Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

KÜÇÜK YUVARLAK TAŞLAR’IN ANLATTIKLARI

EKLENDİ

:

 

Sessizlik. Bu kelime belki de yeryüzünde bütün insanların ihtiyaç duyduğu temel bir hâl. Bir dil. Bir anlaşma biçimi. Anlama veya anlaşılma şekli. Bu sözcükle ilgili hatıramda kalmış ilk cümle şu: İnsanlarla konuşmaktan vazgeçtiğim günden beri sorularıma cevap veren tek şey sessizlik. Yavuz Ekinci’nin Sırtımdaki Ölüler adlı öykü kitabındaydı bu cümle. Yine yazarın Bana İsmail Deyin adlı kitabında da, her şeyden önce sessizlik vardı, diye bir cümle vardı. En son Mustafa Soyuer’in kitabında sessizlikle ilgili bir cümle okumuştum ki benim Korkunç Beyaz adlı kitabımda, Üçlerden Çektiğim öyküsünde geçen: “Dünyada bir anadil varsa o da sessizlikti.” ifadesini andıran ve beni bu yüzden sevindiren o cümle ise şöyleydi: Sessizliğin bir anadile dönüştüğü bu kasvetli odadan çıkıp babamın odasına geçtim. Örnekler çoğaltılabilir.

Melisa Kesmez’in Küçük Yuvarlak Taşlar adlı öykü kitabını okuduğumda satırlar arasından akan sessizlik, hikâye kahramanlarının yalnızlıkla mücadele ederlerken sessizliği kutsal bir gereksinim gibi düşünmeleri, duyumsamaları ve sessizliğe olan ihtiyaçlarını yine susarak hissettirmeleri beni etkilemişti. Bu ihtiyaç veya bu sükût bir anlaşılmamayı da beraberinde getiriyordu fakat bir süre sonra bu sessizliğin asıl anlaşılma öğesi olduğu göze çarpıyor, zaman; görevini yapıp her şeyi ortaya çıkarıyordu.

Melisa Kesmez, yarattığı sıcacık atmosferle bizi kitabın içine çekerken boğazımızda bir yumru bırakır. Bir sessizlik kaplar içimizi. Hayata yenilmişleri değil de yenilmeyi tercih edenleri yazmış desek kulağa saçma gelecek fakat bazen bu tercihler zaruridir. Mücadele etmek kâfi gelmeyecek ve zulmü, sürünmeyi artırıp azaplıktan başka bir şeye dönüştürmeyecekti. Alınan kararlar bir yenilgiyi de beraberinde getirse de hayat dediğimiz bu serencam yeni kapılar açtıracak ve yenilgiyi unutturmasa da bazen iyi ki öyle olmuş dedirtecekti. Bu yaşam nelere gebe! Ak dediğimiz gün gelir kara olur, dert dediğimiz derman olur. Kader dediğimiz kör talih olur bazen.

Kitap üç öyküden oluşuyor: Nergis’in Hikâyesi, Elif’in Hikâyesi, Mehmet’in Hikâyesi. Öyküler uzun diyebileceğimiz türden. İlk öykü Nergis’in öyküsü.

Nergis ve arkadaşı Gülsüm bir yolculuğa çıkarlar. Öykü böyle başlar. Zaman zaman geriye dönüş tekniğiyle Nergis’in yaşadıklarına gideriz. Gülsüm’ün geçmişine de bir süre şahitlik ederiz. Geçmişleri aslında birer yüktür onlar için. Hatırlamak istemezseler de konu konuyu açar ve biz onların geçmişine, yaşadıklarına, hayal kırıklarına yolculuk ederiz. Ve elbette sessizliklerine.

“Sessizlik. Boyumu aşan, üzerime basan, nefesimi boğan bir sessizlik. Koca yaz mevsimini yutan, evin odalarını tıkış tıkış dolduran, dev cüsseli, koca ayaklı, dünyalar çirkini bir sessizlik.”(s.12)

Nergis ve Mehmet’in nasıl tanıştıklarını, Gülsüm’le Uğur’un aşklarını görürüz öykünün satır aralarında. Mehmet’in ne kadar iyi biri olduğunu, merhametini ve iyi niyetini… Nergis şöyle anlatıyor Mehmet’i:

“Sümüklü bir oğlan gelip gül satmak istiyor bize. Sarı, boynu bükük güller. Bütün gece masa masa gezip, kimseye yâr olamamış, miadını doldurmuş, ölmeye yüz tutmuş, biz almazsak çöpe gidecekler.

‘Ver,’ diyor, ‘hepsini ver, ama evine git sonra, dolanma buralarda daha, hadi!’

Gülleri alınca çocuğun eve gideceğini sanıyor. Bir evi olduğunu sanıyor. İyi biri Mehmet.” (s.17)

Yaşar Kemal’in, Demirciler Çarşısı Cinayeti’nde de sık sık tekrarladığı gibi, o iyi insanlar atlara binip gittiler. Bu, böyledir. İyilerin gitmeye meyilli olduğu veya kovulmaya mahkûm olduğu bir dünya. Nergis’in hikâyesinde bunu görürüz. Mutluluk nasıl mümkündü? Denemeler, yanılmalar ve sonra yalnızlık, ardından ise o kadim sessizlik. Bütün bunlara iyi gelen denizin tuzlu suyu. Yazar birkaç yerde bunu vurgular: Tuzlu su her şeye iyi geliyor. Aşka da, yaralara da, geçmişin izlerini silmeye de ve umut etmeye de.

İkinci Öykü, Elif’in Hikâyesi.

Elif, Nergis ile Mehmet’in kızıdır. Talihi annesinin talihine benzemektedir. Onun acılarının, sevinç ve hüzünlerinin yanı sıra Türkiye’deki sahillerin yanlış yapılaşmalarını, beton istilalarını ve buna tahammül edemeyen insanları da görürüz öyküde. Her şey bozulmaktadır. Kirlenmektedir. Şu cümle anlattıklarımın özeti niteliğindedir:

“Aaa, Ömer kaçtı buradan. ‘İnsanlar geliyor’ dedi, gitti, aynen böyle dedi,” nefis bir kahkaha attı, “başka gizli bir yer buldu bence kendine. Kimseye söyleyemiyor.”(s.52)

İnsanlar geliyor, demesi çok anlamlı ve incitici bir cümle aslına bakılırsa. Ama insan bu, kendi eliyle yapar iyiliği de kötülüğü de.

“Hayatın bozmayı unuttuğu ya da ne yapsa bozamadığı insanlar vardı hâlâ. Dünya arkalarında yıkılırken onlar kurbağalar gibi nilüfer yapraklarından seke seke sakince uzaklaşıyorlardı enkazdan, toz duman bulaşmıyordu onlara.”(s.54)

Melisa Kesmez, öykülerinde iyi kahramanlara, iyimser karakterlere yer verir ki bu insanlık adına umudumuzu tazeler. Elif’in iyilere denk gelip hayata daha sıkı sarılması gibi.

Üçüncü ve son öykü, Mehmet’in Hikâyesi.

Mehmet, Nergis’in kocası yani eski kocası ve Elif’in babasıdır. Öykü boyunca onun da halet-i ruhiyesine ve geçmişine şahit oluruz. Mehmet iyi biridir. İyi bir baba. İyi bir sevgili. İyi bir dost. Nergis için güzel bir hatıra.

Mehmet, Nergis ve Elif. Üçü de başı sıkıştığında veya bunaldığında bir koya atarlar kendini. Hepsi de aynı şeyi düşünürler: Tuzlu su her şeye iyi geliyor.

Melisa Kesmez’in İletişim Yayınları’ndan çıkan Küçük Yuvarlak Taşlar adlı öykü kitabı gerek sıcacık atmosferi, gerekse anlatımındaki etkileyiciliği ve kurgusundaki sahiciliğiyle sevdiğim bir kitap oldu. Kaybedişlere bir ağıt, yeniden başlangıçlara bir türkü niteliğinde Küçük Yuvarlak Taşlar. Okunası.

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar