tümüyle kavradığı” için, sadece O’nun Kitâb’ı (Kur’ân) kurgu değil, hakikattir.

İlâhî Kitap’lar dışındaki kitaplar, okunurken bu “ön = a priori bilgi” ile okunmalıdır.

Son okuduğum kitaplardan biri de Şûle Gürbüz’in son romanı Kıyamet Emeklisi.

Yazar, tam bir dil (ve edebiyat) ustası; neredeyse Dostoyevski ve Tolstoy çapında bir yazar; dünya edebiyatına hâkim; Kazancakis tarzında yazmış son romanını. Kitabın sonlarına doğru bunu fark ettim. Daha önce İhsan Oktay Anar’ın kitaplarını okumuştum; o (Anar) da felsefeci, Gürbüz de. Felsefe, romana ayrı bir lezzet katıyor; hele felsefe, bir romanda dinle de irtibatlı gidiyorsa tadından yenmiyor.

Ancak, bu roman, dinî bir metin tadı varmış gibi görünse de gerçekte o tadı vermiyor. Çünkü romanlar “eğlence için” yazılırlar; bu hep böyle olmuştur. Bu roman da böyle, ama sürükleyici.

Neden?

Romanı okurken Aziz’in yerine kendimi koydum. Aziz’in arayışı (hayatı) benim arayışım/hayatımdı sanki.

Aziz’i, Kazancakis’in ‘Allah’ın Garibin’deki İsâ’ya benzettim; İsâ’nın Türkiye (İslâm) versiyonuna. İsâ, “bulmuştu!”; Aziz, “bulamamış biri!” İsâ’nın aradığı ne içerde ne dışardaydı; Aziz, içerde (ve dışarda) aradı, ama bulamadı.

Buldu mu?

Ben bulduğuna dair kitapta bir izlenim edinemedim; sadece “bulmuş gibi!” hissettim.

Bulan, hayattan kaçmaz; bulduğunu, hayatla/hayatıyla buluşturur; Aziz kaçtı, hayattan koptu.

Böyle olmayınca, yazılanlar bir “dil oyununa” dönüşüyor. (Wittgenstein)

Kitabın felsefî kurgusu, post-modern zemine oturuyor, aranan “şey”, insanın içinde aranıyor; bu açıdan kitap hümanist, insan-merkezli. Dine (hakikate) özünden değil, ‘kıyısından-köşesinden’, sosyo-kültürel açıdan değiniyor. ‘Kıyısından-köşesinden’ dediğime bakmayın, bir başka okur, kitabı dinî bir metin gibi de okuyabilir; çünkü kitapta neredeyse her türlü tarikat = dinî anlayış ve Aziz’in bunlarla teması/ilişkisi var. En çok etkilendiği tarikat da, Hilmi Baba’nın tarikatı, (= dinî) anlayışı…

Kitap, konuşmanın ve yazmanın “karar ve tesir için” çok fazla etkisinin olmadığını da (zımnen) söylüyor. Aziz de Aziz’in babası da kitap boyunca çok fazla konuşmuyorlar ama hem Aziz hem Aziz’in çocukları (Âdil ve Alev) onların “yaşantısından” etkileniyorlar.

Yaşantı (= hâl dili), en etkili sözdür.

İnsan, bir muamma; onun içinde binlerce ‘ben/lik ve renk’ var. Hangi “beni/ni’ seçeceğini insanın kendisi bilemez, bilemiyor; onu ancak ve ancak o insanı Yaratan bilir ve Kitâb’ı ile bildirir.

Kıyamet Emeklisi’nin bu Kitap’la (= Kur’ân ile) bağı bence zayıf; o bağ güçlü olsaydı ortaya çok daha farklı, çok daha lezzetli bir kitap çıkardı.

Kitap bittiğinde, onca arama zahmetine katlanarak aradığını bulamayan = boşu boşuna yorulan bir duygu çöküyor insanın üzerine.

Kurgu kitaplardan başka ne beklenebilir ki!..

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar