Din ve Hayat
Prof.Dr. Mehmet Görmez: Gazze Soykırımında Bütün Dünya Kamuoyunun Ahlaki ve Hukuki Sorumluluğu Vardır!..
Bir taraftan bütün insanlığın gözü önünde yakın tarihin belki de en vahşi, en zalimane katliamı yaşanırken diğer taraftan bir avuç Müslümanın kendi öz yurtlarını savunmak, inançlarını müdafaa etmek, izzetlerini, iffetlerini korumak için sergiledikleri o insanüstü direniş, mukavemet hayranlık uyandırıyor.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Fatma Somuncuoğlu Dr.Bu yazı; Prof. Dr. Mehmet Görmez’in, 22 Mart 2024 tarihli “Gazze Bağlamında İslam’da Cihad ve Sorumluluklarımız” başlıklı dersinin Dr. Fatma Somuncuoğlu tarafından metne dönüştürülmüş hâlidir.
Değerli kardeşlerim, Gazze’de altı aydır hepimizin yüreklerini burkan o yaşanan katliam karanlık bir perdeyi daha aralıyor aslında. Bütün dünyaya musallat olan mutlak şer, mutlak kötülük, mutlak zulmün bütün acımasızlığını gözler önüne sermeye devam ediyor.
Bir taraftan bütün insanlığın gözü önünde yakın tarihin belki de en vahşi, en zalimane katliamı yaşanırken diğer taraftan bir avuç Müslümanın kendi öz yurtlarını savunmak, inançlarını müdafaa etmek, izzetlerini, iffetlerini korumak için sergiledikleri o insanüstü direniş, mukavemet hayranlık uyandırıyor.
Gazzelilerin gösterdikleri mümince sabır ve metanet, bütün insanlığa, bütün Müslümanlara çok çok derin dersler sunuyor. Öyle anlaşılıyor ki aziz kardeşlerim, kelimelerin anlatmakta kifayetsiz kaldığı bu zulüm, bu katliam, bu soykırım, bundan böyle hem insanlık hem de İslam ümmeti tarihinde inanıyorum ki yeni bir milada dönüşecektir.
İçi boşaltılan nice kavramlarımızın yeniden tanımlanması artık bir zorunluluk arz edecektir. Bunların başında âcizane kanaatim “cihat” kavramı gelmektedir.
Belki de Müslümanlar hatta gayrimüslimler farklı ölçeklerde yaşadıkları pek çok gafletten bu miladın yankısıyla yeniden uyanacaktır inşallah. Bundan böyle pek çok şey artık Gazze’den önce ve Gazze’den sonra diye yeniden değerlendirilecektir.
Gazze sonrası nice kavramlarımız nice kuramlarımız nice kurumlarımız yeniden tartışılacaktır. Bu meyanda içi boşaltılan nice kavramlarımızın yeniden tanımlanması artık bir zorunluluk arz edecektir. Bunların başında âcizane kanaatim “cihat” kavramı gelmektedir. Hem de biz Müslüman milletlerin modern zamanlarda tanımlama kudreti elimizden alınan cihat kavramı. Tahrif edilen ve esasında ne kadar varoluşsal olduğu bütün yönleriyle Gazze ile ortaya çıkan cihat kavramı.
Bu dersimizde önce Kur’an ve sünnete bir bütün olarak bakarak İslam’da cihadın hikmetini, felsefesini özetle ele alacağız. Ardından cihat kavramının geçirdiği çok sorunlu aşamalar var bizim tarihimizde, kavram nasıl bir anlam daralmasına uğradı, nasıl değişti, bunları zikredeceğiz. Son kısımda ise Gazze bağlamında, cihat fıkhı açısından üzerimize düşen vazifelerin neler olduğunu, hem birey olarak hem toplum olarak bize düşen vazifeleri tek tek anlatmaya çalışacağım.
Değerli kardeşlerim, bir kavramı tanımlamadan önce o kavramın ait olduğu düşünsel evreni, o evrenin varlık anlayışını insana bakışını tabiata bakışını dünya görüşünü birlikte bir bütün olarak ele almak zorundayız. Dahası ahlak, adalet ve merhamet değerlerini o evrenin, o düşünce evreninin adalet, merhamet değerlerini, ilahi ve insani boyutlarını bütüncül bir yöntemle ele almak iktiza eder.
Hele hele bu kavram eğer İslam ümmetini inşa eden, özgürlüğünü ve bağımsızlığını teminat altına alan, bekasını ilgilendiren ve kendisine süreklilik kazandıran cihat gibi bir mefhum ise çok daha büyük önem arz eder.
Cihat; İslam’ın insana yüklediği emanet, teklif, umran, istihlaf gibi görevlerinden ayrı ele alınamaz. İslam ümmetinin risaleti taşıma, insanlığa şahit olma vazifesinden de yine aynı şekilde müstakil olarak değerlendirilemez. İslam’ın ötekiyle ilişkisi yani gayrimüslimlerle ehli kitap ile münasebeti başta olmak üzere, öngördüğü uluslararası ilişkiler kuramlarını bilmeden cihat doğru anlaşılamaz.
Cihat daha çok dar anlamda sadece zorunlu hallerdeki harp ve kıtale indirgenmiştir. Bazen de bütünüyle bu özünü oluşturan yönü terk edilerek cihat sadece sözle cihat, nefisle cihat yahut işte kalemle cihat, kültürle cihat gibi bazı konulara indirgenmiştir.
Bu kuramları ortaya çıkaran siyasi, askerî, kültürel şartları bir bütün olarak anlamadan cihadı doğru temellendirmek mümkün olmaz. Dahası İslam’ın barış ve adalet mefkûresini bilmeden, savaş ahlakı ve savaş hukukunu külli bir bakış açısıyla ele almadan, savaşı da içeren cihadı anlamak imkânsızdır.
Tarihî süreçlere baktığımız zaman cihat konusunda, ikisi geleneğimizde, İslam geleneğinde, üçü modern zamanlarda olmak üzere kabaca beş hatalı temayül ortaya çıkmıştır.
Gelenek içerisinde maalesef bazen onlarca ayet nesh edilerek mensuh sayılarak cihat daha çok dar anlamda sadece zorunlu hallerdeki harp ve kıtale indirgenmiştir. Bazen de bütünüyle bu özünü oluşturan yönü terk edilerek cihat sadece sözle cihat, nefisle cihat yahut işte kalemle cihat, kültürle cihat gibi bazı konulara indirgenmiştir.
Modern zamanlarda ise klasik oryantalizm bilhassa İslam’ın yeryüzüne kılıçla yayıldığı yaftasına, bilimsel bir kılıf uydurmak için cihadı sadece diğer din mensuplarına karşı bir kutsal savaş olarak takdim etmiştir.
İşgal ve sömürgeciler Müslüman coğrafyalarda karşılaştıkları mukavemeti kırmak için din mühendisliğine soyundular ve Hindistan’da Kadiyanilik örneğinde olduğu gibi cihatsız bir İslam mefkûresini yaygınlaştırmak için harekete geçtiler.
“Barış dini İslam” söylemi de aslında son asırda karşı karşıya kaldığımız taarruzun bizde oluşturduğu kompleksin bir tezahüründen başka bir şey değildir.
Son iki asırda ise Müslüman coğrafyaları kendine savaş alanı haline getiren, İslam topraklarını kan gölüne çeviren, küresel güçler kurdukları terör örgütleri ve yürüttükleri vekâlet savaşları marifetiyle cihadı terör ve şiddet ile özdeşleştirdiler. Sadece bununla da kalmadılar dinimiz İslam’ı savaş dini olarak takdim etmedeki o ustalıklarıyla Müslüman gençlerin zihinlerinde dahi travmalara yol açtılar.
Bu travmalar bizleri her sözümüze, her hutbemize, her hitabımıza, her konuşmamıza “İslam barış dinidir, İslam barış dinidir.” diye başlamaya icbar etmiştir. Bu açıdan bakıldığında “barış dini İslam” söylemi de aslında son asırda karşı karşıya kaldığımız taarruzun bizde oluşturduğu kompleksin bir tezahüründen başka bir şey değildir.
Değerli kardeşlerim, kuşkusuz İslam’ın doğru anlaşılması ve anlatılması için ortaya konulan her türlü çaba ve gayreti cihat olarak yorumlamak mümkündür. Ancak cihadı gerçek ve derin anlamını kavramamıza engel olacak şekilde o kendi kavramsal bütünlüğünden yani Kur’an, sünnet, siret bütünlüğünden, o makasıdî bütünlükten kopararak ilgili nasları da bağlamlarından çıkararak anlamak ne kadar sorunlu ise Kur’an’ın bir ayetine “seyf ayeti” adını verip onun üzerinden geliştirilen bir nesh teorisiyle Kur’an’daki barış ayetlerini, adalet ayetlerini, sözleşme, ötekine saygı, özgürlük, af ve müsamaha gibi İslam’ın temel ilkelerinin tamamını ifade eden ayetlerin mensuh olduğunu iddia etmek de bir o kadar büyük problem oluşturmuştur.
Düşmanla savaş şeklindeki cihadın zayıf bir rivayete dayanılarak “küçük cihat” diye değersizleştirilmesi ne kadar yanlış ise nefisle cihadın diğer bütün cihatları gölgeleyecek şekilde “büyük cihat” diye yüceltilmesi ve “esas cihat” diye takdim edilmesi de bir o kadar yanlıştır.
Cihadın esas anlamını unutturacak hatta değiştirecek derecede abartarak cihadı sadece kıtale ve savaşa indirgemek ne kadar yanlış ise cihadı kıtal ve savaştan azat ederek İslam ümmetinin bekasını ilgilendiren zamanlarda dahi kıtal ve savaştan azat ederek sadece kültürel bir faaliyete indirgemek de bir o kadar hatalıdır.
Düşmanla savaş şeklindeki cihadın zayıf bir rivayete dayanılarak “küçük cihat” diye değersizleştirilmesi ne kadar yanlış ise nefisle cihadın diğer bütün cihatları gölgeleyecek şekilde “büyük cihat” diye yüceltilmesi ve “esas cihat” diye takdim edilmesi de bir o kadar yanlıştır. Kaldı ki söz konusu hadisin Tebük seferinden sonra varit olduğu söylenmiştir.
Hâlbuki Tebük seferine katılmayan, yani küçük olduğu iddia edilen cihada iştirak etmeyen üç kişiye Kur’an’ın ifadesiyle dünyanın nasıl dar edildiğini unutmamak gerekir.
Kıymetli kardeşlerim cihadı, cihadın gayesini, cihadın felsefesini esasen şu sorular üzerinden anlamak mümkündür:
Cihadın illeti, gayesi, maksadı küfür ve şirk midir?
Dolayısıyla kâfirleri ve müşrikleri öldürmek midir?
Yoksa Gazze’de olduğu gibi kâfir ve müşriklerin İslam’a ve Müslümanlara karşı başlattığı düşmanlık ve saldırganlığı önlemek midir?
Ya da ister Müslüman olsun ister gayrimüslim olsun zulmü önlemek midir?
Zalimi durdurmak mıdır? Mazlumu korumak mıdır? Adaleti ayağa kaldırmak mıdır?
Peşinen ifade edelim ki Kur’an’da hiçbir konuda olmadığı kadar cihat ve kıtal ayetlerinde cihadın ve kıtalın illeti, gayesi tartışmaya mahal bırakmayacak kadar açıkça zikredilmiştir. Mesela ayetlerde sarih nas olarak ifade edilen cihadın illetlerini şöyle sıralayabiliriz:
Yeryüzünün ifsadı, zulme uğramak, mazlumu korumak, saldırıyı önlemek, işgali önlemek, fitneyi ortadan kaldırmak, Allah’ın sözünü yüceltmek, dinin sadece Allah’a ait olduğunu sağlamak, barış antlaşmalarını bozmak, düşmanla işbirliği yapmak ve inançları sebebiyle baskıya uğrayanlara yardım etmek. Bütün bunlar ayetlerde çok açık bir şekilde ifade edilmiştir.
İbn Haldun bu konuda çok önemli bir hususa işaret eder, der ki “Aslında savaş insanlık tarihi boyunca vardır ama cihat dediğimiz şey insanlık tarihi boyunca var olan savaşların gayesini / gayelerini değiştiren evrensel bir inanç, evrensel bir düşünce, evrensel bir eylemin adıdır.”
Değerli kardeşlerim İbn Haldun bu konuda çok önemli bir hususa işaret eder, der ki “Aslında savaş insanlık tarihi boyunca vardır ama cihat dediğimiz şey insanlık tarihi boyunca var olan savaşların gayesini / gayelerini değiştiren evrensel bir inanç, evrensel bir düşünce, evrensel bir eylemin adıdır.”
Cihat, tarihte hiçbir hukuk ve ahlak tanımayan savaşları evrensel ahlak ve hukuka kavuşturan ilkelerin ve kuralların ismidir. Tarihte savaşların gayelerini şöyle bir hatırlayacak olursak; kişisel kin gütmek, intikam almak, ırk ve kabile üstünlüğü sağlamak, soykırım yapmak, çapulculuk, yağmalamak, işgal etmek, sömürmek, insanları köleleştirmek, baskı ve tahakküm kurmak gibi gayri insani amaçlar uğruna yapılıyordu. Şimdi de hâlâ öyle yapılıyor.
İşte cihat savaşlardaki bütün bu gayri insani gayeleri ortadan kaldırır ve hak ve hakikati yüceltmek, zulmü önlemek, Allah’ın rızasına ermek, O’nun sözünü yüceltmek “ila-i kelimetullah” gibi yüce gayelere bağlanmıştır.
İran Kisra’sının, Hz. Ömer’in Elçisi İbn Amir el Ensari’ye sorduğu soru vardır “Siz Araplar deve sütü içmekten, keler eti yiyip kumlar üzerine yatmaktan başka bir şey bilmezdiniz. Ne oldu? Sizi buraya getiren nedir? Ne işiniz var burada? İşte cihadın gayesi Hz Ömer’in elçisinin bu soruya verdiği cevaplarda saklıdır. O şöyle der “Geldik size ta ki sizler, dileyenler kula kul olmaktan çıksınlar, Allah’a kul olsunlar. Ta ki insanlar dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine dönsünler diye geldik. Ta ki insanlar bu dünyanın darlığından ve sıkıntısından kurtulup dünyanın ve ahiretin o enginliğine ve genişliğine kavuşsunlar.”
Kur’an cihat kavramını semantik bir sürece tabi tutmuştur, tedrici olarak temellendirmiştir. Nebevi tatbikat ve beyanlar da yani sünnet ve hadis de cihadın kavramsallaşmasına önemli derecede yön vermiştir, hem dar anlamda hem geniş anlamda.
Cihat kelime olarak kökü “cehede” Arapçada çok anlamlılık bakımından en zengin kavramlardandır. İhtiva ettiği 18 farklı anlamın mihverini “zorluk, güçlük, meşakkat ve müspet anlamda cehdü gayret oluşturur. Bu cehdü gayret her türlü zulüm ve kötülüğü ortadan kaldırmak, her türlü iyilik, erdem, adalet ve fazileti yeryüzünde yaymak için kullanılır. Aslında ilahi vahyin Arap dili ve sözlüğünden alarak yeni ve çok zengin anlamlar yüklediği kavramlara en iyi örneklerden birisi cihat kavramıdır.
Cihat ve mücahede mahza bir Kur’an ve İslam kavramıdır. Kur’an cihat kavramını semantik bir sürece tabi tutmuştur, tedrici olarak temellendirmiştir. Nebevi tatbikat ve beyanlar da yani sünnet ve hadis de cihadın kavramsallaşmasına önemli derecede yön vermiştir, hem dar anlamda hem geniş anlamda.
Cihat kavramı Mekki ayetlerde mesela, Kur’an’ı hakkıyla tebliğ etmek, insanı hidayete erdiren yolları aramak hani “men cahede fina lenehdiyennehüm sübülena” ayetinde olduğu gibi mesela nefsi arındırmak için ahlak, ihsan üzere cehd gayret göstermek gibi pek çok anlama gelir. Geniş anlamda ele alır Mekki ayetler.
Medine’de ise bir ümmet varlığı artık tesis edilmiş ve bu varlığa yönelen saldırılara karşı korumak için kıtal ve harp; şavaş anlamındaki cihat artık zorunlu bir hüküm haline gelmiştir. Savaşa izin veren ilk ayet hem savaşın nefsi müdafaa için olduğunu bildirmiş hem de meşruiyet sınırlarını net olarak çizmiştir. Ayet şöyle “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara zulme uğramaları sebebiyle savaşmak için izin verildi.” Fakat Mekkelilerin baskıları artınca başka bir ayet nazil olur, bu sefer de “Size çok hoşunuza gitmese de savaşmak farz kılındı.”
Hadis literatüründe de tıpkı Kur’an’da olduğu gibi cihadın hem geniş anlamı hem dar anlamı açıkça ifade edilir. Hadislerin genelinde Allah yolunda malı ve canı ile veya her ikisiyle cihat eden kimsenin elde edeceği o manevi dereceler çok farklı ifadelerle dile getirilir.
Fıkıh, tefsir ve hadis literatürümüze bir bütün olarak baktığımızda cihat dört ana başlık etrafında ele alınmıştır. Nefis ile cihat, şeytan ile cihat, saldırgan kâfir düşmanlarla cihat ve münafıklarla cihat.
Yeryüzünde iyiliğin egemenliğini temin etmek, Allah’ın rızasına ulaşma yolundaki tüm gayretler, hadislerde cihat olarak hem tavsif edilir hem teşvik edilir. Hazreti Peygamber tarafından cihat, “İslam binasının en zirve noktası” diye tarif edilir.
Hazreti Peygamber, Allah yolunda olmayan hiçbir savaşa O’nun ismini yüceltmeye gaye edinmeyen, zulmü önlemeyi gaye edinmeyen, mazlumu savunmayı, işgali, haksız işgalleri ortadan kaldırmayı düşünmeyen hiçbir muharebeye cihat denmeyeceğini de açık bir şekilde ifade etmiştir ve şöyle der Allah Resulü, “Kim Allah’ın ismi yücelsin diye savaşırsa o şüphesiz Allah yolundadır.”
Genel olarak şöyle hem fıkıh literatürümüze hem tefsir literatürümüze hem hadis literatürümüze bir bütün olarak baktığımızda cihat dört ana başlık etrafında, on dört mertebede ele alınmıştır. Bu sırasıyla nefis ile cihat, şeytan ile cihat, saldırgan kâfir düşmanlarla cihat ve münafıklarla cihat diye dörde ayrılır.
Nefisle cihadın dört mertebesi vardır. Mesela ilim öğrenmek, ilimle donanmak, bilgiyle hikmetle donanmak cihat olarak telakki edilmiştir. Salih amel işlemek, insanları hakka davet etmek, Hak yolunda direnip sabretmek.
Şeytanla cihadın iki mertebesi vardır. Biri şehvetlerle cihat biri şüphelerle. Biri bizi esir alan şehvet ve arzularla savaşmak, diğeri ise bizi kuşatan şüphelerle mücadele etmek.
Saldırgan küffar ile cihadın ise dört mertebesi vardır. Dil ile cihat, mal ile cihat, kalp ile cihat ve güce güç ile mukabele ederek cihat yani savaş.
Silahlı Cihat ise ikiye ayrılır. Savunma cihadı ve taarruz cihadı. Bunların da fıkıhta her birinin ayrıca şartları, sınırları çizilmiştir.
Münafıklarla cihadın dört mertebesi vardır. Kalp ile cihat dil ile cihat mal ile cihat ve el ile cihat yani müdahale ederek bir kötülüğü değiştirmek.
Cihat kavramının geçtiği bazı süreçler var ve bu süreçlerde anlamlarında değişiklikler oldu. İslam tarihinin dört zorlu döneminde cihat ile ilgili tartışmalar yoğunluk kazanmıştır.
Değerli kardeşlerim son olarak dersin başında da ifade ettiğim gibi cihat kavramının geçtiği bazı süreçler var ve bu süreçlerde anlamlarında değişiklikler oldu. İslam tarihinin dört zorlu döneminde cihat ile ilgili tartışmalar yoğunluk kazanmıştır.
Birinci dönem Hazreti Peygamberin hemen ardından başlayan fetih zamanlarıdır yani İslam’ın uluslararası ilişkiler kuramının teşekkül ettiği ve bu çerçevede cihadın ilk olarak temellendirildiği dönemdir. Bu konuda müstakil Kitabul Cihat’lar yazıldı, Kitabul Siyer’ler yazıldı, Kitabul Mezalim’ler yazıldı.
Bu dönemde Hicaz fukahası, Hicaz’ı müşriklerden arındırma siyasetini dünyayı küffardan arındırma siyasetine dönüştürerek savaş eksenli bir bakış açısı geliştirdi ve “İnsanın dokunulmazlığı ya imanla ya da emanladır.” dedi.
Fakat fetihlerle beraber başka din ve kültürlerle birlikte yaşayan Kufe ve Şam fukahası daha çok barış, sulh, muahede eksenli daha evrensel bir bakış açısı geliştirdi. Bunlar da “İnsanın dokunulmazlığı insan oluşundandır, Âdem oluşundandır.” prensibinden hareketle bir uluslararası ilişkiler kuramı geliştirdiler.
İkinci dönem yani cihat kavramının en çok konuşulduğu ve tartışıldığı ikinci dönem ise Haçlı ve Moğol seferleri ile birlikte cihadın farklı bir anlayışa evrilmesi dönemidir.
İslam tarihinde cihadın en çok tartışıldığı ikinci dönem bu Moğol istilaları ve Haçlı seferleri sonrasına denk gelir. Burada iki büyük gelişme yaşanır.
Birincisi haçlıların savaşlarına nispet ettiği kutsiyet Müslümanlar tarafından kendi savaşlarına da atfedilerek cihat adeta mukaddes bir savaşa indirgenir. “İndirgenir” kelimesini bilerek seçtim.
İkincisi ise bir kısım ulema tarafından daha önce de ifade ettiğim gibi Tevbe suresinin 5 ayetine “seyf ayeti” adı verilir yani “kılıç ayeti” aslında bunun üzerinde bir ittifak yoktur. Bu ayetin Kur’an’daki barışı, adaleti, sözleşmeleri, ötekine saygıyı, özgürlüğü, affı, müsamahayı ifade eden İslam’ın temel ilkelerini ki bu 124 ayete tekabül ediyor. Bu 124 ayeti nesh ettiğine dair görüş öne çıktı.
Üçüncü dönem yani cihat kavramının anlam değişimine uğradığı bu dönem 18. yüzyılda başlayan ve 19. yüzyılda hız kazanan sömürge ve işgal hareketleri ile birlikte usulsüz cihat anlayışlarının ortaya çıkmasıyla kendisini göstermiştir.
Buna bağlı olarak cihat kavramı yön değiştirir kısmen sömürge hareketlerinin de etkisiyle cihat işgalden ve sömürgeden kurtuluş savaşlarının aracı ve gayesine dönüşür. Bu da beraberinde Hint alt kıtasında olduğu gibi cihatsız İslam anlayışlarını ortaya çıkarmaya başlar.
Cihat kavramının en çok tahrif edildiği dördüncü dönem ise değerli kardeşlerim vekâlet savaşlarının doğurduğu yani el-Kaide, DAİŞ, Şebab, Boko Haram gibi terör örgütlerinin cihadı istismar ettiği zaman dilimine rastlar.
Bilhassa bu son dönemde ehlî sünnetin egemen cihat anlayışından farklı olarak inhiraf etmiş İslami gruplarla da savaşın meşru olup olmadığı gündeme gelir. Bu gibi grupların İslam’ın hukuk ve ahlak anlayışının dışına çıkarak hunharca işledikleri cinayetleri cihat olarak isimlendirmesi cihat gibi çok önemli bir kavramı ideolojik bir kavrama dönüştürdü. Cihadın ahlaki ve hukuki meşruiyetini evrensel ölçekte sorgulanır hale getirdi.
Bugün Gazze’deki duraklamanın sebeplerinden bir tanesi de bu konudaki kafa karışıklığıdır. Söz konusu örgütlerin gayrimüslimlere karşı değil kendileri gibi düşünmeyen bütün âleme savaş ilan etmesi bu işi çok daha zorlaştırdı.
Gazze aslında çok şeye ayna tutuyor. Yıllardır cihat cihat diye intikam naraları atarak İslam dünyasını kana bulayan bu örgütler şimdi nerede? Asıl cihat meydanı olan Gazze için ne yaptılar? Gazze adeta bu örgütlerin kimler tarafından niçin kurulduklarını ve cihadı nasıl istismar ettiklerini de böylece bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş oldu oldu aslında.
Ancak şunu da unutmayalım Gazze aslında çok şeye ayna tutuyor. 10 yıldır 20 yıldır cihat cihat diye intikam naraları atarak İslam dünyasını kana bulayan bu örgütler şimdi nerede? Şimdi nerede onlar? Asıl cihat meydanı olan Gazze için ne yaptılar? Gazze adeta bu örgütlerin kimler tarafından niçin kurulduklarını ve cihadı nasıl istismar ettiklerini de böylece bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş oldu oldu aslında.
Değerli kardeşlerim bütün bunlar çerçevesinde cihat fıkhı açısından Gazze’ye dair yükümlülüklerimizi de ele alarak ben bu dersimizi bitiriyorum.
Gazze’ye dair yükümlülüklerimizi cihat fıkhı açısından 6 açıdan ele alabiliriz.
- İşgalci güçler açısından
- Gazzeli direnişçiler, mazlumlar açısından
- Müslüman ülke yönetimleri açısından
- Müslüman ülke halkları açısından
- İslam ümmeti açısından
- Bütün insanlık âlemi cihetinden.
İşgalci İsrail ve destekçisi küresel güçlerin Gazze’de yaptıkları sadece bir savaş değildir. Bunların yaptıkları bütün insanlığa karşı işlenmiş en büyük cinayettir, en büyük soykırımdır, tabiata karşı açılmış bir savaştır.
Öncelikle işgalci güçler açısından ele aldığımızda altını çizerek ifade gerekir ki hangi din, hangi kültür, hangi medeniyet, hangi hukuk sistemi açısından ele alırsak alalım insanlığın din, ahlak, hukuk, medeniyet müktesebatını dikkate aldığımızda işgalci İsrail ve destekçisi küresel güçlerin Gazze’de yaptıkları sadece bir savaş değildir. Bunların yaptıkları bütün insanlığa karşı işlenmiş en büyük cinayettir, en büyük soykırımdır, tabiata karşı açılmış bir savaştır.
Kur’an’ın ifadesiyle yeryüzünü ifsat hareketidir. Zira kadim bir milletin topraklarını işgal etmeye, mabetlerdeki ibadeti, hastanelerdeki şifayı, yetimhanelerdeki şefkati bombalamaya; çocuk, kadın, ihtiyar demeden öldürmeye, kısacası can taşıyan her şeyi hedef almaya, taş üstünde taş bırakmamaya, öyle sadece savaş diyerek geçemeyiz. Hatta öldüremediklerini de havadan, karadan, denizden abluka altına alarak dünyadan, hayattan tecrit etmeye, açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa mahkûm etmeye, hastalıklara maruz bırakmaya, insani yardımdan dahi mahrum etmeye sadece savaş diyerek geçemeyiz.
Gazzeliler ve Filistinliler açısından ele aldığımızda ikinci maddemiz onların gösterdikleri mukavemet, direniş, insanlık tarihinin en meşru cihadıdır. O 45 kilometrelik sahil şeridindeki vatanlarını müdafaa etmek, tünellere hapsedilerek karartılan hayatlarını yeniden aydınlığa kavuşturmak şüphesiz onların en büyük hakkıdır.
Vahşetin zincirleri altına alınmak istenen bağımsızlıklarını, özgürlüklerini korumak, çiğnenen izzetlerini, ayaklar altına alınan onurlarını muhafaza etmek, hayat hakkı tanınmayan çocuklarına nefes aldırabilmek uğruna canla başla kurtuluş mücadelesi vermek elbette en büyük cihattır.
Müslüman dünyaya düşen vazifelere gelince bunu ülkeler, devletler, hükümetler açısından ikiye ayırmak gerekir. Bir komşu ülkeler, bir uzak ülkeler var.
Cihat fıkhı açısından üçüncü olarak Müslüman dünyaya düşen vazifelere gelince bunu ülkeler, devletler, hükümetler açısından ikiye ayırmak gerekir. Bir komşu ülkeler, bir uzak ülkeler var.
Fıkıh kitaplarımızda ifade edilen net olarak bir husus bir ilke “el akrab fel akrab” ilkesi gereği Filistin’e sınır komşu ülkelere, devlet ve hükümetlere düşen vazifeler bir taraftan dünyanın taşıdığı insani yardımları Gazzelilere ulaştırmak diğer taraftan da her türlü zulüm, düşmanlık ve tecavüzü durdurmaktır.
Aslında Cihat fıkhına göre Müslüman bir şehrin sakinleri kendi vatanlarını savunmakta acze düştüklerinde cihadın farziyeti yine bu ilke gereği en yakın İslam ülkelerine düşer. Ancak günümüzde cari olan ulus devlet yapısı gereği, bu mümkün olamayacağından bu taarruzu durdurmak için elinden gelen tüm çabayı göstermek ve insani yardımın gereklerini yerine getirmek diğer bütün İslam ülke, devlet ve hükümetlerine düşen görevlerdir.
Ancak şu bir hakikattir ki katledilen her masum çocuğun hesabı mutlaka sorulacaktır. Bu hesap sadece Siyonist İsrail’e ve onları destekleyen küresel güçlere değil tüm Müslüman ülke idarecilerine ve dünyayı idare eden tüm güç sahiplerine de sorulacaktır.
Değerli kardeşlerim şüphesiz her Müslüman ülke hükümetlerinin bu zulüm ve vahşeti durdurma konusunda mutlaka bir mazeretleri vardır. Ancak şu bir hakikattir ki katledilen her masum çocuğun hesabı mutlaka sorulacaktır.
Bu hesap sadece Siyonist İsrail’e ve onları destekleyen küresel güçlere değil tüm Müslüman ülke idarecilerine ve dünyayı idare eden tüm güç sahiplerine de sorulacaktır. Reel politik mazeretler hiçbir idareciyi mahşer günündeki büyük hesaptan kurtaramayacaktır.
Sorumluluğumuzun bilincinde olarak sahip olduğumuz imkânlar ölçüsünde her birimiz; maddi, manevi, fiziki, bilimsel, ahlaki neyimiz varsa her türlü katkıyı sunmak hepimizin vazifesidir.
Dördüncü husus kadın erkek ümmetin her ferdine düşen görev ise cihadın diğer çeşitleridir yani mal ile cihat dil ile kalp ile mücadele etmektir. Bütün kınamayı ve sorumluluğu öyle hükümetlere yıkıp zamanımızı ihanetlere sızlanarak hainlere lanet okuyarak sorumluluğumuzu atamayız.
Sorumluluğumuzun bilincinde olarak sahip olduğumuz imkânlar ölçüsünde her birimiz maddi, manevi, fiziki, bilimsel, ahlaki neyimiz varsa her türlü katkıyı sunmak hepimizin vazifesidir.
Bizler zalimlerin zulmünün hem dünyada hem de Mahkeme-i Kübra’da şahitleriyiz fakat aynı zamanda değerli kardeşlerim zulme ses çıkarmayanların da şahidiyiz, zulme destek olanların da şahitleriyiz.
Beşinci açıdan ele aldığımızda vazifelerimizi özellikle şahit ümmet olmak, ümmet açısından önce şahit ümmet olmanın gereğini yerine getirmek. Kur’an-ı Kerim’de Cenabı Hak ne buyuruyor “Biz sizi adil bir ümmet kıldık ki insanlığa şahit olasınız.” Şahit olabilmek için adil olmak gerekir.
Bizler zalimlerin zulmünün hem dünyada hem de Mahkeme-i Kübra’da şahitleriyiz fakat aynı zamanda değerli kardeşlerim zulme ses çıkarmayanların da şahidiyiz, zulme destek olanların da şahitleriyiz, biz Müslümanlar olarak şahidiz, hangi din ve düşünceden olursa olsun insanlıktan da kendi onuruna yakışır bir şekilde bekleme hakkına sahibiz.
İnsanlığa karşı işlenen bu cinayetin mağdurları sadece Gazzeliler değil onlar dışındaki muhatapları bütün dünya milletlerinden, bütün inançlardan, insanlık onuruna sahip olan herkestir. Bütün dünya kamuoyunun yaşananlarda ahlaki ve hukuki sorumluluğu vardır.
Son olarak bütün insanlığa düşen vazifeler vardır. Zira insanlığa karşı işlenen bu cinayetin mağdurları sadece Gazzeliler değil onlar dışındaki muhatapları bütün dünya milletlerinden, bütün inançlardan, insanlık onuruna sahip olan herkestir. Bütün dünya kamuoyunun yaşananlarda ahlaki ve hukuki sorumluluğu vardır.
Bugün izzet sahibi olmak isteyen her insan, kendinde insanlık onuru gören, adaleti şu ya da bu ölçüde savunan, hiç değilse sözünü eden bütün herkesin özellikle de hükümetlerin, uluslararası adalet ve hukuk mekanizmalarının insan hakları örgütlerinin, hukukçuların, baroların, mahkemelerin, ulusal ve yerel meclislerin insanlığa karşı işlenen bu cinayetlere karşı kendi onur ve haysiyetlerini korumak adına derhâl harekete geçmeleri gerekmektedir. Zira bir tarafta sayılara döktüğümüz binlerce insanı kaybederken diğer tarafta bütün beşeriyetin özü olan insanlık cevherini yitirdiğimiz bu zor zamanda insandan ziyade insanlığını yitirmek çok daha büyük bir ziyandır ve bu değerli kardeşlerim, vallahi telafisi mümkün olmayan bir hüsrandır.
Sözlerimi Hazreti İbrahim’in bir duasıyla bitiriyorum. “Rabbimiz imtihan için kâfirleri zalimleri üzerimize salıp bizi musibetlere maruz bırakma. Rabbimiz bizi bağışla, Rabbimiz şüphesiz sen kudreti daima üstün gelen azizsin, hakîmsin, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olansın.”
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=xY0wDmEUhtk
Gazze Bağlamında İslam’da Cihad ve Sorumluluklarımız / Mehmet GÖRMEZ – https://www.youtube.com/watch?v=xY0wDmEUhtk
Fotoğraf: AA & İndependent Türkçe
Çok Okunanlar
- Düşünce-
Zafere İman: İsmail Heniyye
- Din ve Hayat-
Türkiye Diyanet Vakfı ve Projeler
- Düşünce-
Haksızlık Karşısında Dilsiz Şeytan Ol(Ma)Mak
- Edebiyat-
Aliya’nın Gölgesinden Yükselen Işık: el-Fatih Ali Hasaneyn Muhammed Şerif-I
- Edebiyat-
Bir Devrimcinin Ardından
- Edebiyat-
Gezgin: Burada Olmayan
- Edebiyat-
Ahmet Haşim ve Frankfurt Seyahatnamesi
- Edebiyat-
Aliya’nın Gölgesinden Yükselen Işık: el-Fatih Ali Hasaneyn Muhammed Şerif-II