Bizimle İletişime Geçin

Kültür Sanat

Kredi ve Traktör

EKLENDİ

:

 

El, elin eşeğini türkü söyleyerek ararmış, derler. Modern zamanlara göre el, kredi (borç) verendir; eşeği aranansa kredi (borç) alandır, dersem, neresi yanlış olur ki? Yok abi, o dediğin bu bağlama uymuyor, diyorsak, şöyle düşünelim:

Ha, önce, şahit olduğum bir kredi (borç alma veya taşınır taşınmaz bir nesneye yine borçla sahip olma) hikâyesini anlatayım:

Bizim köyün bilgelerinden Osman dayıdan kredi kartına borç kartı demek gerektiğini de yıllar önce öğrenmiş idim. Osman dayı, oğluyla ilçe merkezinde bir markete gitmiş, oğlunun kasada aldıklarının bedelini ödemediğini görünce, olmaz demiş oğluna, “Parasını ödemeden nasıl alıyorsun?” Oğul, “Kartla ödedim ya baba!” diyerek elindeki kredi (borç) kartını göstermiş babasına. Osman dayı, “Seni kandırmışlar, sana bir borç kartı vermişler borca giresin diye…” demiş. “Borç veren emir de verir” minvalinde konuşmuş. Efendimizin, vefat eden sahâbelerin cenaze namazlarını kıldırmadan önce borcu olup olmadığını sorduğunu, borcu varsa, ödendikten sonra cenaze namazını kıldırdığını uzun uzun anlatmış oğluna, belediye parkında çay içerlerken. Oğul, babasına saygı ve hürmetinden dolayı, “Eski çamlar bardak oldu baba!” diyememiş. Bunları oğlundan dinledim, meşe gölgesinde…

Şimdi türkü mevzusuna gelebiliriz. Sadettin, kırklı yaşlarda. Köyümüzün çalışkan ve üretken insanlarından biri. Yine meşe gölgesindeyiz. Çay içiyoruz, çay bahane yani. Kendisinden dinleyelim:

“Abi, bir akşam üstü hem dinleneyim hem biraz muhabbet edeyim diye kahveye gitmiştim. Baktım meydana pırıl pırıl iki tane traktör çekmişler. Etraflarında birkaç kişi, traktörlere bakıyorlar. Galericiler gelmiş meğerse, traktör satmaya. Biri mavi, biri kırmızı traktörlerin. Eski traktörünü alıyorlar, sonra da kredi çektirerek yeni traktör satıyorlar anlayacağın. “Traktörleri bir görsen abi, ağalara lâyık, klimalı, radyolu, internetli filan!” Anlattılar da anlattılar adamlar. Kartlarını aldım. “Siz yeter ki karar verin, her konuda yardımcı oluruz” dediler.

“Sen de bilirsin, benim yedi sekiz tane hayvanım, bir o kadar da koyunum vardı. Ekilmeyen tarlalarda yaydırıyor, sütlerini sağarak, ihtiyaç kadarını da kurbanda satarak kıt kanaat geçiniyorduk çoluk çocuk. Tarım sigortasını da ödeyerek üç beş yıl sonra emekli olurum” diye hayaller kuruyordum, hayvanları yaydırırken.

Derken, birkaç gün düşündüm. Her şeyin yenisi makbul, derler ya hani. Buradan bir arkadaşla ilçeye varıp buldum adamları. Kredi mıredi işlemlerini yaptık. İki tarlamı da ipotek gösterip eski traktörümü verip gıcır gıcır traktörle döndük köye.

Abi ay dediğin otuz gün, hemen geliveriyor hani. Hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı. Havalar kurak gitti, istediğim ürünü kaldıramadım. Her yıl ikiz kuzulayan koyunlarımın çoğu tek kuzuladı. Ödeyemedikçe her ay bir hayvanımı sattım. Koyunlarımı bile satmak zorunda kaldım. Tarım sigortamı da iki yıl hiç ödeyemedim.

“Baktım çaresi yok, ikinci el fiyatına geri verdim traktörü. Şimdi hayvanlarım da yok, eski traktörüm de yok, yapacak işim de yok. Ele güne muhtaç hale geldim. Hani ne derler; el, elin eşeğini türkü söyleyerek ararmış. Çok şükür, bu kadarla kurtuldum…”

Hüzünlüydü Sadettin. “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak, tam da bu olsa gerek” dedim içimden.

Sadettin’e, “Üzülme, bak tarlaların duruyor, sen de çakı gibisin maşallah. Eker biçersin, yevmiyeye gidersin, hayvan alırsın, geçinirsin bir şekilde. Rızkı veren Allah, yeter ki biz aramasını bilelim” dedim.

Güneş ufukta bakır tepsi hâlini almıştı.

On dakika sonra akşam ezanı okunacaktı.

Akşam serinliğinde kırlangıçlar son uçuşlarını yapıyordu.

Biraz uzağımızda bir küçük siyah köpek, ötedeki iri kıyım sarı köpeğe doğru havlıyordu.

Bir gri kedi geçti gitti önümüzden.

Birkaç kilometre uzağımızdaki dağ eteklerine yer yer sis basmaya başlıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar