Bizimle İletişime Geçin

Genel

Kudüs; Bize Küs!.

EKLENDİ

:

Kendi gündemimi kendim belirleyeyim isterim ama insan, dışarıda olup bitenlerden kaçamıyor. Hem dışarıdaki gündem hem de onun bendeki karşılığı olması bakımından bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Kudüs deyince Türk insanının ilk aklına gelenler: Hz. Ömer, Eyyubî gibi şahsiyetler ile, ilk kıble, mirac gibi konulardır. Benimse ilk aklıma gelen, Darüsselâm = Jaruselam ve Cehennem = Gei Hinnom kavramları  ve bu kavramların ilk ortaya çıkışı.

Darüsselâm, selâm/esenlik/barış yurdu; bugüne aktarırsak Medine-i Fazıla, Cennet (Aden), sınıfsız ve çatışmasız toplum gibi karşılıkları olan yurt demek; cehennem ise bunun tam tersi bir yer. Her iki kelimenin kutsal metinlere ilk giriş yeri bura/sı. Hak-batıl mücadelesinin başlangıç yeri de bura/sı. Burası, insanlık tarihinin ortak savaş alanı. Savaş burada başladı, başka coğrafyalara yayıldı ve etkisi az ya da çok, farklı boyutlarda her yerde, farklı adlar altında sürdürülmekte. Zaman değişti, mekan değişti ama taraflar hiç değişmedi.

Uzun yıllar önce Sâmiler, Uzakdoğu’dan bu topraklara göç etmişler ve iki boya ayrılmışlardı : İbranîler ve Ârabîler. Yine Uzakdoğu’dan farklı kavimler de daha kuzeyden, batıya göç etmişlerdi; bu kavimler, bugün Avrupa uygarlığının oluşmasına katkı yapan kavimlerdir. Her uygarlıkta belirleyici unsur, o zamanın Kudüs’ündeki anlayıştı, birikimdi ve bu, milletlerin mücadelelerindeki tavırlarını ve taraflarını belirledi. Bugün Filistin’de yaşananlar, o gün yaşananların farklı formatta bugüne taşımasından ibarettir.

Birleşmiş Milletler’deki oylamalar, bir de bu gözle değerlendirildiğinde, mazlumları oluşturan millet ve devletlerin ‘barış’ arzuları karşısında, zâlim güçlerin dünyayı cehenneme çevirme çabalarını; ellerindeki gücü – dolar, veto, lobi vb. – kullanarak çıkarları için dünyayı ateşe vermekten geri durmayacaklarını; çoğunluğa rağmen, besteledikleri demokrasi şarkısı eşliğinde, ellerindeki medya gücünü kullanarak, silahlarının gücüne güvenerek, güçlü silahlarına rağmen engelli ve down sendromlu insanlardan bile korkarak, dünya kamuoyuna haklı olduklarını ısrarla ve utanmadan ifade etme pişkinliğini göstereceklerdir.

Bu kafalar eskiden de, kurdukları yönetim sisteminde emirlerine uymayan binlerce kişiyi Jerusalem civarında bir çukurluk olan yere diri diri atarak; — Gei = kuyu, çukur gibi anlamlara geliyor, Hinnom o bölgede bir vadinin adıdır; Gei Hinnom, çukur yer, derin kuyu, gözyaşı vadisi gibi anlamlara geliyor — cezalandırıyorlardı; atılan o insanlar açlık ve suskunluktan, üst-üste yığın halinde can veriyor, cesetler zamanla kokuyor, yırtıcı kuş ve hayvanlar tarafında parçalanıyordu; ortaya çıkan kokunun izalesi/giderilmesi için üzerlerine kireç dökülüp yakılıyorlardı; bazen de emirlerine karşı koyan/çıkan insanları doğrudan orada yaktıkları ateşe atıyorlar, diri diri yakıyorlardı. İşte o yerin adı, o dönemde Gei Hinnom — İbranice’de Gei, Ce diye okunuyor — Cehinnom/Cehennemdi. Bu bölgenin dışında kalan alanlar ise, aden/adn, cennet/bahçe, yaşanabilir alanlar anlamındaydı; bu iki kavramın, üç büyük semavi dinin kutsal metinlerindeki yeri, oraya dayanmaktadır.

Hz. İbrahim’in gönderilişi ile bu düzen, ilâhi müdahaleye uğruyor. Onun (Hz. İbrahim’in) mücadelesi üç semavi dinin ortak paydası. Bugün orada yaşanan mücadele, bu ortak paydada yürütülmeli. Başka tür mücadele, kavgaya karışanların sayısını artırdığı gibi, sorunu daha da karmaşık hâle getirir. Sorun, sadece Arapların, Türklerin, sadece Müslümanların ve Hristiyanların sorunu değil; insan olan herkesin sorunudur. Herkesi ilgilendirir; bu kavgada insanların tarafını, adâlet duygularının gücü ile, zâlime veya mazluma yakınlıkları, uzaklıkları belirleyecektir.

İbrahim, ibranî; Onun İshak’tan soyu İbranîleri; oğlu İsmâil ile Arap yarımadasındaki Cürhimîlerden soyu da Arapları oluşturuyor; her iki kavmin akrabalıkları Hint ve Çin’de de ortak. Tüm kavimler, göç öncesi ortak ataya, Âdem’e dayanır, hepsi Âdem’in çocuklarıdır. Taraflar, en temelde Hâbil-Kâbil arasındaki kavga ile belirlenir. Bu kavganın temelinde, yaratıcının emrine itaat ile O’na isyan, dolayısıyla  kendi çıkarını yaratıcının emrinin önüne koyma isteği vardır.

Kavimlerin göç yolunda ve geçmişte edindikleri ‘kültür’, Filistin’de politeizm şeklinde uygulamaya konuluyor, çok farklı özellik ve fonksiyona sahip olduğu düşünülen putlarla temsil ediliyor; put yapımı bir sektör ve kazanç kapısına dönüşüyor. Tam bu sırada Hz. İbrahim’in mesajı devreye giriyor. Tevhid… Yaklaşık M.Ö. 1800lü yıllar. Daha sonra Hz. Musa, M.Ö. 700-800 civarı, sonra Hz. İsa, M.S. 0-33. Mesajlar aynı, hepsi Tevhid. Tek ilahî otoriteye uyma, boyun eğme çağrısı.  M.S. 610’da da Hz. Muhammed. Tüm gönderilen elçiler, Hz. Âdem ve İbrahim’in çağrısının devamı, aynı mesajı, aynı Allah’a teslimiyeti haykırıyorlar.  Ayrılık, Allah’a teslimiyetle, O’nun dışındakilere (putlara) teslimiyette ortaya çıkıyor.

Bu Peygamberlerin hepsi, insanları Darusselâm’a çağırmışlar; çağrıya uymayanları cehennemle korkutup uyarmışlardır. İnsanın somuttan soyuta geçişi, âhiret inancının eklenmesi ile, Darüsselâm ve Aden, cennete; Gei Hinnom, cehenneme evrilmiştir. Darüsselâm artık hem bu dünyadaki huzurlu ve mutlu yaşamın yeri; hem de ahiretteki sonsuz mutluluğun yeri olan cennettir. Yine cehennemin de hem bu dünyaya hem de âhirete bakan yüzü vardır. Bu kavramlar, Tevhidin merkezindeki Kral/Melik olan Allah’ın emrine uyan herkesin, bu dünyada da ahirete de cennete; uymayanların ise burada da orada da cehenneme lâyık olacakları şeklinde bir anlam genişlemesine ulaşmışlardır. Allah’ın belirlediği anlamı tersine çeviren puta tapıcılar, kelimeleri/kavramları yerlerinden etmiş/etmekte, kendi cennet ve cehennemlerini kendileri oluşturmakta, ona göre bir düzen kurmaktalar. Bu güçlerin bu projelerinin en görünür alanı Kudüs ve civarıdır. Direniş, buradan tüm dünyaya yayılacaktır. (barekna havlehü, tüm tarih boyunca bu bölge ve civarı, bunun için mübarektir.); bu proje daha rafine bir şekilde dünyanın başka yerlerinde de uygulamaya sokulmaktadır. Burada kazanılan direniş ve başarı, dünyanın başka bölgelerine ilham olacağından korkulduğundan burada geri adım atılmıyor. Her iki taraf için de bu mücadele, böyle algılanıyor.

Bugün Kudüs, cehennemi yaşayan bir kent. Tarihte de çok az gülmüş, hep ağlamış bir kent. Son yüzyıl hep ağladı, hiç gülmedi Kudüs. Beni duymadınız diye de Kudüs bize küs. Ağlayan, işkenceye uğrayan, kuyuya, çukura atılan/sıkıştırılan insanlar : Filistinliler de. (Gazze’de, mülteci kamplarında – ve onların şahsında tüm mazlumlar bize küs!.). Onları oraya atanlar/sıkıştıranlar, sürenler, işkence edenler ve aç-susuz bırakanlar ise, Mûsâ ve İsrâil soyundan geldiklerini söyleyen, kendilerini Yahudi olarak isimlendiren Siyonistler. Hristiyan, Müslüman ve gerçek Yahudiler bu duruma rıza göstermeyi kabul ederler ise, ataları Âdem, İbrâhim, Mûsâ, İsâ ve Muhammed’e (Aleyhim’üs Selâm); Onların getirdiği mesaja duyarsız kalarak; Allah/Tevhid merkezli bir hayata değil; zulüm ve şirk merkezli bir hayata rıza göstermiş olacaklardır. Buna rıza gösterirlerse zâlim olurlar, hâin olurlar, ortak tarihlerine ve insanlıklarına ihânet etmiş olurlar.

İslâm dünyasının liderleri bu durumu, güçlerini tahkim etmek, öne geçmek vb. maksatlarla kullanmayı bırakıp, konuyu asıl mecrasına taşıyarak, hak ve batıl, adâlet ve zulüm temelinde sahiplenmeli ve savunmalı; bu zeminde tüm dünya ile işbirliğinin yollarını aramalı, tüm dünyayı cehenneme çeviren anlayışla, yansımaları her alanda farklı tezahür eden, güçlünün haklı, güçsüzün haksız görüldüğü ideoloji ve düzenlerle mücadeleyi her zaman ve her yerde canlı/diri tutmalıdırlar. Kudüs’ün göz yaşları, öncelikle İslâm dünyasının kendi arasındaki kavgaları bitirip güç birliği yapması; sonra, ortak insanî ruha kucak açması ile dindirilebilir. Şimdiye kadar elle tutulur, gözle görülür bir icraatı olmayan, hiç bir başarısına şahit ol(a)madığımız İİT’in (İslâm İşbirliği Teşkilatı) en temel görevi bu olmalı; teşkilat, bir an evvel toparlanmalı, üyeleri arasındaki kavgayı sona erdirerek, yeni Ömer ve Eyyubîler çıkarmak için Müslümanları sağlam söz, sağlam temelde — Allah’tan başkasını Rab edinmemekte — bir ve beraber tutup kenetleyerek Kudüs’ün gözyaşlarını dindirmelidir. Teşkilât, üyeleri arasındaki birliğini sağladıktan sonra İnsanî İşbirliği Teşkilatı’na dönüşürse dünyanın tüm mazlumları ortak ruhla diriliş için ayağa kalkar; dünyanın tüm bölgelerindeki cehennemlerde yakılan ateşler söndürülür. BM’de böyle bir umudun yeşermesine müsaade edilmiyor, çünkü bu teşkilatın kuruluş ruhu buna uygun değil(di).

Bugünün dünyasındaki hakim paradigma, her şeyin, her kavramın anlamını değiştirdiği gibi cennet ve cehennemin yerlerini de değiştirdi. Zalimler cennette; mazlumlar cehennemde yaşamaya mahkumdur; deniyor, denmek isteniyor. Halbuki Rabbimiz Allah tam tersini söylüyor. Bu işte bir yanlışlık var. Bu yanlış, bu kadar uzun sürmemeli. Büyük insanlık tarihini bir güne benzetirsek ve günün (hayatın/tarihin) sonu da akşamsa; sabahı beklemeden yatsıda, yalancının, zâlimin mumunu söndürmek için önce elden ne geliyorsa, o âcilen yapılmalı, sonra da atılacaksa nutuklar atılmalı ve duâlar edilmeli!…

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar