Düşünce
Muvvakkat Ömürler ve Mekânlar
EKLENDİ
-:
Yazar:
Yıldırım Alkış“Elbette biz sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan,
canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız.
Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)
Bazen hatıralarda gezinmek morali pörsüyen ruhlara iyi geliyor. Ramazan ayı yaklaşırken gündemin farklı alanlardaki yoğunluğu, yolunu gözlediğimiz mübarek ayın gündemini neredeyse unuttura yazdı. Ben de biraz gündem dışı gezineyim diye ruhumu alıp seyre çıktım. İlk molayı Kahramanmaraş’ta geçen ramazan ayının, maziye saklanan üçüncü iftar sofrasında verdik. Nimetlerin içtimaından masada neredeyse yer kalmamıştı. Bir taraftan annemin kuzineli sobada pişirdiği tepsi kömbesini andıran güneşin batışını izliyor, diğer taraftan balkondan caddeyi temaşa ediyorduk. Gelip geçen arabalar, markaları ve şoförleri hakkında sıradan konuşmalar yaparken müezzin efendinin “Allahu Ekber, Allahu Ekber…” deyişiyle kulaklarımız beklenen bu müjdeli sesle irkildi. Bir taraftan da batan güneşi takip eden, büyümeye çalışan körpe hilalin güzelliği gözlerimize bedii haz veriyordu. Sofradaki kaşıkların çokluğu gönüllere şenlik verirken oruç tutmuş olmak da ruhların neşesine neşe katıyordu.
Hemdert ve hemhâl olalım diye farklı coğrafyalarda seyre devam ettik. Zaman ve vasıta endişemiz olmadan Hatay üzerinden Filistin’e geçtik. Hatay yol üzeri nasıl olsa, her zaman gelebiliriz, hem de sıkıştırmayalım, daha fazla zaman ayıralım diye düşündük. Mescid-i Aksa’da iftar sonrası teravih namazını bekleyen bir ailenin çay keyfine misafir olup, sohbet ettik. Teravih namazının arkasından Gazze ve Ramallah’ı, mülteci kamplarını dolaştık. Hiç kimseye dokunamadan gözyaşlarımızı gönlümüze akıtarak ayrıldık. Çanakkale Savaşı’ndan yüz yedi yıl sonra cephedeki mücahitlerin yaptığı ya da yapamadığı gibi sahur ve iftar yaptıklarına şahitlik ettik. Bu arada ihmal ettiğimizi düşündüğümüz Suriye’ye rotayı çevirip sahurun son dakikalarında Cerablus’ta mütevazı bir sofrada yeşil zeytin ve çayla yeni oruca niyet ettik. Bir taraftan hazin hikâyeleri dinlerken diğer taraftan da benzer durumdaki farklı coğrafyalarda yaşayan insanları, Libya’yı Irak’ı, Sudan’ı, Myanmar’ı, Yemen’i düşünmeden edemedik. Onlara dua ederken Türkiye’de yaşayan Müslümanlara verilen nimetler sebebiyle de çokça şükrettik. Tabii bu nimetlerin daha ne kadar devam edeceğini, nimetlerin kıymeti bilinmezse elimizden alınacağını düşünmeden yola revan olduk. Rabbimizin: “Hani Rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti,” (İbrâhîm : 7) hitabını ne kadar tefekkür ve tezekkür etsek az gelirmiş meğer. Kıymeti bilinmeyen nimetler alınıyor elimizden.
Biz o gün için bir sonraki ramazan ayının kime ne getireceğini bilemezdik. Bir Arap atasözü şöyle der: “Musibete uğramayan bir kimse, musibete uğrayan bir kimseden daha az duaya muhtaç değildir.” Onun içindir ki akıbetimizin hayır olması için dua ederiz.
Tüm zamanların ve mekânların; ins, cin ve melekût âleminin rabbi Allah’tır. “Allah, her an yaratma hâlindedir.”(Rahman,29) Yarın ne yaratacak, gelecek ay ve gelecek yıl ne yaratacak; kimi ne ile imtihan edecek; genişleterek mi imtihan edecek yoksa daraltarak mı? Sabırla mı imtihan edecek yoksa şükürle mi? Bunların hepsini O bilir. O ne diyorsa o. Bize yerine göre sabretmek ve şükretmek düşer. Her iki imtihan şekli de müminin imanına kuvvet verir, teslimiyetini artırır. Kâfirlerin küfrünü, münafıkların fıskını artırır.
Ruhumu Suriye’de unuttuğumu sanmayın. Geceyi şehirlerin anası Mekke’de geçirip sabah namazını Kâbe’de cemaatle kıldık. Bir tavaf ve sonra Medine’ye, kutlu şehre revan olduk. Medine’ye nurundan nur katan Ravza-i Mutahhara’nın sahibine selam verip işrak ve duha namazlarının arkasından Pakistan’daki ve Endonezya’daki depremzede ziyaretlerimizi erteleyip geri döndük. Nereye? Konya’ya. Ne alaka Konya? Çünkü muhaciriz Konya’da. Geçen yılın bu günlerinde bir gün mülteci konumuna düşeceğimiz aklımızın köşesinden bile geçmezdi. Suriyeli kardeşlerimizin durumunu kınadık mı bilmiyorum, kendi ülkemizde muhacir olduk, mülteci olduk.
Zaman, mekân ve bunların emanet edildiği insan, Rabbimizin tasarrufundadır. O’na kimse neyi, nasıl tasarruf edeceğini söyleyemez. İtiraz da edemez. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın dediği gibi:
“Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyreyler.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Deme şu niçin şöyle,
Yerincedir o öyle,
Bak sonunu seyreyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”
Ne güzel günler, ne güzel zamanlar ve mekânlar emanet edilmiş bize. Nasıl olmuş da bunca nimetin şükründen gafil olmuşuz. Neleri kaybettiğimizin kıymetini şimdi daha iyi anlıyoruz. Nimetin kadrini bilmek için zelzele olması gerekiyormuş demek ki.
“Be hey unutan nankör, cahil insan hayat denen şu kısa yolculuk ne de çabuk aldattı seni. Sonsuzu unuttun da muvakkatı tercih ettin, kıymetliyi öteledin de kıymetsize sarıldın.” diye kızdım asi nefsime.
“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
Müminlerin dertleriyle dertlenmek ve bir bedenin uzuvları gibi olduğumuzun farkına varmak için daha küçük işaretler yeterdi belki. Ne var ki geç anlayan hatta çoğu zaman anlamak istemeyen nefislerimizin anlaması için yer yerinden oynadı. Şayet anlamışsak şehirleri imara başlamadan önce eskimiş ve pörsümüş benliğimizi mevzuata uygun olarak yeniden inşa etmeliyiz.
Rabbimiz sürekli yeni imkânlar ve fırsatlar veriyor. Şükürler olsun ki yeni bir ramazanla yeni fırsatların ikram edildiği mübarek günlerle bizi tekrar buluşturdu. Yenilenmek için, yeniden kulluğa başlamak için, yanlışları tashih etmek için güzel bir fırsat. Kardeşlik ruhunu ihya etmeye, fedakârlığa, infakımızı katlayarak devam ettirmeye, maddenin hiçliğini idrake yeni bir imkân daha… Eşyanın, kutsal yolculukta ayağımıza takılmasını önlemenin, canlarımız ve mallarımız karşılığında cenneti satın almanın tam zamanı. “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe, 111)
Altı şubat gecesi agresif düşman gibi üstümüze hücum eden merhametsiz soğuk betonlardan, iştahla yağan ve yanan yürekleri soğutmaya çalışan bembeyaz karların üzerine O’nun izniyle salimen çıktık. Kur’an’da anlatılan, “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, ‘Rabbim! Beni geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım’ der…” ( Müminun ,99-100). Onlara izin verilmeyecek olmasına rağmen bize ikinci bir fırsat veren Rabbimize hamd olsun. İmtihan süresi sona eren Peygamber muştusuyla şehadet şerbeti içen cümle müminlere de rahmet olsun.
Muvakkat ömürlerin, muvakkat zamanların ve mekânların rabbi Allah’ım! Sen her şeye kadirsin. “Ol” dedin mi hemen oluveriyor. Kutsal kelamında kim bilir kaç defa okuduk geçmiş kavimlerin helak nedenlerini ve şeklini ama onlar mazide kaldı, sandık. Sanki biz muafmışız gibi dünyaya daldık. Suda boğulanları, haşaratla, kuraklık ve rüzgârla, şiddetli depremlerle, ses ve yıldırımlarla, üzerlerine pişmiş taşlar yağdırılarak helak edilen, haddi aşan o kavimleri tekrar tekrar hatırlatıyoruz ama hep geçmiş kavimlerin hikâyeleri gibi okumuş, bize bir şey olmaz sanmışız. Şimdi çok iyi anladık ki Sen’in her sözün hakikat. Biz de haddi aştık ama lütfuna sığınıyoruz. Bizi said olarak yaşat, şehit olarak vefat ettir. Peygamberimiz (sav)’in dua ettiği gibi dua ederiz:
“Ey Allah’ım! Yüksekten düşmekten, çöküntü altında kalmaktan, boğulmaktan ve yangından sana sığınırım.”
Biz sana aitiz. Biliyoruz ki sen bizi bizden daha çok seversin, korur, kollarsın. “Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz”’ derler.”( Bakara, 156) Biz de öyle deriz. Bu muvakkat ömrü veren ve istediği zaman, istediği şekilde alacak olan da Sen’sin. Bizi öyle yaşat, öyle öldür ki bu muvakkat ömrü ve kıymetsiz metaı vererek kıymetliyi ve bakiyi kazananlardan olalım.
Elbette bir gün öleceğiz. “Yeryüzünde bulunanların hepsi fânidir. Azamet ve kerem sahibi Rabbinin zatı ise bâkidir.” (Rahman, 26, 27) Ey Allah’ım bizi öyle öldür ki ölümümüz anlamlı olsun. Bir ölürken bin dirilelim. Kutsal bir gaye uğruna mücadele ederken, razı olduğun bir işi, bir ibadeti yaparken, bir gönle şifa olurken ruhumuzu teslim al.
Ey Allah’ım her Ramazan ayını farklı bir zamanda getiriyorsun. Bizi senenin her mevsiminde ve her gününde oruç tutma şerefiyle şereflendiriyorsun. Bir taraftan yaz mevsiminde işlerin yoğun olduğu uzun günlerde oruç tuttururken aynı zamanda da bin bir çeşit sebze ve meyveleriyle iftar ve sahurumuzu şenlendiriyorsun. Güz mevsiminde tutulan oruçlar, iftar ve sahurlar ayrı güzel, kış ve baharda tutulan oruçların tadı ve güzelliği daha da ayrı.
Bu ramazan ayında önceki ramazanlardan farklı bir nükteye daha şahitlik ediyoruz. Farklı zamanlarda bizi Ramazan ayıyla buluşturuyordun buna alışmıştık ve sevmiştik. Sadece farklı zamanlarda değil aynı zamanda farklı mekânlarda buluşturdun bizi. On beş milyon kişinin rutinine dokundun. Bu ramazan ya misafirlikte ya da çadırlarda geçeceğe benziyor. Bu değişiklikte ne hikmetler olduğunu en iyi Sen bilirsin. Neticesini hayır et Allah’ım!
Klasik kaynaklarda, “Ramazanü’l-muazzam” olarak da adlandırılan bu ay Osmanlı belgelerinde (ن) kısaltmasıyla gösterilmiş ve “mübarek, şerif, mükerrem” gibi sıfatlarla birlikte yazılmıştır. Bu mükerrem ve mübarek aydan azami istifadeler umuyoruz Rabbimizden. Kâhinlerden, falcılardan, gaipten haber verdiğini iddia eden soytarılardan ve onların felaket kehanetlerinden Âlemlerin rabbi, Rahman, Rahim, Rauf, Latif, Kerim, Subhan Allah’ımıza sığınırız. Ümidimiz odur ki iki bin yirmi üç yılı ve önümüzdeki bu asır Tevhit Asrı olacaktır; lütuf asrı, nimet asrı, bereket asrı olacaktır. Ümmetin birlik asrı olacaktır. Güven asrı olacaktır.
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kuran’ın indirildiği aydır.” (Bakara, 185)
Ey Allah’ım bizi hak yoldan ayırma. Bize doğru ile yanlışı ayırt etme gücü ver. Kur’an’ı bize nur yap, onunla yolumuzu aydınlat. (Amin)


Hz. Nuh’un Helak Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi

Mehmet Akif İnan Vakfı: Vefatının 40. Yılında Necip Fazıl Kısakürek

Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
