Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

NAZIM HİKMET’İN PUTLARI KIRIYORUZ KAMPANYASI (HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER) -VI-

Türk Ocağı’nda Başkan olarak görev yapanHamdullah Suphi, bu görevinden de yararlanarak Nâzım’ı komünistlikle suçlamaya ve ağza alınmayacak tarzda küfürler savurmaya başlar.

EKLENDİ

:

Bir önceki yazımızda Nazım Hikmet’in belli bir düzen içinde “Putları Kırıyoruz Kampanyası”ndasırayla önce Abdülhak Hamid’i ve daha sonra daMilli şair olarak kabul edilen Mehmet Emin Yurdakul ve ardından da sıranın bu defa Hamdullah Suphi Tanrıöver’e geldiğinin ve onunla kavgaya tutuştuğunu yazmıştık

Hamdullah Suphi, 1918’de Almanya’ya gitmiş, “ öğrenci Müfettişliği” görevi ile gitmiş, sol eğilimli gençleri (Vedat Nedim Tör, Nurullah Esad Sümer, Vehbi Sandal gibi) hükümete jurnal etmiş ve onların İstanbul’a çağrılmasını sağlamıştı.

1947’de konferanslar vermek üzere Amerika’ya gitmiş, Eisenhover, Colombia Üniversitesi rektörü sıfatıyla kendisiyle on beş dakika konuşacakken bunu yarım saate çıkarmıştı. Amerika dönüşü CHP’nin 7. Kurultayı’nda kendisine sert eleştiriler yapılmış ve CHP’den istifa ederek ayrılmıştı.

Nâzım Hikmet’in “ Resimli A y” dergisinde,yazar ve teknik sekreter olarak işbaşı yapmasından sonra (Mayıs 1929) giriştiği bu edebî tartışma, basındünyasında hemen sert tepkilere yol açmıştı. O günekadar kendisinden “ Dahi-yi Â’zam” diye söz edilen Abdülhak Hâmid Bey:

“ Ya Rab bu gece yılan mı yuttum.

Şeytan mı yedim, peri mi yuttum” gibilerden mısralar yazmış ve hatta:

‘‘Sizlerdeki itikad hoştur

En doğru o, bizimki boştur” türünden kolay manzume dizeleri de karalamış ve anlaşılmaz bir halet-i ruhiye içine girmiş, hatta Fransız klâsiklerinden fazlasıyla esinlenen piyesler yazan biri olarak ortaya atılmıştı. Zarifti, ağırbaşlıydı ama. Nâzım Hikmet’in edebî değerlendirmesine göre “ Devri için belki yeni bir Osmanlı şairi” idi. Fakat o günler artık geride kalmıştı.

Nâzım Hikmet, Abdülhak Hâmid’i yaşadığı Osmanlıtoplumu dönemine göre değerlendiriyor ve onu “ Şekspir, Rasin gibi Batılı yazarların etkisi altında kalmış olduğunu, dolayısıyla onların taklitçisibir sanatkâr olarak görüyordu. Nâzım, yazı dizisinin İkincisinde “ Millî Şair Mehmet Emini hedef tahtasına oturtmuş ve onu “putları kırıyoruz” kampanyasında ikinci sıraya yerleştirerek saldırı oklarını ona yöneltmişti

Nazım’a göre, “ Mehmet Emin, millî bir şair değildi. Millî şair olmanın hiç bir vasfını da taşımıyordu. Öncelikle Türk şairi olarak gösterilen bu şair, Türkçe yazmaz. Şiirlerinin dili de ne Türkçedir, ne Osmanlıcadır. Uydurma, hiç bir sınıf, tabaka ve ferdin konuşmadığı sunî bir lisandı. “Gerçekten de şiirlerinde, şiir öğeleri pek bulunmayan Mehmet Emin’den örnekler vermekte ve kendisinin tezininkanıtlamaya çalışmaktaydı.

Evet benim her şiirimde yılan dişli diken var

Sizler gidin, bal verecek yeni açmış gül bulun,

Belki benim acı sesim kulakları tırmalar

Sizler gidin, genç kızların türküsüyle şen olun.” Gibi dizeler bunun somut bir örneği idi.

Nâzım Hikmet:Diyeceksiniz ki, Emin Bey terkipsiz, temiz Türkçe ile şiir yazmağa çalışan ilk şair olduğu ve bu hususta önünde hiçbir örnek bulunmadığı için, gayet tabiî olarak acemiliklere düşmüştür… Sakın böyle bir fikri ortaya atmayın. Zira Mehmet Emin Bey’den çok daha önce bugünkü Türkçeye çok yakın bir tarzda şiir yazan şairler vardı. Binaenaleyh, Mehmet Emin Bey’in dili, bu dile göre bir irticadır.”

Bu tür eleştirileri o güne kadar yapmayan veNâzım’a göre daha yaşlı ve daha önce basında yer tutmuş yazarlar, sözü geçen yazı dizisini öfkeyle karşıladılar, önce Yakup Kadri, sonra Hamdullah Suphi ve Ahmet Haşim, Nâzım’ı suçlamaya ve “ Resimli Ay”ı susturmaya çalıştılar.

Türk Ocağı’nda Başkan olarak görev yapanHamdullah Suphi, bu görevinden de yararlanarak Nâzım’ı komünistlikle suçlamaya ve ağza alınmayacak tarzda küfürler savurmaya başlar.

Hamdullah Suphi, Yakup Kadri’ye 27 Haziran 1929 tarihli İkdam gazetesine şu demeci verdirir: “ Bazıları ipten ve kazıktan kurtulmuş kaşarlı sabıkalılardır. Bunların içinde öyleleri vardır ki, daha yirmi beş yaşına basmadan hayatlarının en güzel çağını zindan köşelerinde çürütmüşlerdir. Bir kısmı ise, komünist çakalların Türk ırkdaşlarımızın kanı ile bulanmış ellerini öpmeği ve onlara dair kasideler terennüm etmeği bir maişet vasıtası haline getirmişlerdir.”

Hamdullah Suphi oldukça tedirgin, oldukça hiddetli, oldukça sert ve daha eylemci bir düşman kesilir Nâzım Hikmet’e... Nazım’ın edebiyat eleştirisine sataşan Hamdullah Suphi, 7 Temmuz 1929 tarihli İkdam gazetesinde, manşete çıkan yazısında “Putlar nasıl kırılır?” diyor ve durumu şöyle dillendiriyordu: “ Geçen gün Abdülhak Hâmid’in putunu kırmak istediler, niçin? Türk’e, Namık Kemal’e, Şinasi ile diğer Tanzimat şairlerine vatansever birer şair oldukları için. Dün, Mehmet Emin’i yıkmaya ve yıpratmaya kalkıştılar. Resimli Ay’ın sayfalarında, milli şairin kırmızı mürekkeple damgalanmış yüzünü seyrettim, niçin? Türke milliyet sevgisi veren bir şair olduğu için.

Hamdullah Suphi, yazısının devamında hakarete varan ifadelerle “Bolşevik Kapısının Müseccel Köpeği” başlığıyla bir yazı daha kaleme alır.Hamdullah Suphi, arkasına Türk Ocaklarını almıştı ve militan gençliği Nâzım’a karşı kullanmadan rahatedemeyeceğini düşünüyordu. İkdam gazetesinde Nâzım’ı sindirmeye yönelik çok sert bir cevaplar veriyordu. İşin içine politikayı da karıştırarak bir noktada şairi jurnalliyordu: Abdülhak Hamid bir dâhidir. Bunlar, putları değil, milli ediplerimizi, dâhilerimizi yıkmak istiyorlar. Bu edebiyat tartışması değil komünizm propagandasıdır. Karşımızdakiler kimlerdir? Bolşevik kapısının müseccel köpekleri! Putları kıranlar bunlardır.”

Hamdullah Suphi, başkanı olduğu Türk Ocakları Merkez Heyeti Reisi sıfatıyla konuyu bu açıdan ele alarak gençleri tepki göstermeye çağırıyordu. Yaşanan ve olup biten bu olay, 8 Temmuz 1929 tarihli İkdam gazetesinde şu başlıkla veriliyordu: “ Asil Türk gençliği kendisini göstermeğe başlar. Gençler, Resimli Ay idarehanesine gider, sahip ve başyazarı olan Mehmet Zekeriya Sertel’e atıp tuttururlar. Sertel, gençleri yatıştırır ve konunun gerçek amacını anlatmış olur bu gençlere… İkdam’ınhaberine göre, “ Bu gençler, millî cephenin önünde hürmetle görmeğe alıştıkları isimlere karşı yapılan çirkin tecavüzleri bizzat şiddetle reddettikleri gibi, bu gibi şayiaların devamına asla razı olamayacaklarını ve malûm yazıların mütemadiyen Türk gençliğine mal edilmek istenmesinden üzüntü duyduklarını” heyecanlı bir dille anlatırlar.

Hamdullah Suphi genç öğrencileri, 15 Temmuz 1929’da Türk Ocağı’nda toplamış ve onlara durumuaçıklanmıştı. Yakup Kadri de bu toplantıdakonuşmuş, yanlış anlaşılan yazısı üzerine “ Gençliğe Hitap” başlığıyla yeni yazılar kaleme alacağını vadetmişti. Nitekim bunlar yayınlanır ve “ 4. Hitap”başlığıyla da 6 ağustos 1929’da, Mustafa Kemal’in İstanbul’a geleceği güne denk getirilir. Nâzım’a yapılan suçlamalar, öyle bir ortam yaratır ki, Ağustos 1929’da “ Resimli Ay”da yayınlanan “ Sesini Kaybeden Şehir” başlıklı şiiri hakkında kovuşturma açılır. Kovuşturma nedeni yasak fiile teşvik (greve övgü, greve teşvik) iken” şeklinde İkdam” gazetesi haberi şöyle verir: “ Resimli Ay Mecmuası’nın bir nüshasında intişar eden Sesini Kaybeden Şehir serlevhalı bir şiirde komünistlik propagandası mevcutolduğu dolayısıyla Müddeiumumilikçe (savcılıkça)dava ikame olunmuş ve evrakı, 3. Ceza Mahkemesine verilmiştir.”

Bütün bu olup bitenlerden ve saldırılardan sonra, sıra şimdi de Nazım Hikmet’tedir. Zehir zemberek bir şiir kaleme alır.

“Cevap No 3 – Bir Komik Âdem” başlığıyla, NâzımHikmet’e, dolayısıyla Resimli Ay’a karşı saldırının kışkırtıcısı, hem de baş örgütleyicisi durumunda olan, rk Ocağı Merkez Heyeti Başkanı Hamdullah Suphi Bey’e yönelik çok ağır bir şiir yazarak öfkesini dile getirir “Bir Komik Âdem” başlığını taşıyan şiirle Nâzım Hikmet, bir anlamda “Putları Kırıyoruz” kampanyasına başka bir boyut kazandırır. Etrafındaki çember her geçen gün daralmaktaydı. Edebi alanda başlattığı kampanya kısa sürede siyasi bir nitelik kazanmıştı. Kendi safına çekebileceği kişileri bile karşısına almak durumda kalmıştı. Bu ünlü şiirinde Hamdullah Suphi’nin portresini  çizerek şöyle diyordu Nazım Hikmet: “Gözleri, kulakları, elleri, ayaklarıyla /han hamam, apartman ve konaklarıyla/ çatal, bıçak, tabak ve bardaklarıyla/16 sayfaları, baskı makinaları-tanklarıyla/ yamak ve yardaklarıyla/hücuma kalktılar!../ hele içlerinde öyle bir tanesi var/ öyle bir tanesi var ki /İnsanın yüzüne öyle bakar/ öyle melûl bakar ki / toka edersin eline papelini/ve sıkar sıkmaz onun belini/sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırpar elini /O komik bir âdemdir/Portakal oğlu zâdemdir.  

                                  ***                

Han, hamam, apartman ve /konaklarınızda /çatal, bıçak, tabak ve bardaklarınızla /yamak ve yardaklarınızla/ hücuma kalktınız!/Hak varsa eğer /hücuma kalkmak hakkınız. /Efendiler /ikinizle teker teker/paylaştık kozumuzu!/Şimdi sıra onun /gelsin o!!/Gel./Sen /itlerini öne itip/karanlıkta yol kesen/hatip!!!/Sen /Beşinci Mehmedinsaltanatını,/Halifenin altın nallı kır atını/papellerin kat katını/ve teneke suratını /doldurup torbana/ sıska sırtında taşıyorsun./Torbanı doldurmak için yaşıyorsun./Bana gelince /ben:/geniş omuzlarımda dimdik bir kelle /taşıyorum. /Ve yaşıyorum /kellemin /içindeki /için. /Farkındayım niçin:/Kan/fışkırıyor/bana bakan /‘ateş feşan?!/gözlerinden.. Ve niçin /cümleler ezberlemişsin/Fehim Paşanın /sözlerinden…/Fehim Paşa’nın hayrülhalefi /bize sökmez afi/Çıkmak istediğim yaldızlı merdiven yok. /Kalbimin elinde ipekli eldiven yok. /Çıplak bir yumruk gibi kalbimi /soymuşum./Kellemin/içindeki/için /kellemi koymuşum./Sen…/Hayır…/Seninle böyle konuşmak istemem…/Hem,/ben ki yegâne asaleti/dişli düşmanla/boğuşmakta bulanım /seninle boğuşmak istemem /Sen bir komik âdemsin/Portakal Oğlu zâdemsin. /Toka ederler papelini,/sıkarlar senin belini /sivri, dilli, zilli bir bebek gibi çırparsın/elini./Sen bir komik âdemsin!. / Sen… /Fehim Paşanın hayrülhalefi…………../ Bu kadar kâfi..”

Hamdullah Suphi’nin ihbar niteliğindeki yazılarından dolayı, Nâzım Hikmet, onu Fehim Paşa’mn yerini tutacak biri olarak niteliyordu. Fehim Paşa, İkinci Abdülhamid’in baş hafiyesi idi. Halka karşı çok kötü davranmasıyla ün yapmıştı. Hiç bir savaşa katılmadığı halde jurnalciliği nedeniyle yirmi beş yaşında paşalığa, otuz yaşında korgeneralliğe terfi ettirilmişti. Sonu, linç edilmek olmuştu.(Gelecek yazıda Yakup Kadri Karaosmanoğlu işlenecektir)

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar