Edebiyat
Ölçü
Olgun adam sâkin adamdır, teennî ile hareket eder. Ham adam çabuk parlar, çabuk hiddetlenir, hemen (sözlü ve fiilî) şiddete başvurur. Her işte olduğu gibi sözde ve yazıda da teennî olur; sözün/yazının teennîsi kavl-i leyyin’dir. (İlgili âyet, 20/Tâ-hâ, 44.)
EKLENDİ
-:
Yazar:
Hasan MetinNiceliksel (kg., m., litre gibi) ölçülerden değil niteliksel ölçüden söz edeceğimi tahmin etmişsinizdir. Ölçünün kendisinden de söz etmeyeceğim, zaten onun ne olduğunu da bilmiyorum.
Niteliğin insana has bir şey olduğunu düşünüyorum, tabiî olumlu ve olumsuz yanlarını da hesaba katarak söylüyorum; olumsuz olanları bir kenara bırakalım, olumlu olanlardan birkaçına bakalım.
Elbette insan davranışlarını ölçen birçok ölçü/t vardır ama ben en temelde ve en bariz olanını bulmayı hedefliyorum. Bunun, ahlâkın konusu olduğunu ve ahlâkta da birçok kriter olduğunu da biliyorum. “Kişinin iyi bir ahlâka sahip olup-olmadığını nereden ve nasıl anlarız?” sorusunun peşindeyim; genel ahlâk kriterlerinin değil.
İnanın, nasıl yol alacağımı bilmiyorum; bu tür yazılarda insana iki şey yol gösterebilir: biri, ele aldığınız konu ile ilgili kavramların etimolojik akrabası olan diğer kavramlar, buna sentaktik açılım (sentax) diyebiliriz sanırım; bir diğeri de sözün/yazının bağlamı yâni contexti. Ölçü sözcüğünden bir yerlere varamam, varsam varsam kadere/takdire varırım ama derdim insan davranışlarındaki sınır değil, o sınırı belirleyen şey; bana burada yardım edebilecek olan contex/bağlam ama o da henüz oluşmadı. Neden? Derdim tam açığa çıkmadı da ondan. Derdim ne? İnsanın gerek kendi gerekse başkaları ile olan ilişkilerinde nasıl davranırsa doğru davranacağı… İnsanın kendi olumlu ya da olumsuz bir şey yaptığında, kendini nasıl tanımlayacağı; başkalarında da aynı şekilde olumlu ya da olumsuz bir şey gördüğünde, onları nasıl değerlendireceği… Derdim tam da bu, bunun için bir ölçü arıyorum.
Buldum galibâ! Hilm… Aradığım kelime bu! Halîm olma durumu, yaygın/bilinen şekliyle halîm-selîm olma hâli. İşte buradan yola çıkarak epey yol alabilirim. Önce hilmi tarif edeyim. Hilm: Serinkanlılık, soğukkanlılık, sakinlik, kendine hâkim olma durumu, dinginlik gibi anlamlara gelir; karşıtı/zıddı öfke, hiddet, şiddet…
Kişinin kendi kötü/olumsuz bir şey yaptığında kendine de hemen kızar; ‘Ben adam olmam, ben bir işe yaramam’ demeye başlar; başkasında da kötü/olumsuz bir şey gördüğünde hemen onları “damgalar”; İşte ben bu hâllerde ne yapılması gerektiğinin peşindeyim, buradaki ölçüyü arıyorum. Burada/buralarda ölçü olmadığından ya da kaçtığından insan kendine de başkalarına da çok acımasız davranabiliyor.
Önce hilm ile sabır arasındaki ilişkiyi açığa çıkarayım. Hilm, kişinin bir şeye gücü yettiği hâlde sabretmesi; sabır, gücü yetmediği için sabretmesi dersem, totoloji mi yapmış olurum?
Kişi, yaptığı davranışın kötü olduğunu bildiği hâlde o davranışı yapıyorsa kendine gücü yetmiyor, kendini bir başkası (Şeytan olabilir mi?) yönetiyor demektir; burada hilm olmaz; yâni kötü davranışta kişi kendine hilm gösteremez; o kötü davranış için sabır da gösteremez; olsa olsa bilgisini bilince dönüştürür, bilinci ona, o davranışı doğru bir davranışa bırakma/dönüştürme azmi (azm) verebilir ama başına kötü bir şey geldiğinde hem hilm hem sabır devreye girebilir; o kötü davranışın sahibine gücü yetiyorsa hilm gösterir, yetmiyorsa sabreder.
Başkalarında gördüğü kötü bir davranış kişiyi o ân için etkilemiyorsa (!) o zaman ne yapar/ne yapmalı? İşte burası işin en kritik kısmı… Normalde kötü davranış/kötülük şimdi olmazsa biraz sonra, bizi olmazsa başka birini etkiler; kötülüğün olumsuz sonuçları olur. Hadis’te belirtildiği gibi “Kişi bir kötülük gördüğünde; gücü yetiyorsa eliyle, yetmiyorsa diliyle, ona da yetmiyorsa kalbiyle (buğz ederek, uzak durarak) o kötülüğü engellemeli” değil mi? İş de tam burada, gücümüz yetiyor, engellemek istiyoruz ama engellemiyorsak (bir bildiğimiz varsa), bir fırsat kolluyorsak buna da hilm denir mi?
‘Olur mu öyle şey, hüküm açık, herkes keyfine göre hareket edemez; ederse keyfîlik oluşur ve kötülük sıradanlaşır’ der gibisiniz. Haklısınız. Eğer yapılan kötülük kamuya mâl olmuş, alenîleşmişse o işin kötü olduğu söylenmeli, iş kınanmalı ama o işi/kötülüğü yapan için halîm davranılmalı! İşte bu nokta kritik ve çoğu kimse burada o kötülüğü yapana hemen “kötü adam damgasını” vuruyor.
Bir adamın bir, iki, üç, beş (sürekli değil elbet ama sınırlı sayıda) kez kötü iş yaptığını gördüğümüzde (sanki kendimiz hiç kötülük yapmıyormuşuz gibi) hemen onu kötü olarak nitelememiz ne kadar doğru sizce?
Amacımız kazanmak mı, kaybetmek mi?
Bir insanın iyi ya da kötü oluşunu toplam amelleri (amellerinin toplamı) belirlemez mi; belki de son ameli… Son nefesine kadar bir insandan ümit kesilmemeli, o insan dışlanmamalı! Mesafeli davranılabilir, küsülebilir, tavır koyulabilir ama terk edilmez! Hele de kendimizi o insandan daha “güçlü ve bilgili” görüyor ve hissediyorsak…
Fussilet 34’te Allah (CC) “İyilikle kötülük elbet bir değildir; kötülüğü iyilikle sav, bir de bakmışsın aranızda düşmanlık olan kişi ‘candan bir dostun = veliyyün hamîm’ oluvermiş.” der.
Rabbimiz, “Eğer kötülük işlediğinizde sizi hemen cezalandırsaydım yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdım/kalmazdı” buyurur. (Bkz. Fatır, 45. Nahl, 61.)
Rabbimizin En Güzel İsimlerinden (Esma-ül Hüsnâ’dan) biri de El-Halîm İsm-i Şerîf’idir. Bu isim, O’nun bizlerden ümit kesmediğinin teminatı olarak anlaşılmalı! Es-Sabûr ismi Kur’ân’da geçmez, senedi zayıf bir-iki Hadis’te (Tirmizî, Deavât, 83.) geçtiği için listede son sırada yer alır; bence Es-Sabûr isminin Rabbimiz için kullanılması uygun değildir. Çünkü Rabbimiz “güçsüz!” değildir, güçsüz sabreder; güçlü hilmeder, halîm davranır.
Çok sevmem ama “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanın.” sözü (Hadis olduğu da söylenir, daha çok kelâm-ı kibar olarak bilinir.) tam da burada çok işimize yarar. Güçlüysek, ilmen ve madden, gidişatı kontrol etme noktasında kendimize güveniyorsak halîm-selîm olmamız gerekir; hiddete ve şiddete başvurarak insanları kaybetmememiz icap eder; zayıfsak zaten sabretmekten başka çaremiz yok.
Hâsıl-ı kelâm ne kendimize ne de başkalarına karşı peşin hükümlü olalım; üç-beş hata/kötülük ile kendimizden de başkalarından da ümidi kesmeyelim ama amiyane tabirle aynı zamanda “salmayalım, boş vermeyelim.” Özellikle gruplaşmaların, klikleşmelerin arttığı, herkesin herkesi “şucu-bucu” diye damgaladığı (hatta tekfir ettiği) bir zamanda “hoşgörülü olmakta” fayda var. Güçlü hoş görür, suçlu/zayıf damgalar, suçlar.
Kendimizle ve başkaları ile ilişkilerimizi düzeltmek istiyorsak özellikle de insanları “kazanmak” istiyorsak biraz teennî… Teennî, ilerisini düşünerek akıllı hareket etme… (Yazının sonunda buldum en uygun kelimeyi.) Şimdi anahtar kelimeleri sıralayarak yazıya son veriyorum: Teennî. Hilm (Halîm. Halîm-Selîm). Sabr… Azm/Azîm… Hoşgörü… Karşıtları: Öfke/Hiddet… Şiddet… Nefret… Suçlama/Damgalama…
Olgun adam sâkin adamdır, teennî ile hareket eder. Ham adam çabuk parlar, çabuk hiddetlenir, hemen (sözlü ve fiilî) şiddete başvurur. Her işte olduğu gibi sözde ve yazıda da teennî olur; sözün/yazının teennîsi kavl-i leyyin’dir. (İlgili âyet, 20/Tâ-hâ, 44.)
Selâmetle…