Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Necip Fazıl’ın Gözünde Cahit Sıtkı Tarancı

Büyük sanatkâr ve şairlerin alkıştan ve ilgiden hoşlandıkları-istisnaları olsa da- genellikle sık sık görünen ve tanık olunan bir konudur… Necip Fazıl’ın şiir hayatı 3 devreye ayrılır ve bu üç devre ayarı ayrı adlandırılır.

EKLENDİ

:

Büyük sanatkâr ve şairlerin alkıştan ve ilgiden hoşlandıkları-istisnaları olsa da- genellikle sık sık görünen ve tanık olunan bir konudur… Necip Fazıl’ın şiir hayatı 3 devreye ayrılır ve bu üç devre ayarı ayrı adlandırılır. “Onu, (Necip Fazıl) 1934’e kadar hep Genç Şair diye görecek, 1934-43 arası komünist ağzından Mistik Şair diye gösterecek, 1943’ten bu yana Fikret Adil’in tabiriyle Sabık Şair diye belirteceğiz” diyerek kendi hayatını 3 kısma ayırır.

Üçüncü şiir kitabının da çıkmış olduğu o devirde Genç Şair şöhret denilen belayı artık tatma mevsiminde. Bodler’in:

“Riyakâr okuyucu,

Benim benzerim,

Benim kardeşim!”

Dediği insanlar ne tuhaf şeylerdir! Sanırlar ki, sivrilttikleri, yükselttikleri, cüce ruhlarındaki hasretin dev aynasından seyrettikleri isim sahipleri, kendileri gibi değildir, onların hazım cihazları yoktur, yemezler, içmezler, tuvalete çıkmazlar ve beşeri sefaletlerin ötesinde yaşarlar. Evet adeta böyle sanırlar ve onların nebati (bitkisel), hayvani ve eğer bulabilirlerse insani hayatları üzerinde türlü meraka düşenler, bazıları da böylelerinin kendi hayalinde renklendirir, biçimlendirir, belli bir fon ve dekor içine alır.

Bu görüşü Genç Şair’e ilk defa istikbalin güçlü bir şairi kabul edeceği, o zamanlar Galatasaray talebesi ve henüz şiir tüyleri yeni çıkmaya başlamış, Cahit Sıtkı (Tarancı) ilham etti. Gen Şair, sağdan ve soldan sık sık almaya başladığı mektuplar içinde “Cahit Sıtkı” imzalı bir tanesinde, kendisini göklere çıkaran bayağı övme laflarından sonra şu satırları gördü:

“-Siz bugün Türk sanat tahtında heybetle oturan bir şiir kralısınız!”

“İşkembeciler kralı”, “gazinocular kralı”, “şişmanlar kralı” tarzında bu bayağı yakıştırma genç şaire öyle bir adilik hissi verdi ki, şiir yazmaya başladığını haber veren bu genç şaire ümit bağlayamadı, onun “gece bir sebep mi, bir netice mi” şeklinde metafizik ukalalıklarının dehâ sanıldığı günlerde bile ümitsizliğini muhafaza etti. Bilerek, bilmeyerek maden cevherini kendisinden devşirildiklerine şahit olduğu kimselerin bu madeni, “mamul eşya”ya çevirme zaaflarına da, cahit Sıtkı’yı en olgun ve ergin zamanında bile kabul etmekten cayamadı.

5-6 yıl sonra, Babıali’de, bir mecmua idarehanesinde, o zaman ve ilk defa “Senfoni” ismiyle çıkan “Çile” şiiri üzerinde görüşülürken aralarında şu konuşma geçecektir.

-Nasıl buluyorsun , Cahit, “Senfoni”yi?..

-Büyük şiir!… Ama baş şiiriniz diyemem… Mesela “Kaldırımlar” ayarında değil…

His kumaşı ne kadar nadide olursa olsan, kolay anlaşılan ve sevilenden nefret ediyorum! Benim “poetik” anlayışımda sanat, Allah’ın sırlarına doğru ebedi bir arayıcılıktır. Allah ki, mücerredin mücerredi (Soyutun soyutu), iş, onu gâyeleştiren şiirde.

-Sükut! İlerideki Mistik Şair yine soracak:

-Allah’a inanıyor musun?

-Bazen çetin şartlar altında kaldığım, sıkıştığım, bunaldığım zamanlarda…

Gerisi ve şiirinde atmaya çalıştığı kuru akılcı mücerretler perendesi bir oyun, bir özeniş Cahit Sıtkı’da… O, hiçbir zaman hususi tahassüs (duygulanım) ve büyük ürpertiye ulaşmadı. Çağdaşı Muhip (Dranas) ise “deseni kendine mahsus bir dil ve duygu kumaşı örebildi.

Çok Okunanlar