Yâ Rab, şu muazzam Ramazân hürmetine,
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise.
Yâ Rab, şu asırlarca süren tefrikadan
Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se
Mâdâm ki verdin bize rûh-ı nevîn
Yâ Rab, daha bir nefha-i te’yîd insin.
Yeni bir Ramazan girerken Milli Şairimiz Mehmet Akif yukarıdaki şiirinde yaptığı yakarışlar gibi bizde;
“Yâ Rab! Ramazan hürmetine birliğimize engel olacak her ne var ise kaldır onları, tefrikadan, bölünüp parçalanmaktan kurtar bizi, Ramazan vesilesiyle bizlere yeni bir ruh nasip et. İlâhî bir nefesle destekle, canlandır bizi! Diye dua ve niyazda bulunuyoruz.”
Bu yılda Ramazan hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam zamanında rahmet, bereket, mağfiret ve bütün hayır ve güzellikleriyle geldi. Hoş geldi, sefa geldi. Mademki geldi onu iyi tanımak gerek. Bilhassa Peygamberimizin Ramazan hayatını ve bu ayı nasıl ihya ettiğini iyi bilmek gerek. Çünkü Ramazan, ilmin, inancın, ibadetin, ahlâkın, dayanışmanın, kardeşliğin daha da olgunlaştırılabilmesi için Müslümanlara ikram edilmiş bereketli bir zaman dilimidir. Müslüman bu zaman diliminde Rabbiyle, kardeşleriyle, nefsiyle ve şeytanla olan ilişkilerini gözden geçirir, gece gündüz tam bir ay süren yoğun ibadet ve bir eğitim faaliyetinden güçlenerek, arınarak çıkar. Bunu biz ancak alemlere rahmet olan Resûl-i Ekrem’in (s.a) örnekliğiyle yapabiliriz.
Hicretten dolayı Peygamber Efendimizin Medine’ye gelişinden yaklaşık olarak on sekiz ay geçmişti. Şaban ayının son günleriydi. Bakara Sûresi’nin gelen âyetleri Ramazan orucunun farz kılındığını şu şekilde haber verilmişti. “Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınasınız takvaya erişeniz diye size de sayılı günlerde farz kılındı…” (Bakara, 2/183). Hz. Peygamber (s.a) her zaman Ramazan ayına kavuşma arzusu ve iştiyakı içerisindeydi. Allah Resûlü, Ramazan ayına kavuşma arzusunu ve iştiyakını dualarında bile açığa vururdu. Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre, Recep ayı girdiği zaman Peygamber Efendimiz şöyle dua ederlerdi:
“Allah’ım! Receb ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan ayına ulaştır!” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, IV, 189).
Peygamberimizin hayatında Ramazan’ın ayrı bir yeri, değeri ve kıymeti vardı. Ramazan ayının önemiyle ilgili bu ayının yaklaştığı bir günde Resûlullah’ın (s.a) şöyle buyurduğu nakledilir: “Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, III, 344).
“Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennemden âzât eder. Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnut edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnut edecek iki işiniz; ‘lâ ilâhe illallah’ diyerek Allah’ın birliğine şehâdet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlar da Allah’tan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir. Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (Bk. İbn Huzeyme, Sahih, III, 191-192)
Peygamber Efendimiz Ramazan orucuna ayrı bir önem verir tutulan orucun ihlâs ve samimiyetle tutulmasını söyler, bu ayda yapılacak ibadetlerin en güzel şekilde ve Ramazan’a yaraşır mükemmellikte olmasını isterdi. Peygamberimiz Ramazan orucuna sahurla başlardı. Çünkü o, sahur vaktine ayrı bir değer verirdi. “Aman sahura kalkmayı ihmâl etmeyin; zira sahur yemeği mübarek bir gıdadır” derdi. Nitekim Mescid-i Nebevî’nin sofasında yatıp kalkan fakir sahabîlerden ve İslâm’a ilk giren bahtiyarlardan biri olan İrbâz ibni Sâriye’yi bir gece sahura çağırırken: “Mübarek gıdaya buyur!” demişti.
Ramazan orucunun günlük hayatımıza kazandırdığı önemli güzelliklerden biri de hiç şüphesiz, halkımızın ifadesiyle söylersek, sahura kalkmaktır. Bu kalkıştan maksat, “bir yudum suy ile de olsa” sahur yapmaktır. Gecenin sonunda yenilen sahur yemeğinin “mübarek bir yemek” olduğunu ifade buyuran Peygamber Efendimiz, “Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır.” (Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45) sözünde görüldüğü gibi, bu yemeği teşvik ve tavsiye etmiştir. Gerekçe olarak da sahura kalkıp yemek yemekte bereket ve bolluk olduğunu ve bu zaman diliminde Allah’a yakarış ve iltica vakitleri olduğu bunun değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir. Sahurun bitimiyle imsâk başlar. İmsâk, kelime anlamı itibariyle “tutmak” demektir. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terketmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur!” (Buhârî, Savm, 8) diğer bir hadisinde “Oruç tutan nice kimseler vardır ki oruçtan nasibi sadece aç kalmaktır. Geceyi ibadetle geçiren nice kimseler vardır ki kıyamdan nasibi sadece uykusuz kalmaktır.” (İbn Mâce, Sıyâm, 21) buyurmaktadır. Bu hadislerden imsâkla başlayıp iftarla biten orucun, sadece karnı aç bırakmaktan ibaret olmadığı, esas oruçtan maksadın imsâktan itibaren insanın orucu bütün organlarına tutturabilmesi, her türlü kötülükten ve günahtan uzak durabilmesi, güzel ahlak ve davranışlarla bezenmesi gibi hususlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu noktada sadece aç ve susuz kalarak tutulan oruç, bir insanı aç ve susuz olarak ağaca bağlamaya benzetilmiştir.
Ramazan orucunun önemli anlarından biri iftar anıdır. İftar, duaların kabul edileceği çok değerli ve önemli zaman dilimidir. Hz. Peygamber bir hadisinde, “…Müminin iki sevinci vardır: Birisi iftar vaktinde orucunu açtığı andaki sevinci, diğeri Rabbine kavuştuğu zaman orucunun (mükâfatından kaynaklanan) sevincidir.” (Müslim, Sıyâm, 163; Buhârî, Savm, 9) buyurmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a) oruç açmada acele edilmesini tavsiye etmiştir. “İnsanlar vakti girince iftar etmekte acele ettikleri sürece hayır üzere olurlar.” (Buhârî, Savm, 45; Müslim, Sıyâm, 48) buyurmuş ve Allah’ın en sevdiği kullarının iftar yapmada acele edenler olduğunu bildirmiştir (Tirmizî, Savm, 13). İftar etmeden önce oruçlu insana yeme-içme, denmiştir, o da yememiştir ve içmemiştir. Böylece mümin, emre uyarak Yüce Allah’a olan sevgisini ve saygısını göstermiştir. İftar et denildiği vakitte de bu emre uyarak derhal dua ederek orucunu açıp iftar etmiştir. Bu ancak iman, sabır ve ihlâsla kazanılan bir irade eğitimidir.
Peygamber Efendimiz bu ayda Kur’ân-ı Kerim’i daha çok okurdu. Zaten Cebrâil (a.s) ramazan ayı boyunca her gece Peygamber Efendimizin yanına gelir, karşılıklı olarak birbirlerine Kur’ân okurlar ve böylece o güne kadar gelen âyetleri bir daha gözden geçirmek suretiyle kontrol ederlerdi. Her yıl bir defa yapılan bu karşılaştırma olayı, Resûl-i Ekrem’in Son Ramazan’ında bu iki defa yapılmıştı. Dolayısıyla Hz. Peygamber’den (s.a) itibaren bu gelenek haline gelmiş devamlı mukabeleler okunur hale gelmiştir. Tabii ki Kur’ân lafızlarını okumak önemli olmakla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a) okuduğu gibi onu anlayarak anlamını düşünerek, içselleştirip içten gelen bir duygu ile gözlerden yaşlar dökerek, tane tane okumak çok daha önemlidir. Çünkü Ramazan Kur’ân ayıdır.
Ramazan’la birlikte Peygamber Efendimizin ibadetlerinde artış olur ve gecelerini ihya ederdi. Bunun en belirgin olanı teravih namazı idi. Teravih, Ramazan gecelerini ihya etme yönüyle güzel bir ibadettir ve buna devam etmek ve ihmal etmemek gerekir.
Yine Ramazan’la birlikte Peygamber Efendimizin hayır ve infaklarında artış olur, onun dillere destan cömertliği, ramazanda coşup taşardı. Üç aylarda, “Hiç durmadan esen bir rüzgârdan daha cömert olurdu.” Eline geçen imkânları derhal Müslümanlara dağıtır, kendinden ne istenirse hemen verir, yanında yoksa başkalarından temin ederdi. Hangi sadakanın daha makbul olduğunu soranlara “ramazanda dağıtılan sadaka” cevabını verirdi. Bu yüzden Ramazan ayı infak ve hayır ayı olduğu için Müslümanlar genelde zekâtlarını bu ayda vermeyi gelenek haline getirmişlerdir. Yine bu ayda varoluş sadakası olan sadaka-i fıtır vardır. Bununla fakirler, kimsesizler, yetimler, dullar, düşkünlere yardım edilir. İbn Abbâs şöyle demiştir: “Resûlullah (sav) hem oruçluyu (işlediği) faydasız fiillerden ve (söylediği) kötü sözlerden temizlemek, hem de fakirlere gıda (temin etmek) üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse, o makbul bir zekâttır. Kim de bunu bayram namazından sonra öderse, o sadakalardan bir sadakadır.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 18; İbn Mâce, Zekât, 21). İnfak noktasında asrın afetine maruz kalan depremzedeleri unutmamak gerekir.
Ramazan’a vedâ günleri yaklaşınca, Peygamber Efendimizin ibadetlerinde bir artış görülürdü. Zira “bin aydan daha hayırlı” Kadir Gecesi’nin ramazanın son on gününde, özellikle 25, 27 ve 29. gecelerde bulunması ihtimali, onu bu geceyi kaçırmamaya sevk ederdi. Şöyle buyururdu:
“İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir gecesini ihya eden kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6). Başka bir hadisinde “Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın!” (Muvatta’, İ’tikâf, 6) buyurmuştur. Yine Allah Resûlü (s.a) bu gece hakkında ümmetini şöyle uyarmıştır: “Bu gecenin hayrından mahrum kalan, bin ayın hayrından mahrum kalmış gibidir.” (Nesâî, Sıyâm, 5).
Ramazan’ın son on gününde Resûl-i Ekrem (s.a) Mescid-i Nebevî’de îtikâfa çekilirdi. “Rabbim, kapına geldim. Sen beni affetmedikçe, buradan bir yere gitmem.” anlamına gelen namaz, dua, zikirden ibaret bu yoğun ibadet esnasında, evine sadece zaruri ihtiyaçları için giderdi.
Yazımızı Sezai Karakoç’un şu ifadeleriyle bitirmek istiyoruz: “Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı.”
Allah cümlemizi Ramazan’ı Peygamber Efendimiz gibi ihya etmeyi, rahmetinden bereketinden, mağfiretinden ve bütün iyilik ve güzelliklerinden istifade etmeyi nasip eylesin…
Kaynakça
Hadislerle İslam, DİB Yayınları, Ankara 2020.
- Yaşar Kandemir, Efendimizin Ramazan Hayatı.