Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Memlekete Dönüş -15 Temmuz Şehitlerinin Anısına-

Memlekete geri dönmeyi, yeşiller içinde bir evde oturmayı sıklıkla düşünür olmuştu son birkaç yıldır. Şehir hayatı bizi mahvediyor, bir an önce buraları terk etmeliyiz diyordu. Cenaze arabasında memlekete dönerken bunu düşündüm: Bak artık dönüyorsun doğduğun topraklara. Yeşiller içinde, geniş gölgeli ağaçların altında yatacaksın. Havadar mezarının üzerinde rengârenk çiçekler açacak.

EKLENDİ

:

Sağlam bir espri anlayışı vardı. İçinden çıkamadığımız en çetrefilli konularda bile yaptığı şakalarla bizi güldürürdü.  Bazen ona kızardım, hiçbir şeyi ciddiye almamakla suçlardım onu. Hâlbuki sorunların konuşarak çözülemeyeceğini anladığı zamanlarda dağıtırdı konuyu. Aslında hem ciddi hem hüzünlüydü de. Bunu zaman geçtikçe anlamaya başlamıştım. Yıllar içinde böyle onun pek çok düşüncesini anladım, anladıkça ona yönelik sevgim de arttı.

Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum, hiçbir şey hissetmemiştim. İtici değildi, ama ilk görüşte sizi etkileyen insanlardan da değildi. Zamanla büyük bir sevgi inşa ettik. Her fedakârlığı içimdeki sevgiyi büyüttü. En büyük olduğu zamanda da çekti gitti. Morgda onu öyle sessizce yatarken gördüğümde nasıl bağırıp çağırmadığıma hâlâ şaşırırım. Onun bana hep yaptığı gibi alnına bir öpücük kondurdum. “Kısa oldu bu dünyadaki görüşmemiz, yine görüşeceğiz” dedim. Dokuz yıl gerçekten kısaydı. İyi gidiyordu her şey. Ama kaderde yazılan olacaktı, oldu.

İnsanlar öleceğini önceden hisseder mi, bu hâlâ sır benim için. O gün (onda) bir tuhaflık hissettiğimi hiç hatırlamıyorum. Her şey her zamanki gibiydi. Akşam yemeğinde ne yediğimiz tüm renkleriyle aklımda. Yemekten sonra her zaman yaptığı gibi ocakta kaynayan çaya yöneldi. Çayı kendi koyar ve yemeğin ardından hemen içmek isterdi. Ben oğlumuzla yemeğe devam ederken, o balkonda çayını içiyordu. Sonrası biraz bulanıklaşıyor. Ev hali, karmaşa… Gece on ikiye kadar olan zaman zihnimde çok kısalıyor. O geçen üç dört saati bir iç sıkıntısı olarak hatırlıyorum sadece. Bilal’i yatırmıştım. Bulaşıkları makineye yerleştirmekle meşgulken, mutfağa gelip darbe oluyormuş dedi… Başta anlamadım. Şaka mıydı, birilerinin uydurması mı? Televizyonu açınca işin ciddiyetini hemen kavradık. Bu zamanda, bu çağda darbe olacağına ihtimal vermediğimden ben hâlâ yeterince kaygılı değildim. Ama o yerinde duramıyordu artık.

Siyasetten umudunu keseli epey olmuştu. İlk gençliğindeki parti heyecanları ona çekici gelmiyordu artık. Haberler zaten bizim evde izlenen, takip edilen bir şey değildi. Gündelik siyasetin kaba dili bizi kendinden uzaklaştırmıştı. Kitap okuyarak hayatın koşturmacalarıyla günleri geçiriyorduk. Ta ki o geceye kadar.

Cumhurbaşkanının herkesi sokağa davet eden seslenişinden sonra fırlayıp gitti. Vedalaşmaya, konuşmaya fırsat olmadı. Sabaha kadar telefonuna ulaşmaya çalıştım. Sonra da şarjı bitti galiba, kapandı zaten. Birkaç saatten sonra anlamıştım. Çünkü çatışma ve şehit haberleri gelmeye başlamıştı. Bilal ertesi sabah uyandığında artık, Allah nasip ederse, onu babasız büyütmek zorunda olduğumu biliyordum. Kocamın şehit olduğu haberini resmî olarak henüz almasam, onu morgda henüz teşhis etmesem de.

Sonraki birkaç gün hayatımın en zor günleriydi. Detayları can sıkıcı.

Memlekete geri dönmeyi, yeşiller içinde bir evde oturmayı sıklıkla düşünür olmuştu son birkaç yıldır. Şehir hayatı bizi mahvediyor, bir an önce buraları terk etmeliyiz diyordu. Cenaze arabasında memlekete dönerken bunu düşündüm: Bak artık dönüyorsun doğduğun topraklara. Yeşiller içinde, geniş gölgeli ağaçların altında yatacaksın. Havadar mezarının üzerinde rengârenk çiçekler açacak.

Bekle bizi, biz de geleceğiz.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar