Okumaya çok küçük yaşlarda, yazmaya lise yıllarında yerel gazete sayfalarında başlayan Nuri Pakdil, okul dergisi Hamle’yi de lisede okurken çıkarmaya başlar. Yazmaya başladığı ilk yıllardan itibaren birçok edebî türde eser veren Nuri Pakdil, edebiyatımızın en cesur isimlerinden biridir. Yalnız kalma, reddedilme, dışlanma risklerine rağmen yeni bir dil, özgün ve sürekli değişen üslûp denemeleri yapmaktan çekinmez. Özellikle denemeleriyle dikkat çeken Pakdil, ayrıca oyun, günlük, mektup, eleştiri, çeviri ve şiir türlerinde de eserler vermiştir.
İnsanla ilgili hemen her konuyla ilgilenen Nuri Pakdil, birçok yazısında ve birçok şiirinde, özellikle Kudüs’ün kendisi ve Müslümanlar için önemini, anlamını gündeme getirmiştir. 1969 Şubat ayında çıkarmaya başladığı Edebiyat dergisiyle başlayan Kudüs aşkı, Kudüs hassasiyeti, Kudüs vurguları, toplumda büyük bir karşılık bulmuş ve halkımız tarafından “Kudüs Şairi” unvanıyla anılmasına sebep olmuştur.
Nuri Pakdil’deki bu Kudüs sevdasının kaynaklarından birinin, 1940’lı yıllarda kadim İslam coğrafyasının önemli şehirlerinden çok da farklı olmayan Maraş’ta doğup büyümesi ve kültürel birikimini de bu şehirde edinmesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı coğrafî iklimde yetişmiş dedesi, annesi ve babası, akrabaları, büyükleri, hatta eve çağrılan öğretmenleri de onun bu kültürel kimliğe ve sağlam bir duruşa sahip olmasına büyük katkı sağlamışlardır.
Nuri Pakdil’in bu kimlikle yetişmesindeki en önemli kişi kuşkusuz onu yetiştiren annesidir. Nuri Pakdil’in annesi, Maraş’tan Halep’e giderek özel bir ‘kolej’ açan ve bilge sayılabilecek amcasının kızıdır. Halep, o yılların önemli kültür merkezlerinden biridir. Koleji Halep’te okuyan ve Arapça öğrenen anne, dindar, eğitimli ve kültürlü bir kadındır. Anne, Kur’an’ı yüzünden okuyup anlamını oğlunun anlayacağı şekilde açıklayabilen biridir. Daha ilk okula başlamadan, eve gelen öğretmenler hem fransızca öğretirler, hem matematik, hem de diğer dersleri. Bir bakıma çocuklarını düzenin okuluna göndermekten de kaçınırlar. Evde verilen bu dersler, bilgiler, onu bilinçlendirir ve sınavla başladığı ilkokul üçüncü sınıfta hiç zorlanmaz.
Büyük oğlunu talihsiz bir hastalıktan genç yaşta kaybeden anne, küçük oğlu Nuri’nin üzerine daha çok titrer ve onu geleceğe hazırlamak için canla başla çalışır. Evladını kaybeden anne hüzünlüdür ve sürekli Cezayir, Afrika ve Kudüs öyküleri anlatır oğluna. Bu öyküler, onun düş ve imge gücünü müthiş biçimde geliştirir. Bu öyküler, ileride yazacaklarının da özünü oluşturacaktır. Nuri Pakdil, “Bir Yazarın Notları” adlı dizi kitaplarında, çocukluğuna, gençliğine ve ailesine ilişkin oldukça ayrıntılı ve ilginç bilgiler verir.
“İnsanla birlikte büyüyen çok cümleler vardır. Cümleler de, insanlarla birlikte, o büyük aileyi oluşturur.
Annemin anlattığı Cezayir öyküleri de özsuyu olurdu bu cümlenin.
Öyle kaldı: soramadım anneme. Nerden bilirdi annem bu Cezayir öykülerini? Başka öykü anlatmaz mıydı? Çok anlatırdı, çok ustaydı annem öykü anlatmada. Niye, bu Cezayir öyküleri sarardı beni? Kitaplardan mı okumuştu, yoksa duymuş muydu? Annem, bu öyküleri uydurmuş olmasındı? Niyeydi hep Cezayir üzerinde duruşu böyle? Cezayir nereydi, Maraş nereydi? Yoksa, annem, hayal gücümü mü geliştirmek istiyordu? Acaba, Halep’te, okula gittiği yıllarda, hep Cezayir öyküleri mi okumuşlardı?
Uzun atları olurdu Cezayirlilerin, sürerlerdi denizlerde bile atlarını; yiğit mi yiğitti hepsi!
Terli atlarıyla geçerlerdi denizleri Cezayirliler! Sorardım geceleri: öyle olacak mıyım ben de; uzun atlarla denizleri geçecek miyim? Gülerdi annem (annem ne kadar az gülerdi!).” (Bir Yazarın Notları II, s. 33)
Anne, çocuğuna olduğu kadar evlerine gelen komşu kadınlara da Kur’an öğretir ve bilinçlendirir onları. Topluma karşı da sorumluluğunun bilincinde olan bir annedir. Yukardaki satırlar, tam da Nuri Pakdil’in lise yıllarında başlayan ve üniversite yıllarında sonuçlanan Cezayir Bağımsızlık Savaşının yanında ve Fransız sömürgeciliğinin karşısında yer almasının da kaynağını açıklıyor asında: Anne. Bir Müslüman olarak, tüm yeryüzündeki bağımsızlık savaşlarının, zulüm ve adaletsizliklere karşı verilen direniş hareketlerinin yanında yer almasını da bu satırlardan anlayabiliyoruz. Çünkü, Nuri Pakdil’e göre, nerde ve kime karşı bir haksızlık varsa, en başta Müslümanlar buna karşı durmalıdır.
Nuri Pakdil’in inanç ve düşünce dünyasındaki hassasiyetlerin oluşmasında annenin tavrı ne kadar etkili olmuşsa, Nuri Pakdil’in kendi ifadesiyle babası Mehmet Emin Efendinin de anneden kalır yanı yoktur. Çünkü babası da Kur’an’ı Arapçasından okuyup açıklayacak kadar dil ve din bilgisine sahiptir. Her ne kadar ticaretle uğraşıyor, Maraş’ın kapalı çarşısında manifaturacılık yapıyorsa da, mahallenin küçük mescidinde gönüllü imamlık yapmaktadır. Böylelikle mülkiyet hastalığına yakalanmamış ve dünya işlerini aşmıştır. Nuri Pakdil’e göre babası Mehmet Emin Efendi, tanıdığı en cömert insanlardan biridir. Elinde avucunda ne varsa dağıtmaktan büyük mutluluk duyar. Manifatura dükkanına mal almak için gittiği şehirlerden, oğluna kitaplar getirerek, onun bilinçlenmesine ve aydınlanmasına katkı sağlamıştır.
Nuri Pakdil babasının kendisi için yaptıklarını ve nasıl etkilendiğini şöyle anlatır: “Elimden tutarak götürürdü babam kutsal gecelerde, bayram gecelerinde; herkes birbirini erinçle esenlese de, o derinlerden gelen ağır, yaman bir hüzün gene de kanayıp dururdu yüzlerde; varınca da ayakkabılarımızı çıkarır (bayramsa, benimkisi mutlaka yeni olurdu), içeri girer ve saflarda yerimizi alırdık; bir katılmaydı bu aileye; bir devinime; cami uzar, genişler, derinleşirdi; sonsuz baba, sonsuz amca, sonsuz dayı, sonsuz büyükbaba, sonsuz ağabey, sonsuz kardeş eklenirdik birbirimize; her yere kuş sesleri, çiçek kokuları, hiç görülmemiş eleğimsağmalar dolardı; âdeta kanatlanırdık; gece bile güneşi görürdük, o da isterdi aramızda olmayı; bir mûcize mi oluyordu, hiç mi batmıyordu, yoksa hızla doğuveriyor muydu, gerçek bir güneşi görürdüm işte; “Aaa, güneş!” dediğimi çok iyi anımsıyorum aradabir babama; “Yaa, yaa; güneş” derdi o da; zaman zaman, tavan açılır, uçardık göklerde; insan-kuşlar olur, Akdeniz’in üstünden kayarak, kanatlarımıza değen o tuzlu sularla konardık Afrika’ya!” (Bir Yazarın Notları II, s. 32)
Nuri Pakdil’in hayatında aile bireylerinin yanı sıra akrabalarının da büyük etkisi olmuştur. Sözgelimi, okumayı çok sevdiğini bilen teyze oğlu Mehmet Beyazıt, onu Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu dergisiyle tanıştırır. Böylelikle, düşünce ve yazı yaşamında büyük bir dönüşüm olur; daha bir bilinç kazanır, daha bir bilenir.
Nuri Pakdil, hem kültür olarak yabancılaşmadan ve rejimin dayatmalarından nispeten daha az etkilenen, kültürel köklerine sıkı sıkıya bağlı bir Anadolu şehrinde çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirir, hem de edebî bir sosyal çevrenin içinde yetişme şansına sahip olur. Bir yandan davasının güçlü şahsiyeti Necip Fazıl Kısakürek ve ona rehber olan Büyük Doğu dergisi; diğer yandan Maraş’ta yayımlanan Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazeteleri ile lisedeyken arkadaşlarıyla birlikte çıkarmaya başladıkları Hamle dergisi, onun okuma, yazma ve düşünme konusunda ana izleğinin oluşmasında önemli bir etkiye sahip olmuştur. Bu etki, bir bakıma erken yaşlarda bir şeyler üretme fırsatı verir.
İstanbul’da üniversitede okuduğu yıllarda gerek Türkiye’de, gerekse dünyada yaşanan olaylar, onun tüm hayatı boyunca izleyeceği bir bakış açısına ulaşmasına sebep olur; Filistin’de İsrail devletinin kurulması, Kudüs’ün işgali, Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Küba Devrimi ve 27 Mayıs 1960 darbesi bunlardan bazılarıdır.
Bir gün kendi düşüncelerini ortaya koyacağı bir ortam oluştuğunda birlikte hareket edeceği arkadaşlarıyla dostluklarını ve kardeşliklerini güçlendirmiş ve edebî alanda onları sürekli cesaretlendirmiştir. Şubat 1969’da Mehmet Akif İnan, Erdem Beyazıt ve Rasim Özdenören’le birlikte “Edebiyat” dergisini çıkarmaya başlamıştır. Sonraki yıllarda “Yedi Güzel Adam” olarak anılacak bu insanlarla âdeta bir “okul” oluşturmuştur. Bu yazarların ürettiği eserler, sanat nitelikleri itibariyle İslamî alandaki kazanımların başında gelmektedir. “Yerli düşünce” olarak adlandırdığı düşünsel çabalardan ve bu yoldaki yürüyüşünden hiç vazgeçmemiştir. Kendisini, her zaman bir “İslâm Devrimcisi” olarak tanımlamıştır.
Bu noktada neden Kudüs, Kudüs’ü diğer şehirlerden farklı kılan özellikler nelerdir, sorusunu sorabiliriz. Bu ve benzer sorulara şöyle cevap verirdi Nuri Pakdil: “Kudüs, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Miraç’a çıkmadan önce ayak bastığı son yeryüzü parçasıdır da ondan çok severiz Kudüs’ü. Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı içinde barındıran şehirdir de ondan çok severiz Kudüs’ü.”
Müslümanlar, başlangıçta Mescid-i Haram’dan önce bir süre Mescid-i Aksa’ya dönerek ibadet etmişlerdir. Mescid-i Aksa’nın, hem ilk kıble olması, hem de Miraç olayından dolayı; Müslümanlar nezdindeki değeri olsun, duyulan saygı ve sevgi olsun hiç eksilmemiştir. Mescid-i Aksa’nın ve Kudüs’ün tarihi ayrıca değerlendirilmesi ve ele alınması gereken bir konudur. Tarihi açıdan baktığımızda, birçok Peygamberin ömrünü tamamladığı, tebliğini yaptığı, bir çoğunun ise belli bir süre bulunduğu bir şehirdir Kudüs.
Kudüs ve Filistin’in bugünkü haline Müslümanlar açısından baktığımızda söz söylemek zorlaşır. Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık açısından ortak kutsal mekân olarak kabul edilen Kudüs’ün, İsrail’in kurulması ve Filistin topraklarının büyük bölümünü işgal etmesiyle başlayan süreç başta Nuri Pakdil olmak üzere bir çok yazarımızı, sanatçımızı tedirgin etmiş ve bu konuda söz söylemeye yönlendirmiştir. Nuri Pakdil’in tüm yazılarında, çalışmalarında, tavırlarında hissedilen Kudüs hassasiyeti, ülkemizde bir Kudüs bilinci oluşmasını sağlamıştır. Bazı çevrelerce, nerden kaynaklandığı ve ne amaçla yapıldığı belli olmayan bir takım eleştiri ve saldırılar yapılsa da, Nuri Pakdil tarihteki yerini almıştır. Onun hassasiyetini gün gün gözlemlemiş biri olarak söyleyebilirim ki; peygamberimizin adı geçtiğinde, hiç birimizin gözleri Onun kadar yaşarmamış ve sesi titrememiştir.
Nuri Pakdil, kendini yeryüzünde konumlandırırken Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyasını esas alır. Türk ulusunun Orta Doğu uygarlığını oluşturan uluslardan biri olduğunu sık sık vurgular. Bu yaklaşımdan yola çıkarak Nuri Pakdil’de oluşan Kudüs bilincinin bir ortak tarih ve kültür düzleminde gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz.
Nuri Pakdil, ortak İslam kültürü diye bahsettiği bu değerleri ‘yerli düşünce’ olarak ifade eder. Yerli düşünce vurgusu yaparken imge olarak kullandığı Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul gibi şehirler bir uygarlık mücadelesinin de mekanları olarak var olagelmektedir tarih süreci içinde. “Yüreğimizin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.” (Batı Notları, s. 64) ifadesi, Onun bu mekanları ve imgeleri nasıl içselleştirdiğinin bir göstergesidir. Bu sahiplenme, aynı zamanda bir varolma, kendini yaşama ve yaşatabilmenin de anahtarıdır.
Bütün edebiyat hayatı boyunca yaptığı vurgular, çağrıştırmalar, yönlendirmeler, hissettirmeler dışında, ömrünün son yıllarında bu sevgisinin kaynağıyla ilgili daha açık bilgiler vermiştir. “Öte yandan benim Kudüs sevgim, çocukluğumda sevgili annem Vecihe Hanım’ın bana yoğun bir şekilde Kudüs sevgisi aşılaması ile başlamıştır. Elbette, babam Emin Efendi Hoca da bana mütemadiyen Kudüs sevgisi aşılamıştır.” (Tüm Karanlığa Yiğit Direniş: Konuşmalar 2, s. 125)
Nuri Pakdil ayrıca; “Benim dünyamda, İstanbul’un özel bir yeri, Kudüs’ün daha özel bir yeri vardır. Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul sevilmeden hayatın, yani varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz. Bizim için özel bir konumu vardır Kudüs’ün. Ezelî ve Ebedî Ulu Önderimiz Hz. Muhammed’in Miraç’a yükselirken en son ayak bastığı yer Kudüs’tür. Bizim eylemimizin evrenselliği oradan başlamaktadır. Kudüs’ü bunun için çok düşünmeli, çok sevmeliyiz.” (Tüm Karanlığa Yiğit Direniş: Konuşmalar 2, s. 125) diyerek genel tavrını ve yaklaşımını da açıklamış olur.
Nuri Pakdil, cümleleriyle, çoğu zaman somut öğelere soyut işlevler yükler. Bir anlamda eşyaya can ve ruh katarak fizik kurallarını aşar. Kudüs’ü bir düşünce veya edebiyat imgesi olmaktan da öteki dünya hayatının ayrılmaz bir parçası yapar. Onun hayatında “Kudüs’ü düşünme saatleri” vardır.
“Kudüs’ü düşünme saatiniz gelince hep böyle olursunuz. Katı, kalın, yalın ağırlığı ne kadar da somut duyarsınız! “Oh be! Ülkeme, Ortadoğu’ya, tüm yeryüzüne öğretisel bakabiliyorum.” dersiniz. Âdeta tarihi taşıyor gibi; onurlu ama şimdi suçlu; başınız dimdik bir an sonra yerde; kalakalırsınız öylece. Yasa batmış Kudüs bu! Elinizi uzattınız; zincirleri mi kıracaksınız? Yurtsuz kalan Filistinlilerin direniş ateşinin çıngıları göklere saçılır ve ıssız İstanbul gecelerinde toplarsınız bunları. ‘Bağımsızlık! Özgürlük!’ seslerini canevinizde duyarsınız. Kudüs’ü düşünme saatinizde, İstanbul güneye doğru akar, Kudüs de biraz kuzeye çekilir, içinizde gizli gizli konuşurlar, bir evrensel acıyı paylaşırlar, yeniden İstanbul kuzeye çekilir, Kudüs güneye çekilir. Bir kesin gerekliliği, salt ülkeniz için değil, yeryüzü için de yaşamın değişmez, ebedî ölçütü sayarsınız. Tam o anda, YÜCE ÖNDER’in MEDİNE YÜRÜYÜŞÜ’nü bir kez daha algılamak için, tüm duyarlığınızı, tüm bilincinizi devindirmeye çalışırsınız. İnsana olan güveninizle içiniz genişleyip de yüzünüze erinç doluştu mu, sanatı ve edebiyatı tüm evrensel değerlerle sürekli olarak ölçümleyip, öz’ü araştırma çalışmalarınıza iştahla koyulursunuz. Kudüs’ü düşünme saatinizde, ‘zaman’ hızla yepyeni bir devir yapar: ‘mekân’ ırgalanır, çürümüş yerlerini kendi kendine oyarak atar. Tam vakti diyerek, o tan saatinde, içinizde kabara kabara akan ırmaklara tutar ağlar atarsınız. Sanatsal gizilgüçlerinizi, yılanların deri değiştirdikleri mevsimlerde çok özgül yapıtlarla insanlara sunmanın engin hazzını duyarsınız. Tanık olduğunuz her acıyı, olayı, yangını, ihaneti, dirençsizliği, kaypaklıkları ayrıntılarıyla saptamak istersiniz. Kudüs’ü düşünme saatinizde boynunuzu içinize çeker, bir dere kenarındaki yeni düşünmeye uğraşan bir köylünün alçakgönüllü saflığını yüreğinizde duymaya çalışarak, Süleymaniye Camiine bakakalırsınız.” (Bir Yazarın Notları III, s. 14-15)
Nuri Pakdil, 1977-1983 yılları arasında yaşadığı İstanbul’dan Ankara’ya dönmeye karar verdikten sonra tüm eşyalarını elden çıkarır; kitapları hariç. 17 Ağustos 1983 günü Haydarpaşa’dan Ankara’ya hareket edecek trene binerken yanında üç sey vardır: “Sâdece: koridorda: ince suntaya yapıştırılık 23×82 havadan çekilmiş Kudüs; yazı makinesi; çanta.” (Derviş Hüneri, s. 31)
Nuri Pakdil, gerek şiirlerinde, gerek günlüklerinde, gerek denemelerinde, hatta oyunlarında düz, sıradan bir anlatımdan hep kaçmıştır. Bunun sonucu olarak onun cümleleri, dizeleri çetrefillidir, çengellidir, sorusu ve derdi olan anlatımlardır. Bu nedenledir ki, okuyucusunu yakalayınca bırakmaz, kendine çeker ve mesajını böyle iletir.
Özellikle çok sevdiği İstanbul’dan ayrılıp Ankara’ya döndükten sonra yazdıklarında Kudüs ve İstanbul özlemi atbaşıdır. İstanbul ve Kudüs’ün aynı cümle içinde yanyana kullanıldığı sayısız örnek bulabiliriz.
“Kudüs’süz ve İstanbul’suz aşk yoktur.” (Otel Gören Defterler 5, Ateş Hattında Harf Müfrezeleri, s. 78)
“Kudüs’ü İstanbul görüyorum, İstanbul’u Kudüs görüyorum.” (Klas Duruş, s. 52)
“İstanbul’a âit dün bitti : saat : 00.01; trene binerken. …
Cehenneme indi. Kudüs’üyle; yazı makinesiyle; çantasıyla.” (Derviş Hüneri, s. 32)
“Kudüs’ten tek sözcük çıkmıyor : masanın üzerinde; içine kapandıkça kapanmış. Suskunluğumun bunun yanında bir toz kadar hükmü yok.
Gel, İstanbul! Birlikte bekleyelim.” (Derviş Hüneri, s. 41)
“Çünkü, Ortadoğu tınısı, vakur yüzlerde, Kudüs’ün kalp atışları ya!” (Klas Duruş, s. 57)
Nuri Pakdil İslamî referansları kendi benliğinde tavizsiz taşıyan bir sanat adamıdır. Ancak, Nuri Pakdil’in şiirinde kullandığı ifade ve terimlerin İslamî söylem açısından çok farklı göründüğü de açıktır. Bu farklılığın, zaman zaman aleyhte bir propagandaya dönüştürüldüğünü de biliyoruz. Savaş, savaşçı, bilek gücü, emek, alınteri, özgürlük, direniş, devrim, tutsaklık, önder vb. gibi daha birçok kavramın alışılanın aksine ısrarla ve inatla kullanılmasının temel bir nedeni vardır. İslamî diye kabullendiğimiz birçok kavram, şu ya da bu nedenle zaman içinde içi boşalmış ve ifade gücü taşımayan kavramlar haline gelmiştir. Nuri Pakdil bu nedenle, zaman zaman az kullanılan kadim kavramları ve hırpalanmamış yeni kavramları kullanmayı tercih etmiştir. Bu da, dil ve anlatım bakımından çok özenli olmayı, seçici olmayı zorunlu kılmıştır. Nuri Pakdil, bu yönüyle de, Türkçenin tüm imkanlarını kullanarak hem zor olanı başarmış, hem de yetkin, usta bir anlatıma ulaşmıştır.
Nuri Pakdil’in, Kudüs sevdasını en iyi biçimde ifade ettiği şiirleri, kuşkusuz “Sevgili annem Hatice Vecihe Pakdil’in ölümsüz hatırasına minnet, şükran ve özlemle…” ifadesiyle annesine ithaf ettiği “Anneler ve Kudüsler” adlı kitabında yer alan aynı adlı “Anneler ve Kudüsler I, II, III, IV, V” şiirleridir. Bu şiirlerde ana temaya uygun kelimeleri, terimleri, kavramları ve sembolleri cömertçe kullanır. Bu şiirler, onun bakış açısını ve üslubunu da ele vermektedir.
Nuri Pakdil’de Peygamber sevgisi aşkın bir sevgidir. İstanbul’u sevmesini, İstanbul’un adının Peygamberin bir Hadis-i Şerif’inde geçiyor olmasına bağlar. Bu bağlamda, Kudüs’ü de Peygamberle olan ilişkisiyle önemser ve sever. Anneler ve Kudüsler şiirinde, Kudüs’ün Peygamberle olan ilişkisinin yanına anne, baba ve çocuk ilişkisini de ekleyerek bir Kudüs düzlemi inşa eder. Bu, aynı zamanda Kudüs için bir harekete geçme, bir güç toplama ve Kudüs’ün kurtuluşunun nasıl olacağına dair bir duygu dünyası oluşturma çabasıdır. Şiirde, müşterek özlem ve tutkuların yaşandığı kadim kıssalarla sevgi ve özlem dile getirilir:
“Tûr Dağı’nı yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin” (Anneler ve Kudüsler, s. 58-61)
Nuri Pakdil’in başta şiirleri olmak üzere yazılarının tamamında temel duygu ve düşünce, davasını, inancını sahiplenme ve savunma üzerine kurulmuştur denilebilir. Aynı zamanda her cümlesi tüm insanlara seslenen bir davet mesajıdır. Bu şiirin genel atmosferi de Kudüs’ü savunmaya, sahiplenmeye, bu ideal uğruna bir nesil yetiştirmeye uygun biçimce oluşmuştur ve bu duygu okuyucuya doğrudan geçmektedir. Çocuk, edebiyatta aynı zamanda masumiyetin de sembolüdür. Çocuk gibi, yaşananlara herhangi bir müdahalede bulunamama yönüyle El Aksa da masumiyeti temsil eder. Masumiyet, çoğu zaman onu anlamayanlarca zarar verilen en kıymetli değerlerdendir.
Şunu biliyoruz ki, bu şiir artık işgal altındaki Filistin direnişinin sembolü haline gelmiştir. Bu şiirin Arapçası Filistin’de yapılan tüm eylemlerde bir marş gibi tekrar edilmektedir. Topluluklar, bu şiirin verdiği duyguyla daha gür ses verip, daha güçlü direnmektedirler. Sıkıntılı dönemlerde, bu türden coşkulu şiirler, insanlara daha bir yakın, daha bir uygun, daha bir anlamlı gelmektedir.
Sonuç olarak, Nuri Pakdil’in yetmişli yıllardan beri ortaya koyduğu düşünceler itibariyle belli bir bütünlüğe ulaştığı ve hemen her konuda ülke sorunlarına çözümler ürettiği, hatta İslam dünyasının içinde bulunduğu bunalımlara da çözümler önerdiği bilinmektedir. İslam Birliğinin kurulması fikri bunlardan biridir. “Ortadoğun’nun sınır taşlarıyla bölünememesi” bir diğeridir. Kudüs’ün kurtarılması da en önemlisidir.
Nuri Pakdil’e kendiliğinden “Kudüs Şairi” denmesi kuşkusuz önemli, değerli, anlamlı bir şeydir. Gerek Türkiye’de, gerek Filistin’de, gerek İslam ülkelerinin çoğunda da Kudüs şairi olarak tanınmaktadır. Ancak, burda şöyle bir tehlike vardır; Nuri Pakdil’i yeterince tanımayan, eserlerini okumamış olan büyük bir kitle, özellikle genç nesil, sadece Kudüs Şairi vurgusuyla karşılaştıkça, sanki sadece Kudüs şiirleri yazan, sadece Kudüs konusuna dikkat çeken biri olarak tanıyacaktır. Bu yönüyle, bu söylem, Nuri Pakdil’in devrimci kimliğini, devrimci düşüncelerini ve özellikle batıcılık karşıtı düşüncelerini perdeleyen bir engele dönüşme tehlikesi göstermektedir. Oysa Kudüs, Nuri Pakdil’in mesele edindiği konulardan sadece bir tanesidir. Onun asıl meselesi Türkiye’nin içidir, Türkiye’nin yaklaşık yüz yıldır sürüklenmekte olduğu kaypak zemindir.