Bizimle İletişime Geçin

Eğitim

Öğretmen Olsam

EKLENDİ

:

 

Bir zamanlar ben de öğretmendim. Ama artık değilim. Zamanı geçip gitmiş, şartları çok değişmiş, artık her şey bambaşkaymış. Bizim zamanımızdaki eğitimle hiçbir benzerliği yokmuş. İşin başındakiler de belki yaraya merhem olur diye yeni yeni kararlar alarak duruma müdahale etmeye çalışıyorlarmış. Öğrencilerin derse devamı sağlanacakmış. Başarısız öğrenci sınıfta kalabilecekmiş. Telefonla okula gelmek yasaklanabilecekmiş. Hâlbuki derse giren ve öğrenci ile muhatap olan yönetmelikler değil. Onlar tebliğler dergisinde, yöneticilerin dolaplarında veya en fazla akıllarında. Onlara güvenip yola çıkmak ancak hayâl kırıklığına yol açabilir.

Asıl çözüm öğrenciden sonra sınıfın kapısından içeri girenlerde. Onlar sınıfın kapısını kapatırlar ve öğrenci ile baş başa kalırlar. Bu saatten sonra her şey onların elindedir. Varsa bir becerisi, onu ortaya koyacak yani olaya el koyacaktır.

Bendeniz asıl şimdi öğretmen olsam, bu kadar şikâyetin olduğu günlerde, en yaramaz öğrencilerin olduğu sınıfa derse girmek, ama bir sanatkâr gibi derse girmek isterdim. Orada varsa bir sanatkârlığım onu sonuna kadar kullanırdım.

Eskiler, bir usta tanımı yaparlarmış. Bir duvar ustası önce bir taş seçer, onu eline alır, o taşı asla yere bırakmazmış. Taşa uygun bir gedik bulup onu oraya yerleştirirmiş. Asıl ustalık buradaymış. Usta, belki o taşı biraz yontar, taşı koyunca gedikte açık kalacak yere küçük taşlar koyarak asıl taşa uygun bir yer hazırlar, ne yapar, ne eder, sonunda ona bir yer bulur ve önündeki duvarı böyle böyle yükseltirmiş.

Çünkü o, gerçekten bir ustadır; hangi taşı ele alacağını ve onu nereye koyacağını hesap kitap eder, işini başarı ile tamamlar.

Yine eskilerden kalma bir hikâye daha vardır. Bir türlü bilgiler kafasına girmeyen bir öğrenci, öğrencilikten vazgeçerek evine dönmeye karar verir. Yolda bir kuyudan su çekerken ipin gele gide taşta bir gedik açtığını görür. Benim kafam, der, bu taştan daha sert olamaz. Zamanla bir yolunu bulur ve geç de olsa öğrenebilir diyerek geri döner.

Ne alâka, diyeceksiniz. Biraz sabırlı olsanız iyi edersiniz.

Bakın, gerçekten ben asıl şimdi öğretmen olmak isterdim. Sınıfa bir sanatkâr gibi değil, sanatkâr olarak girmek isterdim. Daha ilk derste uzun uzun gençleri izlerdim. Hiç konuşmadan onlarla iletişim kurmak isterdim. Hepsinin gözlerinin içine bakar, tepkilerini ölçerdim. Onlarla sessiz bir iletişim kurmanın bir yolunu bulmaya çalışırdım. Temassız internet bağlantısı kurar gibi, onlarla yalnızca göz temasıyla iletişim kurmanın yollarını arardım. Bağlantı için nasıl bir şifreye ihtiyaç duyulursa, ben de sınıfta oturan gençlerle bazı şifreler deneyerek, onlarla aramda bir bağın kurulmasının yollarını arardım. Şifrelerde bir harf, bir nokta yanlışlığı bağlantı kurmaya engeldir, bilirsiniz. Böyle durumlarda girdiğiniz şifre yanlıştır mesajı alırsınız. Karşımda oturan gençlerle bağlantı kurmak da böylesine bir titizlik ister. En küçük hata her şeyi berbat edebilir. Bu yüzden bir sanatkâr gibi, bir uzman gibi, bir bilgin gibi, bir usta gibi davranırdım. Bunu da gençlere hissettirirdim. Onlarla bir bağ kurulabileceğini düşünüyorsam, en sevecen ve içten, en tabii bir sesle onlara, yaşlarına uygun bir söz, bir mısra, bir şarkı sözü, ne bileyim, onlara hitap eden, onların hoşlarına gidecek bir konuşmayla işe başlamak isterdim.

Muhakkak bir çantam olurdu ve içinde kitap ve dergi bulunurdu. Ama daha ilk derste çantamı açmazdım. Kendimden de söz etmezdim. Onlardan bazılarına adlarını sorardım. Belki nasılsınız derdim. İyiyiz derlerse ne kadar derdim. İyi değiliz derlerse niçin derdim. Asıl onların konuşmasına imkân sağlardım.

Yani dersin ağırlığını değil, tanışmanın hafifliğini ve güzelliğini hissetsinler isterdim. Birbirimize alışalım isterdim. Belki bir küçük hikâye anlatırdım.

Bir zamanlar bir filim izlemiştim. Resim öğretmeni ilk dersine palyaço kıyafeti ve davranışıyla girmişti. Benim öyle bir marifetim yok. Ama dilimi ve sesimi etkileyici bir şekilde kullanabilirim. Bu da bir sanatkârlıktır ve işe yarar.

En etkili iletişim aracı da dil olmalıdır.

Ama bazen dili kullanmamak da sanatkârlıktır. Konuşan bir gence konuşma veya sus demek yanlıştır. Onu fark ettiğimde anlatımımı keser ve ona dikkatle bakarak susmasını beklerdim. Bunu ısrarcı bir duruşla ve ısrarcı bir bakışla desteklerdim. Eminim o susacaktır. Sonrasında bakışımı diğer gençlere yöneltir ve aradaki bozulan bağlantıyı yeniden aktif hâle getirerek eylemime kaldığım yerden devam ederdim.

Birkaç öğrencinin adını öğrenir ve onlara adları ile hitap etmeye başlardım. Bunu zaman içinde diğer öğrenciler için de gerçekleştirirdim.

Canı sıkılan bir öğrenci görürsem, onu konuşturmaya çalışırdım.

Yani ilk dersimi gençleri tanımaya ayırırdım. Sonraki derste kendimden bahsederdim. Bu arada dersimle ilgili de biraz bilgi verirdim.

Müfredatı yetiştirme telaşına düşmeden, sindire sindire, anlattıklarımın anlaşıldığından emin olarak, gençlerle kurduğum bağlantıyı koparmadan sürdürürdüm çalışmalarımı.

Dersi kaynatmak için sorulan sorulara bayılırdım. Onu bir fırsat bilir, akla gelmeyecek konulara girer, onları biraz şaşırtırdım. Bazen çok keyifli konular gündeme gelirdi. Soru alaycı bir üslupla sorulur, ama cevap oldukça ciddi bir şekilde olurdu. Belki ben de ona yeni sorular ekler, cevabın öğrenciler tarafından verilmesine yani konuşmalarına zemin hazırlardım.

Sonunda çantamdan bir şiir kitabı çıkarır ve güzel bir şiir patlatırdım. Mesela bunu ezberden okurdum:

“Sen geldin benim deli köşemde durdun / Bulutlar geldi üstünde durdu / Merhametin ta kendisiydi gözlerin / Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu.”

 

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar

Pin It on Pinterest