İnsanın, “doğal” olarak görünen yanlarını (= başta yüzü olmak üzere, huy veya davranışlarını da) beğenmeyerek örtmesi (= maskelemesi), gizlemesi ve beğendiği “şeylere/maskelere ve kimselere” benzetmesi.
Genelde biz maskeyi, kadınların yüzlerine yaptığı bir makyaj olarak biliriz; oysa hepimizde maske vardır, biz, kendimizi “doğal maske olan bedenimizle” başkalarına gösteririz, o beden maskesi ile başkaları tarafından görünürüz; önemli olan, bu maskenin doğal olup-olmamasıdır.
Bedenin kendisi de bir maskedir ama çoğumuz bu maskeyi (= bedenimizi) beğenmeyiz, onun üstüne yeni maskeler ekleriz = takarız.
Söz ve eylemlerimiz = davranışlarımız (de/da) çoğu zaman maskelidir, doğal değildir veya yapmacıktır.
Maske, bizi olduğunuzdan başka bir şekilde göstermek için taktığımız bir şeydir.
Peki, “olduğumuz o şey” nedir, nerededir?
İçimizde, özümüzdedir.
İçimizi, dışımızda/n gösteren şey, bedenimizdir. (= bedenimizin eylemleri olan söz ve davranışlarımızdır.)
Samimiyet = ihlâs, içerde olanın, dışa (= söz ve eylemlerimize), aynen, maskelenmeden, çarpıtılmadan, doğal bir şekilde yansıtılmasıdır.
İman, içtir; amel dıştır. İçerde olan, dışarıya aynen yansıtılmalı, iki yüzlülük (= münafıklık) yapılmamalıdır.
İman ile amel çelişir, çatışırsa, ortada kişiyi başkalarından gizleyen bir maske var, demektir.
Bazen, belki de çoğu zaman, söz, ameli; amel, sözü; söz, sözü; amel de ameli gizler.
Sözgelimi, “inanan ve namaz kılan” bir adam (= Müslüman), namazında sadece Rabbi (olan) Allah’ın Huzur’unda eğilir (= rükû) ve secde eder; ama namaz dışındaki hayatında başkaları önünde eğilirse, onların emrine râm olursa (= secde ederse?!), namazını maske olarak kullanmış olur ama Rab, tüm maskelerin altındakini görür ve bilir.
“ya eyyühellezîne âmenû! lime teqûlûne mâ lâ tef’alûn.” (61/2) = Ey İnananlar (= İman edenler), yapmadığınız şeyi niye söylersiniz?
Gerçekten inanmadığı hâlde inanmış gibi görünenler de doğal olmayan maskelerle aramızda dolaşırlar, dolaşmaktadırlar. (Bknz. 2/8 ilâ 27. 4/60. 9/73. 63/1.)