1. Anasayfa
  2. Genel

Öğretmenlikte Ustalık Dönemim

Öğretmenlikte Ustalık Dönemim
0

1993-94 yıllarında şimdiki gibi her okulun başında “Anadolu” yazmıyordu. Anadolu liseleri seçme sınavla öğrenci alıyordu ve dil ağırlıklı eğitim yapıyordu. Önünde “Anadolu” yazan az sayıdaki liseler revaçtaydı. Benim çalıştığım Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi bünyesinde de Anadolu İmam Hatip Lisesi açılmıştı. Anadolu bölümünün ilk öğretmenlerinden ve ilk iki idarecisinden biri de bendim. Kız ve erkek öğrenciler ayrı binalarda eğitim görüyordu. Bense kız bölümüne görevlendirilmiştim. Bazı aileler ve öğrenciler vardı ki “imam hatip lisesi” ismine soğuk olmalarına rağmen önünde “Anadolu” yazdığı için okulumuzu tercih etmişlerdi. Onların özel ilgiye ihtiyaçları vardı. Her ne kadar farklı sebeplerden gelmiş olsalar da bu, onlar için de bizim için de bir fırsattı. Onlarla ilgilenmek ve hatta yerine göre nazlamak gerekiyordu. Bu benim işimdi ancak normalden biraz daha fazla gayret sarf etmem gerekiyordu. Ben de öyle yaptım ve bu sayede hem onlar mutlu oldu hem de ben mutlu oldum. Bitiş zilleri bize göre değildi, çünkü yirmi dört saat eğitim yapıyorduk.

Okulun ismi Anadolu Lisesi idi ama ortaokul kısmı da vardı. Ortaokul hazırlıkla başlıyordu. Hazırlık sınıfında ağırlıklı İngilizce ve Arapça dersi vardı. Öğrencilerimiz hazırlık sınıfında pek güzel İngilizce ve Arapça öğreniyorlardı. Bunu gören biri –o her kimse- hazırlık sınıfını ortaokulun önünden aldı ve lisenin önüne getirdi. Bu nedenle öğrenme başarısı büyük ölçüde düştü. Bunu da çok bulan başka biriyse hazırlık sınıfını tamamen kaldırıp liseyi dört yıla çıkarttı. Böylece İngilizlerden intikamımızı almış olduk! Netice olarak artık orta öğretimde İngilizce öğrenmeye gerek kalmadı. Arapçaya zaten gerek yoktu. Velhasıl bu güzel ülkede sanki herkesin okula gitmesi ve yabancı dil okuması ancak dil öğrenmemesi isteniyordu. Bu nasıl bir iştir anlayan bir adım öne çıksın!

Sadece dil eğitimi değil eğitimin tamamı hep kanayan yaramız oldu, ‘Daha da ne kadar kanamaya devam edecek?’ bilinmez. Biz, büyüklerin yapacağı büyük işleri onların vicdanlarına havale ederek tekrar küçük işlerimize dönelim. Yapamayacağımız işlere sürekli kafa yorarak asıl yapabileceğimiz işleri aksatmak doğru olmayacağından biz de gücümüzün yeteceği işlere yoğunlaştık.

Erkek bölümündeyken eğitim dışı o kadar çok iş yapıyordum ki bu durum beni bir hayli bunaltmıştı. Kız bölümünde de idareciydim ama işin püf noktasını öğrenmiş, formalite işleri azaltıp eğitim işlerine yoğunlaşmıştım. İdarecilik masasını öğrencilerimizden Merve ile Mehriye’ye bıraktım. Onlar yoklamaları geçiyorlar, geç kâğıdı, izin kâğıdı ve tüm formalite işleri yapıyorlardı. ‘Kimse duymasın!’ demeyeceğim artık, herkes duyabilir, soruşturma dönemi geride kaldı. Ben ne mi yapıyordum? Söyleyeyim; izinli, raporlu ve görevli öğretmenlerin derslerine giriyordum. Sınıf başkanları biliyordu, onlarla anlaşmamız vardı. Dersi boş olan sınıf başkanı doğrudan bana geliyordu. Bu derslerde müfredata sığmayan konuları konuşuyorduk. Bazen iki ya da üç sınıftan davet edildiğimde kavga çıkardı. Ölçü, ilk davet edildiğim sınıfa gitmekti tabii. Üst sınıflardaki bazı öğrencileri yetiştirmiştik. Yetişemediğimiz sınıflara onları gönderirdim. Okullarda genellikle idareciler derslerinin çoğuna girmezler veya giremezlerdi. Rabbime şükür, bu yanlışa düşmeyen nadir idarecilerden biri olmaya gayret ettim. Bazı öğretmenlerden daha fazla derse giriyordum. İdari görevlerimi aksattığımı da düşünmeyesiniz, biraz fedakârlık o kadar.

Sadece derslere girmiyordum, evrak dolabının birini özel kitaplığa çevirmiştim. İsteyen öğrencilere oradan kitaplar verirdim, onlar da okuduktan sonra geri getirirlerdi. Bazı öğrencilere kitap yetiştiremezdim. Neslihan ve Semra gibi öğrencilerimiz akşam götürdükleri kitabı okuyarak sabah geri getirirlerdi.

Mübarek gün ve gecelerde öğrencilerime mektuplar yazardım. Yıllar sonra dostların teşvikleriyle bu mektuplar, “Dua Zamanı Mektuplar” ismiyle kitap oldu. Öğrencilerimin yazdığı mektuplar arşivlendi, belki bir gün onlar da görücüye çıkar.

Bu yıllarda öğretmenliğimin en güzel, en verimli ve en heyecanlı günlerini yaşadım. Ustalık dönemimdi diyebilirim. Haftada üç defa piknik veya gezi yaptığımız olurdu. Bu konuda bana en fazla destek veren, eşimdi. Bazı ilahiyatçı arkadaşlar, kimden fetva aldığımı, yaptığım işin caiz olmadığını söylüyorlardı ama onları dinlemedim, iyi ki de dinlememişim. Şu tılsımı çözmüştüm. Sınıfta bir yıl nutuk atmaktansa ders dışında birlikte bir çay, bir piknik veya gezi çok daha anlamlı ve kıymetli geliyordu öğrencilerimize. Çünkü ders mecburiyet, ders dışı etkinlikler bir fedakârlıktı. Altı yılda derste veremediğimiz bazı değerleri altı günlük bir gezide alan öğrencilerimiz oluyordu.  Sadece öğrencilerimizle samimi değildik. Öğrencilerimizin aileleriyle de irtibatımız vardı. Öyle ki bazı programları birlikte yapardık. Yıllar geçmesine rağmen onların birçoğuyla, hatta eşleriyle ve çocuklarıyla görüşmelerimiz hâlâ devam ediyor. Öğretmenliği sınıflara, sıralara ve sürelere mahkûm etmemenin nimetini yaşadık, ahretlik beklentimse bu hesapların dışında.

Kız bölümünde önünde “Anadolu” ibaresi olan öğrencilerle, “Anadolu” ibaresi olmayan öğrenciler birlikte eğitim görüyordu. Fark etmiyordu; hepsi bizimdi, ayrım yapmazdık. ‘Ne yapabiliriz, öğrencilerimizin ihtiyacı ve isteği nedir?’ diye bir “beklenti anketi” yaptım. Anket sonuçlarını idareci arkadaşlarla değerlendirmeye ve ortak hareket etmeye çalıştım ama olmadı. Öyle ki anket yaptığıma da pişman oldum. Kıdemli bazı idareciler, “Senin başka işin yok mu, anket de neymiş? Öğrenci bilmez, biz biliriz. Onların aklı ermez, neye ihtiyaçlarının olduğunu biz biliriz, sormaya gerek yok” gibi şeyler söylediler. Ben de umumî olarak bir şey yapamayacağımızı görünce usul değiştirip benim gibi düşünen arkadaşlarla güç birliği yaptım. Az sayıda bir grupla ortak faaliyetler icra etmeye başladık. Belki de bu faaliyetlerin en önemlisi, “Mesleki Tatbikat Kursu” açmamız oldu. İlk sene lise öğrencileri arasından sınavla elli öğrenci aldık. Çarşamba günleri öğleden sonra ders yoktu. Biz de o vakti değerlendirerek, hitabet, hadis, tefsir ve fıkıh gibi dersler koyduk. Ramazan Pak, Muzaffer Doğan, Abdulkadir Özdemir, İbrahim Bilginer, İsmail Direk ve ben fakir bu faaliyetlerin aktif gönüllü hocalarıydık. Aynı ekiple haftada bir akşam, tefsir okumaları yapardık. Tefsir sohbetlerinin ve mesai harici öğretmen aktivitelerinin koordinatörü de İbrahim Sarıkaya hocamızdı. Mesleki Tatbikat Kursunu, ara vermeden sonraki yıllarda da devam ettirdik. Not yok ama devamsızlık da yok. Her yılın sonunda hatıralık bir belge veriyorduk.

1996-97 yıllarında birlikte faaliyet yaptığımız öğretmen arkadaşlarımla

 Bu kurslara katılan öğrencilerimiz çok istifade ettiler. Dersleri pekiyi olan öğrencilerimiz dahi topluluk karşısında konuşmaya çekiniyorlardı, bilgileri vardı ama cesaretleri yoktu. Bu kurslar onlara cesaret verdi. Bu öğrencilerimiz ileriki yıllarda üniversite eğitimleri sırasında lider ya da öncü birer kişi oldular. Okul sonrası da sosyal hayatta görev almaktan geri durmadılar ve hâlâ çok verimli ve bereketli faaliyetler yapıyorlar. Öğrendikleri gibi, eğitimi sınıflara, sıralara, sürelere ve cüzdanlara mahkûm etmediler.

Bir gün idareci arkadaşlar, “Sınıflarda arama yapacağız, sen de gel!” dediler. Baktım öğrencilerin makyaj malzemeleriyle birlikte ajandalarını da topluyorlar. Bu duruma şaşırdım tabi… Ben ajanda tutmayı ve yazmayı tavsiye ederken yasağı anlamakta zorlandım. Toplanan ajandaları odaya götürüp inceleyince niçin yasaklandığını anlamak zor olmadı. Meğer öğrenciler ajandalara hoş olmayan şeyler yazıyorlarmış. Ben yine de yasağı devam ettirmek yerine nasıl ajanda kullanılması gerektiği yönünde örnek oldum. Yol gösterdim. Okul aile birliği desteğiyle yüzlerce ajanda alıp başarılı öğrencilere hediye ettik. Benim de imrendiğim çok güzel ajanda tutanlar oldu. Maddi konularda dağ gibi arkamızda duran rahmetli Hacı Mehmet Kalay amcayı ve Eshabil Tanrıverdi’yi hep hayırla anarız. Hacı Kalay amca ile ilgili Cemal Nar Hocamın “İmam Hatip Davası ve Hacı Kalay” isimli müstakil bir kitabı bulunuyor. “Heybe” isimli kitabımızda da, “Tabuta Sığmayan İyilik; Hacı Kalay” başlıklı yazımız var. Eshabil Bey, “Biz eğitimden anlamayız, bizim işimiz para kazanmak, sizin işiniz de eğitim yapmak. Paraya ihtiyacınız olursa haberimiz olsun!” derdi. Üniversiteyi kazanan tüm öğrencilerimize bizim referansımızla burs verirdi. Babası rahmetli Zekeriya amca da hayırsever bir insandı. Sadece faaliyetlerimizin yürütülmesinde değil okul ve pansiyon binalarının yapılmasında da çok katkıları oldu.

                                                                       

Biz bu faaliyetleri yaparken kendine has üslubuyla okuma programları yaparak öğrencileri kitaplarla tanıştıran, okuma ve yazmaya teşvik eden bir arkadaşımız daha vardı, Duran Boz hocamız. Yazılarını çoğunlukla “Ömer Erinç” müstear ismiyle yayınlardı. O da usanmadı, tüm olumsuz çeldiricilere rağmen çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Ortak yaptığımız tek çalışmaysa Dost dergisini çıkartmaktı. Ali Büyükçapar Bey de dün olduğu gibi bugün de birçok ulusal dergi ve gazetede yazmaya devam ediyor. Ali Bey ders dışı faaliyetlerini okula ve öğrencilere hasretmez, daha umumî yapardı.

Dost dergisi, edebi ve seviyeli aylık bir dergiydi. Ancak amatör öğrenci yazılarına pek yer veremiyorduk. Bu sebeple olsa gerek öğrencilerimiz de yeterince sahiplenmiyordu. “Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Kültür Edebiyat Yayın Kolu” olarak aylık, “Gonca” isimli bir dergi çıkartmaya başladık. Yedi yüz adet basılan bu dergi üç gün içerisinde tükeniyordu. Dergide yazıların yayımlanmasının birinci şartı öğrenci olmaktı. O kadar çok yazı geliyordu ki yayın kurulu seçimde zorlanıyordu. Yazılarını yayımlayamadığımız öğrencilerin isimlerine bir sayfada yer verip onlardan özür diliyorduk.

   

Okulda bu tür faaliyetlere koştururken okul dışında da bir grup hasbi arkadaşla “Kahraman Radyo” ismiyle mahalli radyo kurmuştuk. Gayriresmî olarak idari sorumluluğum vardı. Bir kısım öğretmen arkadaşlarımızla birlikte programlar yapıyorduk.

Sonra… Sonra ne mi oldu? Bahçemizi soğuk vurdu, ayaz yaktı. Tuz koktu, güllerimizi ayrık otları işgal etmeye başladı. O zor günler başka bir yazımızın konusu olsun. Şimdilik bu kadar kifayet eder.

 

 

1963 Kahramanmaraş-Göksun doğumlu. 1984 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1985-2014 yılları arasında öğretmenlik-okutmanlık, okul yöneticiliği, il millî eğitim müdürlüğü ve daire başkanlığı görevlerini ifa etti. Emekli olduğu 2014 yılından itibaren sivil toplum kuruluşlarında görev yapmaktadır. Evli ve biri kız, ikisi erkek olmak üzere üç çocuk babasıdır. bazı çalışmaları: ✓ Asr-ı Saadette Tıp. (Mezuniyet Tezi) ✓ Hafız Ali Efendi ve Mücadelesi. (Müşterek) ✓ Biz Böyle Gördük. (Müşterek) Basılı.​​ * Dua Zamanı Mektuplar. ✓ Kahramanmaraş İmam-Hatip Lisesi’nde yayımlanan “Dost” ve “Gonca” isimli dergilerin yayın kurulunda yer aldı ve yazılar yazdı. ✓ “Heybe”, “Bohça”, “Mezun Duygular”, “Fuyuzat”,"Kulluğun Tadı"  “Sohbetler”, “Seyahatname”, “Rehberlik”, “Anketler” gibi isimlerden oluşan çalışmaları yayımlanmayı beklemektedir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir