1. Anasayfa
  2. Edebiyat

Mandolin

Mandolin
1

Çocuk yurduma dokunan öğretmenim Kirman Topçu’ya ithafla…

Sevgili Öğretmenim,

Gökyüzü ışıldıyor. Zühre yıldızı parıldıyor. Rüzgârın nefesi sahilde dolaşıyor. Ay’ın ışıkları denizde yıkanıyor.

Öğretmenim sizi candan selamlarken, mandolini ve annemin bir yüzüne dantel nakışlar ördüğü bezden okul çantamı alıp çıktığım okul yolunu yani karlı bir günü yazmak istiyorum. Kahramanı Bay K’nın Berlin’den betimlediği Kar romanındaki Kars’tan, ayrıca Hermann Hesse’nin 20 Şubat 1931 tarihinde Thomas Mann’a yazdığı bir mektupta bahsettiği kurtarılma, benim hikâyeme eşlik etsin diye sizinle paylaşıyorum. “Şimdilik kardan dolayı dışarı çıkamıyoruz. Üç günden beri aralıksız kar yağıyor ancak dünden beri kısmen açılan yollarda insan güç bela yürüyebiliyor… Bu gün sabahleyin evin yakınlarında iki atıyla birlikte kara saplanan bir köylü zor kurtarılabildi.” Laf aramızda sahip olduğum hayat inancımı ve yazma iştiyakımı size borçluyum. Bu mektubu yazmam karlı bir gece vakti bir dostu uyandırma vicdan ve sorumluluk hissiyatını kazandırmanızdan dolayıdır. MİNNETTARIM.

Kar boynuna doladığı atkıyı delip geçiyor, gözlerinin içine doluyor, göz kapaklarını açmayı gittikçe güçleştiriyor, arada bir gözlerini birazcık aralayıp yönünü bulmaya çalışıyordu. Adımları kütleler halinde önünde serilmiş kar yığınlarına batıp batıp çıkıyor, arkasına bakınca adımlarının bıraktığı izlerin büyük bir hızla yok olmaya yüz tuttuğunu görünce dehşete kapılıyor, nefes almak için atkısını aralarken göğsü inip inip kalkıyordu. Kulakları fırtına ile hız kazanan kar tanelerinin saldırısından korunmak için atkının içine sinmeye çabalıyordu. Uğultu rüzgârın şiddetini kulaklarına dolduruyor, kirpiklerinde oluşan buzdan sarkıtlarsa burnundan yükselen buğuyla daha da katılaşıyordu. Köpeklerin havlayışları gittikçe yaklaşıyor, her gün yürüyerek gittiği yolun bir an önce taştan yapılmış mektebe varmasını umuyordu. Mektep köyün dışında küçük bir tepenin yamacına kondurulmuş taş yapısıyla kendine çağırıyordu. Fırtına bir nebze dinince mektebine doğru yürüyüşünü hızlandırdı ve mektep karaltı şeklinde görünmeye başladı. Kendi kendine “Yolu bırak, yürümene bak!” diye söylendi, ona göre yürümeyenin bir yolu da olmazdı.

Öğretmeninin sesini fırtınanın izin verdiği aralıklarda duymaya başlamıştı. Sınıfta olduğunu, sobada yanan odunların çıkardığı çıtırtıların sesiyle bedenine yayılan sıcaklığı duyumsadı birden. Fişlerle çeşitli cümleler öğrenmişti. Öğretmeni özenle asardı onları tahtanın üzerine ve bazılarını kesip kelimelere ayırırdı. Heceler çok komik ve küçüktü. Sobanın harlandığı anlarda yerlerinden uçar, kuşlar gibi kanatlanıp sınıfın içinde dolaşırdı. Bazı harfleri kızgın bulurdu, bazılarını aynı sırayı paylaştığı kıvırcık arkadaşının saçlarına benzetir ve onların dans ettiğini görürdü. Bazı derslerde öğretmen, dolabının üzerinde duran küreyi alıp masanın üzerine koyar, şöyle bir çevirir, dünyayı bir çırpıda döndürürdü. Ayağını bastığı kar kütlesinin çıkardığı gırç sesiyle dünya modelinin çıkardığı sesi birbirine benzetti. “Acaba dünyanın neresindeyim?” diye düşündü. Sırtındaki bezden çanta gittikçe ağırlaşmış, sırtıyla birleşen kısmında küçük bir kar dağı oluşmuştu. Öğretmenin sesi artık daha yaklaşmıştı. Perşembe günleri öğretmeni ona bir görev vermiş, o da bu görevi çok sevmişti. Çantasıyla birlikte onu da bir omuzuna asmıştı. Dört çift telle Santa Lucia , Portofino notaları tremolaya dönüşürdü omuzunda. Öğretmenin penayı tutan ellerini yüzünde hissetti birden.

Dört çift tel.

Dört nota.

Kara tahtada dört çizgi.

Bu dört çizgiye cümleler, notalar ve rakamlar yazılmış ve keçe bir silgiyle silinmiş, tebeşir beyazlığı dört çizginin ortalarında izini bırakarak çizgileri, bölük pörçük hale getirmişti. Öğretmeni ceketinin cebinden çıkarır gibi dört nota çıkarırdı. Sol, re, la ve mi’yi dört çizginin ve mandolindeki dört çift telin üzerine kondururdu. Bu notalara yeni bir aralık vererek yürüyüşüne tempo tutturmaya çalışıyor, sol dediğinde sol ayağını karın içine atıyor, la dediğinde sağ ayağını daha ince bir yer arayarak o tarafa doğru atıyordu. “Sevgili öğretmenim” dedi kısılmaya başlayan sesiyle. Mandolini getirmek, mandolini, mandolini üç defa mandolin diyebildi. Kan dolaşımı yavaşlamış, kemiklerini çatırdatan soğuk göz kapaklarına uyku sersemliği yaymaya başlamıştı. Sesi çıksa dünyasına güneş sıcaklığında sarılma hissi veren “Öğretmenim!” diye seslenecekti. Omuzundan kutsal bir görev inancıyla taşıdığı mandolini aldı. Kaskatı kesilmiş parmaklarını sıcak nefesine tuttu.

Mandolinin tellerine dokundu.

Öğretmeni onu duydu. Ona sarıldı, göğsüne bastırdı.

Candan sevgi ve saygılarımla…                                                                                               

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Çok etkileyici ve insanın içine dokunan bir yazı olmuş hocam. Emeğinize sağlık. Ben de yoluma ışık tuttuğunuz için çok teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir