Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

Kongre Müzesi ya da Eski Sivas Lisesi: Yırtılmış-Çökmüş Mekânın Tanıdığı Olmayan Tanığı

Eski Sivas Lisesi’nin, şimdiki Kongre Müzesi’nin hali, tüm bu tedaileri ile bize yitip gideni, oldu zannedilen ama olmamış olanı, tuhaf olanı, yerli yerine oturmamış olanı, yersiz yurtsuz kalanı anımsatması açısından oldukça çarpıcı bir örnek sunmaktadır.

EKLENDİ

:

Yaşlıların içini en çok acıtan şeylerden birisi zamanla eski dostların, tanıdık yüzlerin; mekânın ve zamanın onlarda ete kemiğe büründüğü akranların ayrılığı, toprağın altını kendilerine mesken edinmeleridir. Onların gidişi, geride kalan akranlar için daha acı ve daha yıpratıcı olur. Zira zaman ve zamana emanet bıraktıkları, mekân ve mekândaki izleri sanki onlarla beraber ebediyete intikal etmiş gibi olur. Zamanı ve mekânı birlikte ördükleri yüzler ve sesler, o zaman ve mekândan çekilince geriye kalan her şey yabancı ve nevzuhur gelir onlara. Dünya artık tanıdık bir yer olmaktan çıkar. Zaman zaten aynı zaman olmaktan çoktan çıkmıştır da bir süreliğine aşina gelen mekân da artık ünsiyet ve muarefe hasıl etmez olur. Artık göç vaktidir. Eski Sivas Lisesi’ne, onun etrafındaki tek tük diğer Osmanlı yapılarına ve hemen onların yanı başındaki yine birkaç tane kalmış olan Selçuklu binalarına bakınca bir yaşlının dramını yaşıyorlarmış gibi bir izlenime kapıldım. Her biri sanki bütün dostlarını insana meçhul olan bir dehre defnetmiş ve o zamanı yırtarak ecnebi bir çağa sıçrama yapmış, fakat geldikleri yerde ağyar kalmış şaşkınlara benziyorlardı. Başka bir gözle sanki sayfaları on yıllar önce yazılmış olup, bugüne kalan bir defter gibi. Fakat bütün sayfaları yırtılmış, koparılmış bir defter. Bir sayfanın ait olduğu defterden yırtılması, onu mahzun kılar. Zira kendisini bildiği, kimliğini onunla inşa ettiği defterden ve diğer yapraklardan ayrı düşmüştür artık. Peki ya o defter hepten yırtılmışsa, buruşturulmuş ve bir yokluğa gark edilmişse. Geride kalan sadece tek bir sayfa ise. O zaman hicran daha derinde bir sızı hasıl etmez mi?

Kendi defterinden koparılmışçasına boşlukta asılı kalan ya da havada uçuşan kâğıt yapraklar gibi bir izlenim veren Eski Sivas Lisesi (etrafındaki tek tük akranıyla beraber), şimdilerde Sivas Kongresi’ne ait tarihsel belgelerin, objelerin ve anıların sergilendiği bir bina olarak hizmet vermekte. Binada pek çok parça ve tarihsel öge var. Bunlardan birisi de döneme ev sahipliği yapan binaların fotoğrafları ve şehir haritasındaki yerlerini gösteren kroki. Binaların yarıdan fazlası artık yok, çoktan yıkılmışlar. Daha doğrusu kendiliklerinden yıkılmamışlar, yıktırılmışlar. Bunlar arasında kongreye destek veren Belediye Başkanı Evliyazade Abdullah’ın kongre için yemekleri hazırlattığı ve sonraları yıkılarak yerine otel yapılan belediye binası; Şekercizade İsmail Efendi’nin delegeleri günlerce misafir ettiği ve daha sonra yıkılarak yerine apartman dikilen Şekercizade Konağı; kongrenin çeşitli faaliyetlerinin gerçekleştirildiği ve yine yıkılan Kolordu Karargâh Binası; kongre süresince haberleşmenin gerçekleştiği ve pek çok tarihi âna ve yazışmaya tanıklık eden, sonrasında yıkılan ve günümüzde yerine çay ocağı ve sosyal tesis yapılmış olan Sivas Telgrafhanesi; Milli Mücadele’nin basın ayağının önemli teşebbüslerinden olan İrade-i Milliye gazetesinin basıldığı ve 1980’lerin başında yıkılan/yıktırılan Sivas Vilayet Basımevi; kongreye kayda değer bir destek veren ve bu bağlamda çeşitli faaliyetlerde bulunan Anadolu Kadınlar Müdafa-i Vatan Derneği’nin toplantılarını yaptığı ve 1960 yılında yıkılan Kız Numune Mektebi bunlar arasında öne çıkanlardır. Bunlar dışında çeşitli nedenlerle yıkılan/yıktırılan pek çok yapı, bina, konak vs. var. Bu yukarıda zikrettiklerimi diğerlerine nazaran şayanı dikkat kılan, bunların her birisinin Cumhuriyet’in temelinin atıldığı son derece mühim bir hadisenin tanıklığını yapmaları hasebiyle, belki bu tanıklıktan ötürü korunmaya değer bulunabilme ihtimaline rağmen söz konusu akıbete maruz kalmalarıdır. Demem o ki, şayet Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının ayak izlerini taşıyan bu binalar ve yapılar bile böylesi bir hoyratlıktan kendisini kurtaramamış ise diğerlerinin hiç şansı bile olmamıştır. Buradaki önemli sorulardan birisi hiç şüphe yok ki, “bu hoyratlığı neye borçlu olduğumuz” sorusudur. Bu sorunun cevabını bu satırlarda tartışmak yetersiz olacaktır ancak bu soruyu bir satırda da olsa dile getirmek, sorunun cevabını araştırmak kadar önemlidir bence. Ve tabii aynı oranda sonuçlarına da kafa yormak gerekir. Söz konusu tarihi olanı koruyamamanın bize ne gibi bedeller ödettiği, en az bunun nedenleri kadar önemlidir. Böylesi bir yıkım, her şeyden önce bir belleksizleşme, hafıza kaybı olarak kendisini gösterir. Sonuç bireysel ve toplumsal amnezidir. Geçmişi yıkmak ve unutmak, geleceği inşa etmeyi de güçleştirir. Eski hatıralarından olan, yeni hatıra da oluşturamaz zira.

Hafıza/bellek insan için, insanın bireysel yaşamı ve sosyal varlığı için ne kadar hayati ise benzer şekilde toplumsal var oluş açısından da o kadar mühimdir. Her ne kadar farklı ideolojiler ve politik tasavvurlar, toplum-bellek ilişkisine, yani geçmişin bugünle ilişkisine dair oldukça farklı perspektifler ortaya koysalar da toplumsal bellek ve öyle ya da böyle onun bugüne yansıması kaçınılmaz bir olgu olarak karşımıza çıkar. Söz konusu bellek, objelerle ve bunlara ilintilendirilen duygularla işler. Toplumsal bellek açısından bu objeler arasında en önemlileri olarak yapılar ve mekânlar yer alır. Dolayısıyla bu yapıların ortadan kalkması, ona ilintilendirilen duygunun, anlamın ve gelecek tasavvurunun da ortadan kalkması anlamına gelir. Bellek yitimi geçmişe ait anıların ve bilgilerin hatırlanmaması olduğu kadar, bunların temel oluşturacağı bir gelecek inşasını-planını da olanaksızlaştırır. Kimi toplumlar bu durumun farkında olarak belleği ve onu müşahhas kılan yapıları ve mekânları canlı tutmak için ciddi bir gayret gösterirken diğerleri bu konuda tamamen duyarsız davranabilmektedir. Örneğin Amerika’da pek çok bölgede tarihsel ve kültürel mirasın araştırılması ve korunması amacıyla teşkil edilmiş dernekler vb. vardır. Bunlardan birisi olan Maryland Historical Society, Maryland Eyaleti’nin tarihi ve kültürel mirasını araştırmak ve korumak için kurulmuş bir kurumdur. Ciddi bir gelir kaynağına sahip olan bu kurum, ilgi alanına giren konularda kayda değer araştırmalar ve çalışmalar yapmakta; tarihsel ve kültürel açıdan değeri olan “bir sayfa kâğıttan büyük yapılara kadar” pek çok şeyin araştırılması ve korunması ile ilgilenmektedir.

Burası açısından baktığımızda “kaç şehrimizde veya bölgemizde tarihsel ve kültürel mirasın korunması amacıyla kurulmuş bu tarz kurumlar vardır” sorusu durumu anlamak açısından bir nirengi noktası niteliği taşımaktadır. Hoş, bu saatten sonra da böylesi kurumlara ihtiyaç var mı orası da ayrı bir tartışma konusudur. Son kertede bizim açımızdan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, araştırılacak bir şey var ama ortada korunacak çok az şey kalmış durumda. Başka bir anlatımla “geçmişte burada/buralarda ne vardı” diye sorabiliriz ancak “bugün ne kaldı” diye sorup, bu soruyu “onları nasıl koruruz” şeklinde ilerletmek çok da anlamlı değil. Zira geriye pek bir şey kalabilmiş değil.  Tabutuna son çivinin çakılmasını bekleyen şehirlerle karşı karşıyayız nihayetinde.

Sadece bize uzaktan uzağa görünen, daha doğrusu melodisi gelen bir sesin zayıf bir aksini duyar gibi oluyoruz. Zamanın mekânla buluştuğu bir hâlden, imkânsızlaşmış bir zaman ve zamansızlaşmış bir mekânla yüz yüzeyiz artık. Mekânın bir defaya özgü niteliği artık kaybolmuş, onun yerini sürekli yeniden yıkılan ve sürekli yeniden yapılan bir replikalar ve kolajlar kaosu almıştır. Burada anlama, âna ve anıya, geçmişin, bugünün ve geleceğin buluşmasına yer yoktur. Bu bir yapım değil bir yıkımdır. Öte yandan bu bir yaratıcı yıkım da değildir. Yapının yıkımı, yerine daha iyisini ikame etmekle meşrulaştırılmaya çalışılır. Esasında bu yıkım bir katlin parçasıdır. Öteden beri süregelen bir katlin. Mekânla var olan ve yapıyla görünür kılınan bir geçmişin katli. Burada önemli olan kimin yıktığı değildir, önemli olan yıkımın kendisidir. Zira her bir yapı bir tanıklık olduğu kadar, aynı zamanda neye tanıklık edildiğinin de hatırlanması vesilesidir. Vesile olmadan esas olmaz (esasa irca müşkülleşir), vesile olmadan vusul olmaz.

Eski Sivas Lisesi’nin, şimdiki Kongre Müzesi’nin hali, tüm bu tedaileri ile bize yitip gideni, oldu zannedilen ama olmamış olanı, tuhaf olanı, yerli yerine oturmamış olanı, yersiz yurtsuz kalanı anımsatması açısından oldukça çarpıcı bir örnek sunmaktadır. Buradaki tartışma sadece geçmişin izlerinin aranması, neyin kaybolmuş olduğunun sorgulanması değil, aynı zamanda eski ile yeni arasında karşılaştırma yapmak suretiyle şimdiki zamanı tespit etme anlamında da bir çaba olarak değerlendirilmelidir. “Şimdiki zamanın değeri nedir” ve “şimdiki zamanın kökeni nedir”, sorularına eğilmek için de bir başlangıç noktası olarak alınabilir bu durum ve bu tartışmalar.

Çok Okunanlar