1. Anasayfa
  2. Düşünce

Muhtar

Muhtar
0

Politika, belirli kişilere mahsus ve belirli sürelerde icara edilen bir uğraş değildir. Politika günceldir. Esasında politika kendine özgü bir (özgür, özerk ve rasyonel) öznenin eyleşi ile ilgilidir. Politik bir aktör olarak vatandaş, kamusal meselelerle ilgili hem rol sahibidir hem de söz sahibidir. Bunun için de elbette öncelikle söz konusu mesele ve durumlarla ilgili farkındalığa ve duyarlılığa sahip olmak gerekir. Bunun yanı sıra şunu da ifade etmek gerekir ki politik bir aktör olan vatandaşın belirli aralıklarla yapılan seçimler suretiyle politik süreçlerin bir parçası olması, onun politik aktör/özne olma vasfını karşılamamaktadır. Başka bir anlatımla bu katılım son derece kifayetsiz bir katılım olmaktadır.

İster milletvekili seçimleri olsun isterse de belediye başkanlığı seçimleri olsun genel olarak seçimler, doğrudan yurttaşın bir özne olması, kendi hayatını ilgilendiren kararların alınmasına katılması anlamında politik nitelikten bir hayli uzaktır. Bu durum kendilerini gelişmiş demokrasiler olarak tanımlayan ülkeler için geçerli olduğu kadar, ondan daha fazla oranda Türkiye için geçerlidir.

Özellikle Türkiye’de aday belirleme süreçleri dikkate alındığında, seçimler parti genel merkezlerince belirlenen adaylara oy vermenin ötesine geçememektedir. Söz konusu durumda seçmen sadece bir noter işlevi görmektedir. Böyle olunca da seçenin seçtiği ile olan ilişkisi daha en başta sakat bir şekilde inşa edilmektedir. Milletin-vekili olması gereken seçilmişler, doğrudan intihap edilme vasfını seçenlerden almadığından-seçmene yukarıdan dayatıldığından, asıl olan/millet karşısında vekil gibi değil asıl ve üst gibi davranmakta ve hareket etmektedirler. Milletin istekleri, talepleri, beklentileri çoğunlukla nazarı dikkate alınmamakta; “bizim aziz milletimiz” ifadesi bir retorikten öteye geçememektedir.

Bu bağlamda yerel seçimler yaklaşırken Türkiye’deki duruma biraz daha yakından bakıldığında, politikanın ve demokratik siyasetin öyküsünün pek çok açıdan anlatına uygun şekilde işlemediği görülecektir. Seçmenin beklentilerinin karşılanmadığı, parti içi iktidar/güç mücadelelerinin şekillendirdiği aday belirleme süreçlerinin varlığı, üç dört dönemdir çok da bir şey yapmamış olmasına rağmen başkanlığını sürdürenlerin yeniden aday gösterilmesi gibi durumlar Türkiye’de seçim sürecinde gözlemlenen dikkate değer sorun başlıkları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tam da bu noktada gündeme gelen bir tartışma projeksiyonumuzu başka bir noktaya yönlendirmemize vesile olacak türdendi. Dijital çağda ve E-Devlet uygulamalarının yaygınlaştığı bir dönemde artık muhtarların işlevlerini yitirdiğini ve dolayısıyla tasfiye edilmesi gerektiğini iddia eden bir tartışma belirli çevrelerde yankı uyandırdı. Öyle ya, artık nüfusa ve vatandaşlığa dair işlerimizin tamamını ya da büyük bir kısmını E-Devlet üzerinden yapabiliyorsak, boşu boşuna binlerce insana maaş vermeye ne lüzum vardı.

Hâlbuki mesele ne sadece bir maaş meselesi ne de bir evrak işi ve buna bağlı olarak beliren işlevsizlik meselesidir. Aslına bakılırsa hali hazırdaki görünümüyle muhtarlık, Türkiye’de en demokratik müessese ve işleyiştir. Çünkü her şeyden önce muhtarlar doğrudan kendi inisiyatifleri ile aday olmakta, herhangi bir başka-dış odağın belirlemesine tabi olmamakta ve bu anlamda milletle doğrudan doğruya muhatap olmaktadırlar. Bu, adayların yukarıdan belirlendiği, seçmenin bu süreçlerde hiçbir dahlinin olmadığı diğer seçimlere nazaran son derece politik ve demokratik bir durum ve vasıftır.

İkincisi seçmenler gerek seçim öncesinde adaylarla gerekse de seçim sonrasında seçilen muhtarla doğrudan doğruya irtibat ve ilişki kurabilmektedirler. Mahalleye ilişkin istek, talep ve beklentilerini dile getirebilmektedirler. Bu anlamda seçmenler kendileri açısından uygun olanın kim ya da ne olduğuna kısmen kimlikten ve ideolojiden bağımsız bir şekilde doğrudan pratik gerekçelerle ve gerçeklerle karar verirler. Bu da esasında politikanın en saf haline işaret eder.

Seçim bir nevi kefalettir, yani seçenin seçtiğine kefil olmasıdır ve dahi ondan emin olmasıdır. Bunun en muttasıl örneği hiç şüphesiz ki muhtardır. Mahalleli doğrudan doğruya seçtiği muhtara kefil olur; bu seçimle ona itimadını dile getirir. Her ikisi arasındaki mesafe bundan ötürü yakındır, azdır. Bir görümlük uzaklıktadır.

Öte yandan muhtar mahallenin doğrudan bir parçası olduğu için mahallenin durumuna vakıftır, aşinadır. Sorunlar onun için başkasının anlatmasına gerek olmayan açık şeylerdir. Dolayısıyla bunları muhataplarına iletme hususunda dışsal bir itkiye gerek olmaksızın da harekete geçebilir, bir teşebbüs icra edebilir. Sonuç itibariyle hem seçilen olarak muhtar hem seçen olarak mahalleli kararların alınmasına doğrudan katılma hem de bu katılımına konu olan kararların doğrudan kaynağı olma bakımından saf politik birer aktöre dönüşürler.

Tam da bu nedenlerle yani doğrudan politik katılım, demokratik siyaset, sorunların daha iyi ve yerinde teşhisi ile daha kaliteli çözüm imkânları, alınan kararların kolektifliği ve içselleştirilme kapasitesi, yurttaşın kendisine, mahallesine, çevresinde ve bir bütün olarak yaşama dair farkındalığının ve duyarlılığının artması/artma olasılığı gibi birçok neden göz önüne alındığında muhtarlığın kaldırılması bir kenara, yetkilerinin, görev ve sorumluluklarının daha da arttırılması gerektiği açıktır.

Kaldı ki tarihsel birikimimiz göz önüne alındığında bizdeki diğer kolektif-politik yapılara nazaran en eskilerinden birisinin muhtarlık olduğu söylenebilir. Bu tarihsel birikim incelendiğinde muhtarlığın çok yararlı ve günlük toplumsal hayatın sağlıklı bir şekilde idamesinde oldukça önemli işlevleri olduğu görülecektir. Muhtarlık en azından yerel siyaset düzeyinde oluşan kompartıman siyasetine de bir panzehir olma ihtimalini bünyesinde taşımaktadır.

Bu genel hatlar nazarı dikkate alındığında muhtarlığın tasfiye edilmesi bir yana bilakis uhdesinde bulunan yetkilerinin arttırılması, niteliğinin daha da belirginleştirilmesi, vatandaşların muhtar ve muhtarlık konusunda bilgi ve ilgilerinin geliştirilmesi; muhtarın, vatandaş ve yerel idareciler ile mülki idare amirleri arasında salahiyet sahibi, ağırlığı olan bir politik aktöre dönüştürülmesi Türkiye’de katılımcı-etkin vatandaş desteğine ve ilgisine dayanan siyaset pratiğinin güçlendirilmesi açısından son derece yerinde ve yararlı bir adım olacaktır. Ve son tahlilde yönetenleri denetlemek istiyorsak, yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vermelerini istiyorsak küçük bir adım da olsa işe buradan başlamamız yerinde olacaktır.

Mahallesini bilen şehrini bilir, şehrini bilen ülkesini bilir.

 

 

1980 yılında Erzurum’un Aşkale ilçesinde doğdu. İlk ve lise eğitimini Aşkale’de tamamladı. İnönü Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun olduktan sonra yüksek lisansını Atatürk Üniversitesi’nde doktora eğitimini ise Süleyman Demirel Üniversitesinde tamamladı. 2005 yılında Kafkas Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi Bölümü’nde başladığı akademik kariyerini ve çalışmalarını hâlen Cumhuriyet Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde sürdürmektedir. İktidar, otorite, egemenlik, meşruiyet; siyasal ideolojiler ve Türkiye’de siyasal hareketler; siyaset ve kamusal alan; devlet kuramı ve devlet tartışmaları; Türkiye’de siyasal modernleşme; Türk politik kültürü ve siyasal hayat konularında çalışmalar yürütmektedir. Çalışma alanları ile ilgili yayınlanmış çok sayıda makalesi ve kitap bölümleri bulunmaktadır. Ayrıca Hatırladıklarımız ve Hatırlayacaklarımız: 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Türkiye’de İdeolojiler ve Devlet Algısı: Kemalizm, Milliyetçilik, İslamcılık ve Sosyalizm adlarını taşıyan kitapları bulunmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir