Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Nasıl Kapanır Ki Bir Kalbin Çatlağı?

EKLENDİ

:

Kapattım Çatlağını Kalbimin, Fuat Oskay’ın Klaros Yayınları’ndan çıkan deneme kitabının adı. Öncelikle lirik ve şiirsel bir dili var Oskay’ın. Derinlere dalış yaptıktan sonra nefes nefese suyun yüzüne çıkarılan kum tanecikleri izlenimini veriyor yazdıkları. Deruni bir hissedişin, adımlanan bir denemenin ürünü esintiler taşıyor dokunduğu alanlar; ‘Hayat yaşandıkça yazılır; yazıldıkça yaşanır’ aforizması ile bunu dile getiriyor ayrıca.

Okudukça içsel bir yürüyüşe çıkarıyor sizi, rahvan atlar gibi. İçinize yolculuk gibi görünse de bu aslında içten dışa doğru bir yürüyüşün seyrüsefer rehberini andırıyor. Kurduğu cümlelerin gizli ya da açık öznesi ‘sevgi’ kelimesini işaret ediyor. Sevgiden besleniyor kaleminin ucuna gelenler, bir başka ifadeyle mürekkebi sevgi olan bir kalemi var Oskay’ın.

Bir arayış içerisinde yazar; arıyor, sorguluyor bir nefis muhasebesinden geçiriyor kendini ve okuru. Bu arayışın kodlarını gündelik telaşlar arasında saklıyor, hesap bakiyesini sık sık kontrol ediyor satırlar arasında.  Günün sonunda çıktısını aldığı Z raporları; kaygılarını besliyor, hayıflanmalarını çoğaltıyor, görünmeyen yaralarının eksik olan tuzunu tamamlıyor.

Bazen kolay söyleyişten, kolaya kaçan söyleyişe doğru kayan cümlelere de rastlamak mümkün kitapta. Bir bütünün parçalarını tamamlayan mottolardan, aforizmalardan örülü cümlelerin doğal seyrine gölge düşürüyor bu durum. Yazı ve şiir süt gibidir, süt gibi berrak olmalıdır. Filhakika sütün bir kaynama noktası vardır. Kaynamadan önce ateşten alırsanız ya çiğ süt hükmündedir ya da süt kesilir. Kaynadıktan sonra harlı ateşte bekletirseniz de taşar. Buna karşın kaynadıktan sonra kısık ateşte bir süre daha bekletirseniz gerçek kıvamını alır süt. Şiir de yazı da böyledir, hakiki kıvamını sabırla beklemek gerekir kanaatindeyim.

Coğrafi anlamından uzak ‘bir iç ülke’ arayışının tasarı aşamasına ve bir uç ülkeye kaçışın taslak planlarına rastlıyoruz sayfalar arasında. Bu kaçış zaman zaman kadim bir kentin tarihle örülmüş sokaklarında ya da silueti göğe uzanan mabetlerin gölgesinde sırra dönüşüyor, hasret denen hasletle sırlanıyor, sırra kadem basıyor.

İbrahim Tenekeci, ‘Yaralar sarılmaz, saklanır bizde’ diyordu bir şiirinde. Kanayan yarayı saklamak öyle kolay değildir, hele de yaraları beyaz bir tülbentle sarıyorsanız Fuat Oskay gibi. Kalbin çatlağını kapatmak yetmiyor acıları örtmeye. Mürekkep izi kan izine dönüşüyor, kızıl renge bürünüyor kâğıtta ama kâğıt üstünde değil.

Dert sahiplerinden çok derdi sahiplenenlere özgü bir serzenişi var yazarın; okumak, yazmak dert sahibi yapar insanı dercesine. Şikâyeti kendinden, şikâyeti kendine. Müşteki oluşu eğreti durmuyor üzerinde. Kavgası da kaygısı da kendisiyle. Sümeyye Şeker’in ‘Bir oyundan geliyorum Rabbim diyeceğim/Üstüm başım dünya’ dizelerindeki masumiyeti andırıyor, çocukça ve çocuk saflığında. Sofrası geniş, bahanesi de nihalesi de ‘kendine yontma’ değil ‘kendi olma’ makamında.

Sıcak ve samimi bir dili var yazdıklarının; muhatabı ile konuşuyor gibi, dost meclisinde doğaçlama şiir okuyor gibi. Toplumsal yaralara dikkat çekerken yarasına denk gelen yaraları özenle seçer gibi hâlden hâle geçiyor kalemi, rikkatini kaybetmeden. ‘Kalkındırmada birinci öncelikli bölge vicdanlarımızdı oysa’ tespiti, bu durumun en açıklanabilir örneği belki de.

Soruları çalıştığı yerden çıksa da kutsal bir sınav kaygısı taşıyor yazar. Çareler arıyor gördüğü çaresizliklere. Neccar’ın Hallâc’a mirasından arta kalan yangınla sınanıyor. Kaygıları büyüyor sona yaklaştıkça. Başa döndükçe yenileniyor bu kaygılar. Tenkit, tebliğ ve tedbir üçgeninde gelgitlerle başı belada. ‘Alınan her bir nefes, son nefesten öncekinin hesabına yazılır’ cümlesi ile bunu kanıtlıyor.

Metin tahlili açısından bakıldığında ise bir dil ve üslup arayışında Oskay. Zaman zaman didaktik bir dile yaslanırken zaman zaman da edebî sanatların inceliğinden besleniyor. Deneme diline yakın olduğunda söz konusu öğretici dilin etkileri azalsa da metin atlası üzerinde bir nakısa olarak göze çarpıyor. Bu nakısa ilk eser olması hasebiyle hoş görülebilir ancak süreç içerisinde yol kolaylığını, kendi sesini bulma maharetini mazeret olmaktan çıkaracaktır.

‘Ruhu saran yalnızlıktan’ söz ediyor, tuval üstüne özenle çizilecek bir hayatın resmini tahayyül ediyor bir ressam gibi. Hayatın akordunu arıyor ‘ses kalitesini artırmak’ için. Hep bir yanı eksik kalan resmin yüzüncü adını, sekizinci rengini arıyor; kalemi renklerin peşinde. Yalnızlığın izinde yazar, izleri de arıyor izleği de. Aklıma, Rabia Gelincik’in o zarif dizesi geliyor: ‘evlere temizliğe gidiyor bir kadının yalnızlığı’… Bütün bu canhıraş telaşı burada gizli zannımca.

Buradan bir söz de eserin editörüne söyleme hakkımız olsun: İçeriğindeki denemelerin sıralanışına ilişkin endişeler barındırıyor eser. Legonun dağınık parçalarını toplayıp doğru yerlerine yerleştirme ve büyük resmi tamamlama görevini okura bırakmış sevgili editörümüz. Tematik planlama, matematiksel sıralamanın önünde olmalıdır. Bilinçli ya da bilinçsiz yapılan bu eylem okurun kafa karışıklığını gidermeye ne denli katkı sağlar, bunu zaman ve sahadan gelecek olan dönütler belirleyecek kuşkusuz.

‘Kapanır mı ki kalbin çatlağı?’ sorusu yerine ‘Nasıl kapanır ki kalbin çatlağı?’ sorusunu sormak daha uygun olur sanırım. Oskay’ın Kapattım Çatlağını Kalbimin kitabı üzerine son sözü söylemektense, Ercişli Emrah’ın veciz dizelerini buraya not düşmek en güzeli: ‘Kefen yetmez imiş garip ölene/Meğer yârin yazmasına saralar.’

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar