İran’da safran hasadının son günleri ve istikamet Horasan…
Kadim İran topraklarında, kayıp mirasın izini sürüyoruz.
Başkent Tahran’ın hemen güneyinde Büyük Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapan Rey şehrinden hareket ediyoruz. Tuğrul Gazi’nin mezarının olduğuna inanılan Burç-e Tuğrul’dan… Bizi yolumuza yaşlılıktan iki büklüm olan türbedar uğurluyor:
– Uğurlar ola! Tuğrul’a selam ola!
Nişabur’a ulaşmadan evvel Sebzvar’dan geçiyoruz.
Eski adıyla Beyhak olan bu şehirden geçerken Mevlâna Mesnevi’den bize kıssasıyla eşlik ediyor.
Kıssaya göre Harzemşah Sultanı Sebzvar’ı fethettikten sonra ahalinin canını tek bir şartla bağışlamayı kabul ediyor. Bana Ebubekir adlı birini bulup getireceksiniz. Ahali canhıraş, köşe bucak Ebubekir arıyorlar şehirde. Şehri didik didik edip sonunda yıkık dökük bir kuytuda uyuyakalmış, hastalıktan perişan bir yolcu buluyorlar. Adı Ebubekir’miş! Ebubekir bu olana bitene razı değil. Kudretim olsa buralarda durmaz, düşman yurdunda kalmazdım diye sitemkâr… Kellelerini kurtaracak ya ahali… Rızası hilafına da olsa tutuyorlar Ebubekir’i hamallarla Padişaha götürüyorlar.
Mevlâna’ya göre Sebzvar bu dünyanın ta kendisi… Padişah, Cenab-ı Hakk… Ebubekir ise Hak yolcusu…
Mevlana’nın bu kıssasını kulağımıza küpe yapıp Nişabur’a ulaşıyoruz.
Nişabur’da Feriduddin Attar’a uğruyoruz. Mevlana’ya ilham veren, simyacı Attar.
Bu diyarlarda Ebubekir aramak zor zanaat ama Attar bize kendisini ve şehrini takdim ediyor: Hoş geldiniz Nişabur’a. Ben, Ebu Hamid bin Ebubekir İbrahim…
Attar hakkında Mevlâna şöyle diyor: ‘Attar, yedi aşk şehrinin hepsini gezdi de bendeniz yalnız tek bir sokağının köşesindeyim.’
İkinci kapımız gökbilimci Hayyam… Rubaiyat yazarı… Ömer, Nişaburlu çadırcı İbrahim’in oğlu Ömer Hayyam…
Akşamüzeri vardığımız Nişabur, Büyük Selçuklu Hakanı Tuğrul Gazi’nin hareket noktamız Rey’den önceki ve ilk başkenti…
Tuğrul Gazi’nin Nişabur’u başkent yapıp adına para bastırmasıyla bayındır olan şehir, artık terk edilmiş bir havada.
Safran hasadının son günlerinde güneş artık Türkiye’ye bakan tepelerin üzerinden batıyor.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Nişabur sırtlarında doğduğu köyün çeşmesi de kurumuş.
Bu kadim Horasan topraklarında adına para basılan Selçuklu hakanı, gölgesinde dinlenilen Selçuklu kervansarayı bulunmuyor. Ebubekir oğlu İbrahim de Hayyam’ın oğlu Ömer de artık yok. Ancak, safran çiçekleri her kışdönümünde açmaya devam ediyor.
Moğol İstilası sonrasında ve izleyen devirlerde İran’daki Büyük Selçuklu şehirleri kendilerini bekleyen makus ve kaçınılmaz talihi paylaşıyor. Rey ve Nişabur da bundan istisna değiller. Yitik tarih, yitik miras demek.
Nişabur’un mor safran tarlaları gün batımında bizi uğurluyor. Hasat bu sene yüz güldürmüyor, umutlar seneye güzdönümüne kalıyor.