Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?

EKLENDİ

:

 

“Anlamak öyle bir sancı ki insanın vücuduna bir başka insan daha yerleşiyormuşçasına bir darlık, isyan, bunalma, kabullenme güçlüğü ve daha, çok daha dar bir yerde yaşama mecburiyeti getiriyor.”

(Şule Gürbüz, Zamanın Farkında)

Anlamayı yargılamayla karıştırıyorlar ya da yargılamayı anlamayla.

İnsanlar herhangi bir toplumsal olay ya da herhangi bir politik olay karşısında bir tutum takınıp bir edimde bulunurlar. Her insanın da kendi tutum ve edimine ilişkin bir gerekçesi vardır; bir şekilde tutum ve edimini meşrulaştırır. Ve o gerekçe kendisine göre iyi, doğru, adil ve hakkaniyetli olduğu için o şekilde davranır. Bunları anlamaya çalışmak, illa ki bunlara hak vermek anlamına gelmiyor. Gerek insanların tutum ve edimleri gerekse de bunları gerekçelendirme biçimleri bizimkine uygun olmayabilir, bizimkine benzemiyor olabilir. Fakat bir tutum ya da edimin nasıl gerekçelendirildiğini anlamaya çalışmak; bizimki gibi olmayan iyi, doğru ve adil anlayışının neye yaslandığını kavramaya çalışmak ona hak vermek anlamına gelmeyecektir. Başka bir anlatımla “hadi birbirimizi anlayalım” demek, kaçınılmaz olarak “bana hak vermek zorundasın” demek noktasına varmaz. İnsanlar farklı gerekçelerle ve farklı motivasyonlarla hareket edebilirler ki bu da gayet normaldir.

Anlamak görmek demektir. Anlayamadığımız için yargılamaya başlıyoruz. Ve anlayamadığımız için birbirimize karşı körüz. Hüküm veriyoruz; doğru-yanlışa, iyi-güzele dair kendi zaviyemizden bolca ahkâm kesiyoruz. Akabinde kategorize etmeye, sınıflandırmaya, ayrıştırmaya başlıyoruz. Bizim gibi tercihte bulunmayanları itham ediyoruz. Mesela bir siyasal tercih durumunda benim seçimime ortak olmayanlara karşı “cahiller, bidon kafalılar, IQ’sü düşükler, göbeğini kaşıyan adamlar” diye acımasızca, nefret dolu bir şekilde ve hadsizce nitelemelerde bulunabiliyoruz. Hâlbuki önce bir anlamaya çalışsak, yani “neden o insanlar benimki gibi değil de kendilerininki gibi bir tercihte bulundular” diye sorabilsek bu anlama çabası bizi görmeye götürecek, bir görüş verecek bize. Bu, elbette ki bir çaba gerektiriyor, biraz daha kendi konforlu alanımızdan uzaklaşmayı gerektiriyor. İnsanlar bu çabayı, bu anlama çabasını göstermedikleri için yargılamaya başlıyorlar. Son tahlilde de bizim güzelimize, adil ve hakkaniyetli olanımıza benzemeyen; farklı bir adil, iyi, doğru ve hakkaniyetli kategorisine sahip insanların o iyilik, adilik ve doğruluk fikirlerini yargılamaya başlıyoruz; cahil diyoruz, bidon kafalı diyoruz, göbeğini kaşıyan adam diyoruz; hatta onlara lanet okuyarak (mesela birisi en sonunda “Anadolu’ya lanet olsun” diye bitirmişti konuşmasını) işte, bunlar başlarına geleni hak etmişti diyoruz. Bu yargıdan da doğru ve sağlıklı bir yorum ve bir sonuç çıkmıyor, çıkmaz. Birbirimizi göremiyoruz, bakan körlere dönüşüyoruz.

Yunan mitolojisinde bizim eski öykülerimizdeki Deli Dumrul’a benzer bir karakter vardır. Evinin yakınından geçenleri evine davet ederek onları ağırlayan bu karakterin adı Procrustes’tir. Görünüşte yüce gönüllü bir ev sahibidir. Misafirlerine ikramlarda bulunur, onları güzelce ağırlar. Günün sonunda da onları ölçülerini kendisinin belirlediği bir yatakta uyumaları için davet eder/zorlar. Fakat sorun tam da burada başlar. Ölçülerini kendi standartlarına göre belirlediği bu yatağa misafirlerinin fiziksel açıdan tam olarak uymalarını ister. Dolayısıyla yatağın ölçülerine uymayan misafirleri bu yatağa uydurmaya çalışır. Örneğin misafirin boyu yatağın boyundan kısa ise germe aletleriyle misafirin boyunu uzatmaya, uzunsa da kolunu bacağını keserek kısaltmaya çalışır. Özetle Procrustes diyor ki; illa boyunuz benim yatağıma uygun olacak, ölçüleriniz benim belirlediğim ölçülere göre olacak. Aslına bakılırsa mitolojiye göre bunların hepsi kurgu. Zira Procrustes’in ne misafir ağırlamakla, ne izzet-ikramla işi vardır. Onun nihai amacı acı çektirerek misafirlerini öldürmek ve onları soymaktır. Tabii bu başka bir bahis.

Procrustes’in öyküsünü kendimize uyarlarsak, zaman zaman özellikle belirli bir sosyal medya kullanıcısı bir kitlenin tıpkı o öyküdeki gibi hareket ettiğini söylemek mümkün. Birileri; herkesi, bütün yolcuları, bütün konukları kendisine benzetmeye çalışıyor, onların kendisi gibi olmalarını istiyor ve onları kendisi gibi yapmak amacıyla onlara acı veriyor. Onları, bir kısmına “senin boyun uzun, bu yanlış bunu kısaltmamız gerek” diyerek bir kısmına da “senin boyun kısa, bu da yanlış uzatmamız gerek” diyerek bir dayatma karşısında bırakıyor. Bunu hakikate tebdil edersek, ülke gerçekliğimizde “sen şöyle şöyle bir tercihte bulundun, bu bir cahilliktir, bunu düzeltmemiz, bilimle, aydınlanmayla seni bu yanlış bakıştan arındırmamız gerekir” şeklinde bir yaklaşım kendisini gösteriyor. Bu bakış insanları kendisine benzetmeye çalıştığında aslında onlara acı veriyor, onları korkutuyor ve uzaklaştırıyor. Onları nitelemek için kullanılan şeylerin önemli bir kısmı aslında doğrunun ve hakikatin kendisi değil. Neticede demokrasi insanların kendi özgür iradeleriyle, kendi tercihlerini dile getirmeleridir. Yani benimkine benzemesi gerekmiyor, demokrasi böyle bir şey değil, böyle bir dayatma peşinde de değil. İnsanlar beğenir ya da beğenmez, nihayetinde bu onların bireysel tercihleridir. İnsanlar bir şeye teveccüh gösterirler ya da göstermezler. Teveccüh gösterdikleri zaman bu insanlar iyi, göstermedikleri zaman kötü mü olacaklar? Bu son derece yanlış, son derece sakat bir yaklaşımdır. Böylesi bir anlayış hem insanların bir arada yaşama iradesine zarar verir hem de ortak yaşama kültürünü zedeler. Bir bütün olarak bakıldığında da kutuplaşma denen şeyi daha da derinleştirir; bir ve birlik olma iradesini, anlayışını zedeler ve zafiyetler üretir.

Demokrasi insanların haklarını bilmesi meselesi olduğu kadar, aynı zamanda insanların hadlerini de bilmesi meselesidir. Kimsenin kendi iradesini, kendi doğrusunu bir Procrustes Hayaleti gibi insanların üzerinde dolaştırmaya hakkı ve haddi yoktur. Yanlışı, daha doğrusu yanlış olarak gördüğü şeyi, hatalı ya da eksik olarak gördüğü şeyi ve bunun yerine konması gerektiğini düşündüğü doğru, iyi ve güzeli dile getirmek başka bir şeydir, bunlar üzerinden argo ve ağır bir dil kullanarak insanlara hakaret etmek bambaşka bir şeydir. Bu ister avam lisanı ile yapılsın ister akademik ya da entelektüel bir lisanla yapılsın aynı şeydir. Anlamak lazım, yargılamadan önce. Ancak bu şekilde görebiliriz.

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar