Düşünce
Mahallenin Mürebbiyesi
Bir toplumda zahiren yani görüntü olarak bir bozulma görülüyorsa aslında bu iç dünyanın dışa yansımasıdır. Hiç kimse suçluyu dışarda aramasın herkes aynaya, kendine, iç dünyasına baksın.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Abdulbaki Muratİhtiyarlar…
İhtiyar, seçmek, razı olmak, katlanmak, seçilmek, tensip etmek gibi anlamlara geliyor. Köy ihtiyar heyeti, köyü yöneten insanlar demektir. İhtiyar sözcüğü sadece yaşlanmış anlamında kullanılmamalı ve anlaşılmamalıdır. Bu hatırlatmayı ihtiyarların günümüzde iyice önemsizleştiğine/önemsizleştirildiğine vurgu yapmak adına ifade ettim.
İhtiyarlar yakın zamana kadar sosyal yaşamın önemli bir parçası idi. Onlar mahallede, sokakların oturma yerlerinde, evlerin önlerinde olurlar çocuklara, gençlere ve hatta sosyal hayata adeta rehberlik yaparlardı.
Bugün ne hazin bir manzaradır ki, sokaklarımızda pek az yaşlı görür olduk. Yaşlılar yani hayatın tecrübelileri yani gün-görmüş-geçirmiş çınarları artık huzur evleri denen mahzun mekanları mesken tutuyorlar. Toplum olarak onları huzur evlerinde mahpus edeliden beri evlerin, sokakların ve mahallelerin de huzuru kaçmış durumdadır.
Muhsin öğretmen mesela benim çocukluk yıllarımın mahallesinin adeta öğretmeni idi. İlk konuştuğumuzda “bu adamın sesi ne kadar da ince çıkıyor” diye içimden geçirmiştim; naif, nazik, hafif bir tını… Sonra tanıştık, kendisi bir öğretmen emeklisiymiş. Aradan geçen zaman bana şunu öğretti, Muhsin Öğretmen sınıftan ayrılmıştı ama mahalleyi adeta sınıfa çevirmişti.
Çocukları başına toplamak onun için çok kolaydı. Önce maniler söylüyordu, sonra duruma göre bizlere güreş yaptırıyordu. Güreşlerde de sanki Kırkpınar Meydanındaymışız gibi “pehlivaaan, pehlivan!” diyerek cazgırların yaptığı selavatlamayı yapar bunu yaparken de peşrev çekerek güreşi çocuklara anlatırdı.
Güreşi öyle çok severdi ki, güreş başladığı zaman onun nasıl neşelendiğini izler ve bu durumdan bizler de ayrıca keyif alırdık.
Biz çocuklar, Hz. Ali’nin pehlivanlığını, Hz. Hamza’nın cesaretini, Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Osman’ın iffetini Muhsin Öğretmenden öğrendik hem de oyun oynayarak.
“Maşallah, maşallah, Hz. Hamza gibi cesaretli, Hz. Ali misali şecaatli” mukabilinden cümleler kurardı. Onlara dair zaman zaman kısa hikayeler anlatırdı.
Futbol da oynardı bizimle. Genelde kaleye geçer, bazen de bekte dururdu. Zaman zaman, futbola ara verip önüne gelen bir çocuğa tek daldığı da olurdu. Bu andan itibaren iş güreşe dönerdi. Ve hatta adeta bir tiyatro oynanıyormuş gibi ortalık kahkahaya boğulurdu.
Uzun bir aradan sonra hasta olduğunu duyduğumda kendisini ziyaret etmek istedim. Yıllar sonra karşılaşınca hem mahzun hem de mesrur olmuştu. Yatağından zorlanarak doğruldu, rahatsız olmaması için ısrar ettimse de dinlemedi. Arkasına bir yastık desteği ile oturdu eski günleri yâd ettik biraz:
Oyunlarımızı, sohbetlerimizi, gülmelerimizi…
Hastalığına rağmen konuşması gayet iyi idi. Bir derya bulmuş gibiydim, sordukça sordum, mevzu da genişledikçe genişledi.
Çocuklarda, ailelerde ve toplumda meydana gelen bozulmalara kadar pek çok şeyden konuştuk.
Torunları, dedeleri ve nineleri eğitir ve yetiştirir dedi mesela. Evvelemirde büyük aileler yani birleşik aileler vardı. Torunlar, anne babalar, dede ve ninelerin olduğu geniş aileler olurdu hep…
Torunlar, âdâb-ı muâşeret dediğimiz toplumsal bazı önemli kuralları yani oturmayı, kalkmayı, sevgiyi, saygıyı, paylaşmayı, yardımlaşmayı, fedakarlığı vs… dedelerinden ve ninelerinden öğrenirlerdi. Bu yönüyle aileler aynı zamanda birer okul vazifesi görürdü. Şimdilerde bakıyorum da ailenin yapması gereken bu önemli vazife ne yazık ki okuldan bekleniyor.
Peki bu geniş ailenin eğiticileri mesabesinde olan nineler ve dedeler şimdilerde nerede dersiniz? Hanelerin başköşelerinde, sokaklarda, kıraathanelerde değil huzurevi denilen adeta huzurun olmadığı yerlere hapsetti toplum onları. Bu yönüyle de büyüklerini yani anne babasını evinde başköşeye oturtamayan, onlara iyilik yaparak gönüllerini alamayan insanlar çok önemli bir vebalin de altına girmiş oluyorlar. Çünkü Allah, “anne babanız size küçükken nasıl kol kanat germişse siz de onlara ihtiyarladıklarında iyi davranın” diye emretmiştir. Yani anne babaya sadakat Allah’a itaattir demektir ki işte toplum bu önemli sınavı kaybetmekte dolayısıyla büyük bir vebali de yüklenmektedir.
Yılların yaşanmışlıklarından mütevellit kıvrım kıvrım olmuş yüzünden aşağıya doğru damlacıkların indiğini gördüm, konuşurken sesi titriyor ve kısılıyordu. Bir ara sessizlik oldu…
Aileler öyle de sokaklar nasıl acaba dedim?
Onu da hiç sorma dedi… Kızı-erkeği farketmez ne yazık ki bir abartı toplumu olduk. Yemede, içmede, gezmede, giyinmede, kuşanmada, hatta kullandığımız dilde dahi bir abartıdır gidiyor. Sonumuz nasıl olur ben de bilmiyorum.
Fakat şunu söylemeden edemeyeceğim, bir toplumda zahiren yani görüntü olarak bir bozulma görülüyorsa aslında bu iç dünyanın dışa yansımasıdır. Hiç kimse suçluyu dışarda aramasın herkes aynaya, kendine, iç dünyasına baksın.
Dilinden dökülenler hikmet deryası gibiydi… Hiç beklemediğim bir dinçlikle konuşmasını sürdürüyordu Muhsin Öğretmen:
Yıllarca televizyonlarda ailenin büyüğü, temel taşı afedersin köpek olarak gösterildi topluma. Yalan söylemek, ahlaka mugayir tavırlar, normal bir ailenin kabullenemeyeceği davranışlar çeşitli diziler marifetiyle evlere kadar sokuldu, normalmiş gibi gösterildi.
Bir şey daha var. Ev yani aile demek mahrem alan demektir. Mahrem ise başkalarına kapalı olan anlamındadır. Şimdilerde ise evlerin içini sosyal medyada paylaşmak gibi normal olmayan hatta abes olan bir durum ne yazık ki meşhur olmuştur.
Ne günlere kaldık Allah’ım…
Dudakları titriyor, mahzunlaşıyor toplumun sıkıntılarını, ıstırabını kendi sinesinde hissediyor gibiydi.
Eskiden ebeveynler belki okuma yazma bilmiyorlardı ama asla birbirleri ile çelişmez; birinin evet dediğine diğeri de evet derdi, şimdilerde ise durum çok farklı… Birisi ne dersi öbürü tam tersini söylüyor. İşte anne baba arasındaki uyuşmazlıkların çocuklara yansıması sosyal hayatta ve medyada görülen bu nahoş manzaralardır.
Buyurun…
Bu denli basiret sahibi olan bir kişi ile çocukluk yıllarımda uzun zaman geçirmiş olmama bir kez daha şükrettim. Ve neden daha fazla istifade edemedim diye de hayıflandım.
Pamuk gibi ellerinden öptüm, hayır duasını alarak yanından ayrıldım. Bir yaşlının duası maddeten karşılığının takdir olunamayacağı kadar önemlidir. Dönüş yolunda da muhayyilemde mazi tekrar canlanıvermişti.
Muhsin Öğretmenin sesi, gülmesi, oyunları, hikayeleri ve nasihatleri…
Şimdi düşünüyorum da bizim için o başlı başına bir mektepmiş.
Çocuklarımız ve dolayısıyla toplum işte bu doğal mekteplerden daha doğrusu mürebbiyelerden mahrum kaldılar.
Ceplerine sığan ve her şeyin mevcut olduğu sözde mektep ise tehlikelerle dolu…
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Düşünce-
Zafere İman: İsmail Heniyye
- Din ve Hayat-
Türkiye Diyanet Vakfı ve Projeler
- Düşünce-
Haksızlık Karşısında Dilsiz Şeytan Ol(Ma)Mak
- Edebiyat-
Aliya’nın Gölgesinden Yükselen Işık: el-Fatih Ali Hasaneyn Muhammed Şerif-I
- Edebiyat-
Bir Devrimcinin Ardından
- Edebiyat-
Gezgin: Burada Olmayan
- Edebiyat-
Ahmet Haşim ve Frankfurt Seyahatnamesi
- Edebiyat-
Aliya’nın Gölgesinden Yükselen Işık: el-Fatih Ali Hasaneyn Muhammed Şerif-II