Genel
Natura Naturata: Dinler Tarihinde Doğa Ve Depremler
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mustafa Alıcı, Prof. Dr.Kutsal dini metinlerde doğal afetler (özellikle yıkıcı depremler), anahatlarıyla dinamik dünyevi fenomenleri olarak “kozmik uyarılar” veya fiziksel cezalar olarak insanlara katı dini emir ve mesajlar iletmek için özel olarak tasarlanmıştır. Burada amaç, muazzam ilahi gücün etki, bilgi ve kontrolü altında toplum ve bireylerin ibadet ve eylemlerini iyimser anlamda tüm açıklığı ile izhar etmek veya kötümser anlamda takipçileri üzerindeki gücü korumaktı. Ancak İlahi kudretin izhar veya tecelli alanı olan olgun doğanın muazzam “enerjisinin” nasıl kullanıldığı Dinler Tarihinde önemli bir sorun olmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de adı deprem (zilzal) olan bir surede doğrudan tarihin sonunu belirlemek üzere depremin de bir parçası olduğu kıyametin kopuşundaki tabiat olaylarını veya tarih boyunca bir kavmin “özel ve mahalli kıyameti” anlamına gelen, inkar ettikleri veya ilahi uyarılara ve ahiret meydan okudukları ve talepte bulundukları kıyameti tattırıcı depremler mevcuttur. İlahi kudretin mekanik ve doğal tezahürleri olarak tabiat olayları, bu dünya hayatında otomasyona bağlanırken insandan istenen aklını, bilgisini ve yeteneğini en üst seviyede çok boyutlu olarak kullanabilmesidir. İslam için Allah’ın doğa ilahi kudretin hikmetle yoğrulduğu alan olup diğer dinlerde olduğu gibi asla ibadete zorlayıcı koz veya kulu Allah’a yaklaştıran korkutucu bir vasıta olarak kullanılmamıştır.
Ancak diğer kutsal metinlerde depremler, belirli coğrafi şartlarda, doğal, tarihsel veya tarih öncesi depremler gibi tipolojileriyle doğrudan ilişkilendirilemez aksine doğrudan ilahın zat veya kudret veya otorite belirtici sıfatlarıyla ilintili anlatılmaktadır.
Bu dinlerde ilahi gazap, ceza ve merhamet geriliminde deprem hakkındaki temel tartışmaları içerir. İslam haricindeki dinlerin düşünce sistemleri, katı bir kadercilik ile depremleri önceden belirlenmiş bir kader olarak kabul etme yönünde gelişmiştir. Ne yazık ki, kadercilik doktrini ile anlatılan “dini kimlikteki depremler”, gelişmekte olan ülkelerdeki insanları ve devletleri deprem riskinin en aza indirilmesine aktif olarak dahil olmaktan alıkoymaya devam etmektedir.
Daha özelde İslam haricindeki dinlerin depremlerle ilgili görüşleri hurafeler ve mekanik olaylarına zıt bir şekilde tamamen teolojik bir mesele olarak anlatılmaktadır. Söz gelişi Dinler Tarihinde depremlerde ilgili en eski verilere sahip olan Hinduizm’de bilhassa Hindu panteonunda en önemli üçlü tanrı sisteminden birincisi Rab Brahma (yaratıcı olarak), Vişnu (koruyucu olarak) ve deprem ve doğa felaketleri koz olarak kullanan Şiva (yok edici ve yeniden yaratıcı olarak) olarak bilinirken, güneşi, ayı, rüzgarları, okayanusları, depremleri kontrol eden dişi enerjiyi temsil eden Durga veya kötülük ve felaketleri bireyselleştiren Lakshmi gibi başka ikincil derecedeki önemli tanrılar/kuvvetler de vardır. Rab Krişna aynı zamanda dünyada meydana gelen olumlu ve olumsuz tüm görülen olaylardan bahseden ve onları Tanrı Brahma ile doğrudan ilişkili gören bir metafizik varlıktır. Hinduizm’de hem vahiy kitapları Rig-Vedalarda hem de ikincil derecedeki Adbhuta Sagara ve Brihat Samhita adlı kutsal metinlerde Yeryüzüne çok sıkça düşen uçan dağların depremlere yol açtığı; Yeryüzünün isteği üzerine Tanrı İndra’nın uçan dağların kanatlarını kestiğini böylece dünyanın depremden beri olabildiği anlatılmaktadır. Tanrıça Kali, korkunç bir kötü ruhu öldürünce sevincinden dans etmiş ve bu da büyük bir depreme yol açmıştır. Hindu mitolojisinde depremler çoğunlukla Rakşasa adlı kötülük yapan metafizik varlıkların işi olarak da görülmüştür. Brihat Samhita adlı metinlerde rüzgar, ateş, gök ve su formundaki dört farklı tanrının sebep olduğu “dört ayrı deprem” türünden bahsedilmektedir. Hindu metinlerinde depremler birer problem olarak görülmekte ve bu sorunu çözmek için her bir deprem türünü yaratan tanrılara özel olarak ibadet edilmelidir. Söz gelişi yağmur yoksa ibadet edilmediği içindir ve buna bağlı bir deprem türü insanlara zararlı olacaktır.
Budizm’in kurucusu Siddhārtha Gautama Budha (MÖ beşinci yüzyıl) Heva ve hevesin Efendisi İblis Mārā ile karşılaştığındaki sahnede deprem dini motif olarak anlatılır. Şeytan Mārā filinin üzerinde Buda’ya doğru yaklaştığında Dünya’nın sarsıldığı; buna karşı Budha’nın bir Pipal Bodhi; (Uyanış Ağacı]’nın altında aydınlanrken sağ elini kaldırıp aşağı uzatarak parmağıyla Dünya’ya dokunarak onu teskin edip sükûnete erdirdiğinden bahsetmektedir.
Kadim İran’da Zerdüşt dini geleneğinde Kötü Ruhun (Ehriman), iyi yaratıma karşı yapığı üçüncü hakareti sırasında kötü ruhların (div) hücuma geçtiklerinde dünyanın sarsıldığından ve dağların yaratıldığından bahsetmektedir. Depremler, iyiler ile kötülerin mücadelesinde kötülerin en büyük silahı olarak dünyanın sonunu işaret eden ve kötülerin son kozlarını oynadıkları birer silah olacaktır.
Yahudilik için deprem, en basit formuyla kavmine karşı Tanrı Yahve’nin kararlılığının ve yarattığı korkunun “bir tecellisi” olarak kabul edilir. Bu sorgulanamaz anlayışının dışındaki her türlü düşünce pagan bir inanç, Rab Tanrı’nın gücünün inkarı ve açık bir sapkınlık olarak görülür. Öyle ki depremler, şimşekler, gök gürültüsü ve fırtınalar gibi doğal afetler veya güneş tutulmaları veya kuyruklu yıldızların görünmesi gibi sıradan olmayan olayların tamamı savaşçı Yahve’nin donanımlarıdır. Aynı çizgide yürüyen Hıristiyanlığın kutsal metinlerinde (bilhassa Yeni Ahit anlatımında) depremler, yaklaşmakta olan İsa Mesih’in kuracağı Tanrı krallığının en büyük alametleri olup aynı zamanda Rab İsa’nın ayak seslerinin işaretleri ve ahlaki ve dini azgınlıkların da habercisi hükmündedir.
İslam’ın depremle ilgili verileri çağdaş sismoloji bilimine uygun olup son günlerdeki depremler kıyametin kopuşu için sebepleri vermektedir. Bunun yanında kadim zamanlarda bazı inkarcı kavimlerin helakı için “bir bahane” değil tam anlamıyla o milletin beşeri meydan okumalarına karşı karşıt sezgisel değerdeki ilahi sonuçlar gibi görünmektedir. En derin analiz ile kendi peygamberlerinin “yaklaşmakta olan kıyametle korkutmalarına uyarılarına aldırış etmeyen, vaat ettikleri kıyameti koparmasını isteyen ve bozgunculuk yapmaya devam eden azgın milletlerin kendi bağlamlarında bölgesel, geçici ve inkar ettikleri kıyameti tecrübe edip yaşamaları açısından düşünüldüğünde dünyanın yok oluşunu ve öteki dünyanın varlığı için “en somut bir sonuç” olarak anlaşılması gerektiği açıktır.
Bütün bunlara rağmen varlıklar içinde biyo-kognitif açıdan en güçlü insan, acımasız olgun doğa karşısında daima kahredici şekilde üstün, halife ve kudretli olabilen bir varlıktır. Dahası insan, epistemik açıdan engin bilgisi ve yıkıcı tabiat olayları ile baş edebilecek, alt edebilecek veya onlara karşı dik duracak antropolojik (sosyo-kültürel) donanımlara da sahiptir. Müslüman, mükemmel işleyen bir otomasyona bağlı tıkır tıkır işleyen ilahi sistem (sünnetullah) içinde İlahi kudretin izharı olup onları kullarına karşı suiistimal aracı olarak kullanmayan Rabbine her daim kulluk bilincinde olarak hareket etmeli ve hatalarından dersler çıkarıp en enerjik ve en dinamik haliyle kendini, çevresini cemiyetini milletini ve insanlığı yenilemeye, yeniden inşa etmeye devam etmelidir. Daha özelde Müslüman Türk Milleti, her çağda asla kötümser olmadan kendi tarihi boyunca sadece kendisi için çalışmamış tarihini kendi varoluşu tarihi olarak hiçbir zaman görmemiş aksine tüm olumsuzluklara rağmen maruz, masum ve mazlum insanların hamisi ve tüm insanlık adına çıkan bir ışık ve umut olmayı her zaman sürdürmüştür. Geçmiş Olsun Aziz Milletim!
Prof. Dr. Mustafa ALICI
EBYU, İLAHİYAT FAKÜLTESİ, DİNLER TARİHİ ANABİLİM DALI
Beğenebileceğiniz Gönderiler


Hz. Nuh’un Helak Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi

Mehmet Akif İnan Vakfı: Vefatının 40. Yılında Necip Fazıl Kısakürek

Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
