1. Anasayfa
  2. Söyleşi

Prof Dr. Sinan Uyğur ile Söyleşi

Prof Dr. Sinan Uyğur ile Söyleşi
0

Ülkü Önal: Değerli hocam, öncelikle sizi tanıyalım.

Prof. Dr. Sinan Uyğur: 1976’da Artvin’in eski adı Melo olan Sarıbudak köyünde doğmuşum. İlkokulu köyümde, ortaokulu İstanbul’da, liseyi Artvin’de okuduktan sonra 1993 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesinde başladığım yüksek öğrenimimi munfasılan 2010 yılında doktora derecesi ile tamamladım. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı orta dereceli okullarda; sırasıyla Erzurum, Romanya-Mecidiye, Erzurum, Hatay-Erzin’de Türkçe/Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yaptım.  2010’da Artvin Çoruh Üniversitesinde Yard. Doç. Dr.; 2018 yılında, Artvin Çoruh Üniversitesi’nde, 2019 yılında ise Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesinde Doçent olarak atandım. 3 Mayıs 2024’te Profesörlük atamam yapıldı. Hâlen Onyedi Eylül Ünivesitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Yeni Türk Dili Anabilim Dalı Başkanı ve Bölüm Başkanı olarak çalışmalarıma devam etmekteyim.

Ülkü Önal: Artvin dışında çalışmanıza rağmen ilinizle çok yakından ilgilisiniz. Özellikle Türk dilinin tarihi devirleri ve ağızlar üzerine çalışmalarınız var. Bugüne kadar Artvin ağzının kitaplaşmamasını neye bağlıyorsunuz? Türk Dil Kurumu yıllar önce bir hocayı görevlendirmiş; ama sonuçlanmamış. Artvin’in coğrafyasının zor. Burada farklı kültürlerin yaşaması da bunun sebebi olabilir mi? Yusufeli ve Ardanuç ağzıyla ilgili çalışmalar var. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Bunda elbette doğup büyüdüğüm coğrafyanın etkisi olsa gerek. Çocukluk ve gençlik yıllarım, aksakallı ihtiyarların dizinin dibinde, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonrası 40 yıl Osmanlı-Rus sınırını teşkil etmesi hasebiyle burada yaşananların destansı hikayelerini dinleyerek geçti. Yerel tarih çalışmalarının yetersizliği, merkezileşmenin ivmelenmesi, göçler ve ölümler sebebiyle varlık yokluk mücadelesi yaşayan halkımızın mazisini unutmasına sebebiyet verdi.

İlkokulu köyde okurken, konuştuğumuz ağız ile Standart Türkiye Türkçesi (STT) arasındaki farklar dikkatimi çekti. Ortaokulu İstanbul’da rahmetli halamın yanında okudum. Yazları köye dönüşümde Melo ağzı ile konuşuyor, güzleri İstanbul’a gittiğimde ise STT ile konuşmaya başlıyordum. Bu durum bende dile karşı bir merak uyandırmıştı. 1987’de İstanbul’dan Artvin’e dönüşümde, Tebriz’e giden Tebrizli bir Türk ile tanışıp Türkçe konuşmam, lise yıllarında Türk Dünyası ile ilgilenmemi ve elbette 1989’da yaşanan gelişmeler 1993 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü tercihimin sebepleri arasındadır.

Artvin ağızlarına gelince, Türkiye’nin başka illerine nazaran üzerinde çeşitli akademik çalışmalar yapılmış olması bakımından bu ağız bölgesinin oldukça şanslı olduğu görülüyor. Ahmet Caferoğlu’nun 1942’de yayımladığı Doğu İllerimiz Ağızlarından Derlemeler (Kars, Erzurum, Çoruh İlbaylıkları Ağızları) adlı eser ilk çalışma. Prof. Dr. Selahattin Olcay yönetiminde Turgut Acar’ın 1972’de tamamladığı Artvin ve Yöresi Ağızları adlı doktora tezi oldukça değerli; ancak bu çalışmada derlemelerin kısıtlılığı, incelemenin sadece ses bilgisi bakımından yapılmış olması, sözlüğünün yetersizliği göze çarpmakta. Fadime Polat’ın Şavşat ve Yöresi Ağızları (2000), Önder Koruk’un Yusufeli Ağzı (2019), Harun Ertürk’ün Artvin ili Yusufeli ilçesi Demirkent (Erkinis) köyü ağzı (2015) adlı yüksek lisans tezleri de bu alana önemli katkılar sunmaktadır. Prof. Dr. Zikri Turan’ın 2006’da yayımladığı Artvin İli Yusufeli İlçesi Uşhum Köyü Ağzı adlı kitabı ise doçentlik çalışması olması hasebiyle titiz ve değerli bir çalışma. Sevgi Şenol Pehlivan’ın Artvin-Ardanuç Ağzından Derlemeler adlı çalışması, derleme ve sözlük muhteviyatı açısından dikkate şayan. Artvin ağızları üzerine lisans bitirme tezlerinin de olduğu görülmekte; ancak bu çalışmalar yayımlanmadığı için bunlara meraklılarının ulaşması zor. Bu tezlerden biri de 1997’de tamamladığım Artvin İlinin Sarıbudak Köyünün (Melo) Ağzı adlı çalışmam. Ayrıca bu alanda pek çok makale yazıldığı da görülmekte.

Artvin ağızları ile ilgili bir kısım etimolojik sözlük de yayımlandı. Sevgi Şenol Pehlivan’ın Ardanuç-Artvin (Merkez)-Posof-Şavşat-Yusufeli Ağızlarında Türkçe Söz Varlığı adlı eserde zikredilen coğrafyada kullanılan Türkçe kökenli kelimelerin bütünü değil, ancak ufak bir kısmına yer verilmiş; Türkçeleşmiş, bölge ağzının fonetiğine uymuş, Türkçe eklerle birlikte kullanılan kelimeler ise bu eserde dışlanmıştır. Yani eserdeki söz varlığı, ağzın bütününü temsilden uzaktır.

Bu alanda bir başka eser ise alan dışından bir amatör tarafından, Taner Artvinli, yayımlanmış Artvin Etimolojik Sözlüğü ismini taşımaktadır. Yanlış adlandırılmış olan bu sözlükte 5.000 kadar kelimeye yer verilmiştir. Artvin ağızlarının bütününde yer alan Ermenice, Gürcüce, Lazca, ve Rumca kökenli sözcüklerin hepsine yer verilirken, Arapça ve Farsça kökenli kelimeler göz ardı edilmiştir. Artvin ağızları söz varlığının büyük bir kısmını oluşturan Türkçe kelimeler ise görmezden gelinmiş; yapılan istatistik ile bilhassa Ermenice kökenli sözcüklerin çokluğu ön plana çıkartılmaya çalışılmıştır. Bölge ağızlarını bilmeyen okuyucuda, burada Türkçe konuşulmadığı kanaatini oluşturmaya çalıştığı görülen Taner Artvinli’nin bu gayreti bizleri şaşırtmıştır.

Sonuç olarak Artvin ağızları üzerine yapılan bu çalışmalarda bütün köylerden metinlerin derlenemediği, derlenen metinlerin yetersiz olduğu, ses ve şekil bilgisi çalışmalarının hakkıyla yapılamadığı, söz varlığının bütünüyle ortaya konamadığı görülmektedir. Artvin ağızlarının son temsilcileri ortadan kalkmadan bu alanda bütüncül çalışmaların yapılmasının lüzumu ortadadır.

Ülkü Önal: Son yıllarda Artvin üzerine ehil olmayan kişiler tarafından yer adları konusunda etimoloji yapılıyor. Ne kadar doğru sizce?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Dilbiliminin inceleme alanlarından biri de yer adlarıdır. Ancak yer adları üzerine çalışmak yanıltıcı ve zordur. Birincisi coğrafi adların tarihi seyrini bilmek gerekir. İkincisi bu tarihi seyir içinde yer adlarının geçirdiği fonetik ve semantik farklılaşmaları takip edebilmek icap eder. Üçüncüsü bölgede hüküm süren, varlık gösteren milletlerin dillerine de nüfuz etmiş olmak elzemdir. Ne yazık ki bölgedeki isimlerin tarihi dönemlerini ve değişim süreçlerini yeterince bilme imkanına sahip değiliz. Yani bu alanda doğru, tutarlı, kabul edilebilir çalışmalar yapmak çok zor. “Ben yaptım, oldu.” diyenlerin ise hüsranda olduğu kanaatindeyim. Ermenice, Gürcüce, Rumca, Kürtçe, Lazca, Arapça, Farsça ve Türkçe’nin tarihi ve çağdaş dönemleri üzerine bir eğitimi olmamasına rağmen Taner Artvinli’nin Artvin Yer Adları Sözlüğü adlı eseri yayımlaması ve burada pek çok ismi mesnetsiz olarak Gürcüce olarak göstermesini sorumsuzluk olarak değerlendiriyorum. Elbette coğrafi konum olarak kültürlerin ve dillerin kesişim noktasında yer alan ilimizde yer adlarında da Ermenice, Gürcüce, Lazcanın mevcudiyeti olağandır. Ancak Türkçe yer adlarının görmezden gelinmesi, yer adlarımızın bir kısmının doğru kayda geçirilmemiş olması bu kitabın ciddiyetini ve niyetini gözler önüne sermektedir.

Ülkü Önal: Eski Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Bahaddin Yediyıldız hocama “Ülkemizde neden etimoloji çalışmaları yapılmıyor?” diye sorduğumda, “Ben görevdeyken alt yapıyı hazırladım, her türlü imkânı oluşturdum. Ancak şimdiye kadar yazılmadı.” ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Ben Arapçadan Arapçaya, Farsçadan Farsçaya, Rusçadan Rusçaya, İngilizceden İngilizceye, Romence’den Romence’ye, Gürcüceden Gürcüceye sözlüklerde kelimelerin hangi dilden geldiğini gösterir etimolojik bir kayıt görmedim. Ancak bu kayıtlar, bu dilleri derinlemesine inceleyen dilbilimciler tarafından yapılan çalışmalarda yer almakta. Yani halkın dilinde kullandığı kelimelerin hangi kökenden geldiğini bilmesine gerek görülmemiş. Bizde ise Cumhuriyetin başında Arapça ve Farsça sözcüklere karşı teyakkuz hâlinde olmamız gerekliliği düşüncesi ikame edildi ve bu yeni idare sisteminin bir umdesi hâline getirildi. 1937’de Güneş-Dil Teorisi ile bu düşünceden vazgeçildiyse de kendini bu davaya adamış bir kısım aydın tarafından Türkçe uyduruk sözcüklerle yozlaştırılmaya çalışıldı. Evet, köken bilgisi çalışmaları dil alanında bizlere değerli veriler sunmakta. Bir dilin içindeki farklı dillerden geçmiş kelimeleri bilmek, o milletin tarihî süreçteki münasebetlerini de göz önüne sermektedir. İnci, mantı, sındu, dayı, teyze, çay gibi kelimelerin Çinceden; nöker, ısla-, ağa, cebe, ceylan, maral, bulak gibi kelimelerin Moğolcadan; palamut, çupra, hamsi, kalamar, istavrit gibi kelimelerin Rumcadan geldiğini bilmek atalarımızı suçlamamıza ve aşağılık duygusuna kapılmamıza bir sebep teşkil etmemeli. Ama ne yazık ki insanımızda böyle bir his oluşturulmak için ilkokul çağındaki çocuklarımız için hazırlanan sözlüklerde bile kelimenin hangi dilden alıntılandığı bilgisi yer alıyor. Yani böylece sizin dedeleriniz yeni kavramlar geliştirememiş, bu kavramlara yeni karşılıklar türetememiş, dolayısıyla başka dil konuşurlarının geliştirdikleri kavramlar ve bunlara buldukları karşılıkları aldığımız düşüncesi tesis edilmiştir. Bu bir kara propagandadır. Bugün de Türkçenin zayıf, yok olma yolunda olduğu fikri işlenmektedir. Türkün kendine özgüvenini kaybettirme ve nihayetinde yok etme planlarına büyük emekler ve paralar harcandığı görülmektedir. Bu işin peşinde olanlar bilmelidirler ki Türk, tarih boyunca dilini, dinini ve coğrafyasını müdafaa etmede zaafa düşmediği gibi zamanı gelince genişlemesini de, büyümesini de bilmiştir.

Ülkü Önal: İlçemiz Ardanuç’ta Türkçe’den başka dil konuşulmaz. Köyler arası farklılıklar hâlen daha devam ediyor. Bursa’daki Ahıskalılardan derleme yaptığımda da bunu fark ettim. Bazı köylerde “ne” yerine “ná”, “gel” yerine “gál” denir. Özellikle bazı kişi adlarının sonuna “+(a)y” eklenmesi gibi. Bu konu hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Evet, Ardanuç, Yusufeli, Şavşat, Artvin-Merkez, Ardahan-Merkez, Posof, Ahıska, Çürüksu, Aşağı ve Yukarı Acara ağızları ile Erzurum’un İspir, Tortum, Uzundere, Olur, Oltu ağızlarının aynı ağız bölgesinden olduğu görülmektedir. Bahsettiğimiz coğrafyada yaşanan tarihî olaylar bu ağızların ortaklaşmasında etkili olsa gerek. Gürcü Kralı Kurucu Davit’in 1118’de kayınpederi Başbuğ Atrak’ı ve emrindeki 40.000 kişilik atlı asker çıkaracak bir Kıpçak taifesini Kuzey Kafkasya’dan bu coğrafyaya getirerek 1124’e kadar bahsedilen bölgeyi Selçukîlerden alması bölgemizin kültürü ve dilinin oluşumunda ve elbette etnik yapının şekillenmesinde belirleyici olmuştur. İkinci dönüm noktası Caklı Sargis’in 1267’de İlhanlı hükümdarı Abaka Han’dan “atabeg” unvanı alıp “Saatabago”yu kurmasıdır ki bu devletin sınırları yukarıdaki ağız bölgesi ile aynıdır. Üçüncü dönüm noktası ise 16. yüzyılda bölgenin peyderpey Osmanlı hakimiyetine girmesi ve en önemlisi bugün Ardanuç’ta İskender Paşa Camii haziresindeki türbede metfun Sefer Paşa’nın “Beka” ismini bırakıp 1620’lerde Müslüman olmasıdır.

Bahsettiğimiz ağız bölgesinin ilk ağız özelliklerini Osmanlı kayıtlarından öğrenmekteyiz. Bilhassa bu bölgeyle ilgili mufassal tahrir defterlerindeki kişi ve yer adlarının telaffuzlarına uygun kaydedilmiş olması, bölgedeki Türkçenin Oğuzca değil de Kıpçakça karakterli olduğunu göstermektedir. 1595 tarihli Defter-i Mufassal-ı Livâ-i Ahısha’daki Türkçe kökenli kişi adları üzerine yaptığım çalışmada bu adlar ses bilgisi, şekil bilgisi, söz varlığı cihetiyle incelenmiş ve bölgede Hristiyan Kıpçak Türklerinin mevcudiyeti ortaya konmuştur. İkinci kaynak ise 1737 tarihli, Gürcü harfleriyle bölgemiz ağzıyla yazılmış bir İncil’dir. Eser, Atatürk Üniversitesinde Maia Meshidze tarafından 2018’de doktora tezi olarak sunulmuş ve 2024 yılında yayınlanmıştır.

Bölge ağzında varlığına dikkat çektiğiniz /+(A)y/ eki, bu bölgenin etnik teşekkülünde Kıpçak varlığını ortaya koyan önemli bir morfolojik unsurdur. Ek üzerine yaptığım çalışmada, ekin bölge ağızlarında akrabalık adları, kişi adları, sığır adları, köpek adları ve bitki adları ile yaygın olarak kullanıldığını tespit ettim ki bu kullanıma tarihî ve çağdaş Oğuz grubu Türk lehçelerinde rastlanılmamaktadır. Kumuk, Kırım Tatar, Kazan Tatar, Mişer Tatar, Karaçay-Malkar, Nogay, Kazak, Kırgız, Tuva, Özbek, Karakalpak Türkçelerinde aynı veya benzer şekil ve işlevleriyle karşımıza çıkan ek bahsettiğimiz coğrafya ağızlarının, tarihî ve çağdaş Kıpçak Türkçesi lehçeleri ile akrabalığını ortaya koymaktadır. Ancak tarihî süreçte Kıpçak-Oğuz kesişim noktalarında olduğu gibi göç ve iskanlarla bölgede Oğuzlaşma ve Oğuzcalaşma süreci yaşanmıştır. Bu coğrafyalara Azerbaycan’ın kuzeyi, Irak-Kerkük, Romanya-Bulgaristan’daki Dobruca bölgesi, Türkiye’de Zonguldak ve Bartın coğrafyası örnek gösterilebilir. Bölge ağzındaki “Türkmán”, “Uğuz”, “Uğuzlux zamanundan qalma” gibi isimler ve ifadeler de bu farkındalığın bir tezahürü olarak görülmektedir.

Tarihî Kıpçak Türkçesinin önemli kaynaklarından birini teşkil eden Codex Cumanicus’un Latin harfleri ile telaffuza riayet edilerek yazıya geçirilmiş olması, eseri Türk dili tarihinde bu cihetiyle paha biçilemez kılıyor. Eser üzerine yapılan yayınlarda büyük ünlü uyumunun Türk dilinin başlangıcından bugüne, bütün lehçelerde oturmuş bir kural olduğu gibi bazı kabuller üzerinden gittiği için Latin yazısının imkanlarını görmezden gelinmektedir. Ancak eserin dili Artvin-Ahıska ağızlarının telaffuzu ile daha doğru tespit edilebileceği kanaatindeyim. Mesela “ignæ” şeklinde yazılan kelimeyi araştırmacılar “igne” olarak  kabul etmekte. Halbuki Artvin ağızlarında kelime hâlen “igná” şeklindeki söylenişiyle varlığını devam ettirmektedir.

Ülkü Önal: Yüzyıllardır Türkler, Gürcüler, Hemşinliler, Lazlar birlikte yaşamışlar hiçbir ayrım yapılmamış. Şimdi neden etnik kimlikleri ön plana çıkarıyorlar?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Evet, bizim memleketimiz yol kavşağında olduğu için Türkler, Gürcüler, Hemşinliler ve Lazların yaşadığı, kültürlerini ve dillerini geliştirdikleri bir coğrafyadır. İslâm inancı bunlar arasında farkı ortadan kaldırmış, dil ve kültür farkına rağmen bu milletler bir diğeri ile evlenmede beis görmemiş, ortak mekanlarda, ortak fikirlerde, ortak bir hayat teşekkül ettirmişlerdir. Ancak Hristiyan Ermeni, Hristiyan Gürcü ve Yahudilerle münasebetler bu şekilde gerçekleşmemiştir. Yüzyıl öncesinde Artvin’de bulunan Gregoryen ve Katolik Ermenilerle ticaret yapılmışsa da akrabalık tesis edilmemiş ve onlara mesafeli yaklaşılmıştır.

Bugün Dünyanın geri kalan kısmında olduğu gibi bölgemizde de sömürgeci güçlerin propagandası ile karşı karşıyayız. Gürcistan’ın, Ermenistan’ın ve Yunanistan’ın bölgemizde yaşayan halk üzerinde çeşitli emelleri vardır. Müslüman halk arasında oluşturulacak tefrika, ekilecek fitne fesat tohumlarının memleketimize, insanımıza bir fayda sağlamayacağı aşikardır. Ne yazık ki vatandaşlarımız ve bir kısım akademisyenimizin uzak destekler ile toplumu ayrıştırmayı, ötekini yok saymayı, tarihî süreçte bölgemizde oluşan etnik yapıyı bozmayı amaçladıkları görülmektedir. Yüz yıl öncesinde silah ile yapılamayan işgali bugün birkaç kelime etimolojisi, üç beş yer adı açıklaması, beş on kilise fotoğrafı ile gerçekleştirmeye çalışmaktalar. Wikipedia’da bölge köylerimiz ile ilgili yer alan bilgiler bir plan dahilinde ilmî bir havaya büründürülerek oluşturulmuş mesnetsiz kayıtlardır. Benim köyümün de bilgilerine bakıldığında yanlış olarak verilmiş birkaç yer adından hareketle buranın bir Gürcü köyü olduğu ileri sürülmüştür. Osmanlı kayıtlarına, dedelerimizin bize naklettiği malumata baktığımızda bunun böyle olmadığını biz bilsek de bu sayfayı okuyan bir başkasında ön kabul olarak bu yalan yerini almaktadır. Basın yayın yolu ile yapılan bu propaganda sürecinde bu kadar az veri ile insanların zihinleri bulandırılmaya, kendi köklerinden koparılmaya çalışılmaktadır.

Ülkü Önal: Gürcistan’da Türkoloji bölümleri varmış; ama bizde Gürcüce bölümleri çok yeni ve yetersiz. Ermeniceyle de aynı şekilde pek ilgilenmemişiz. Niçin?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Gürcistan’a Türkolojiyi götüren, Fuat Köprülü’nün öğrencisi olan Sergi Cikia. Cikia 1947’de Tiflis’te 1595 tarihli Defter-i Mufassal-ı Livâ-i Ahısha’yı yayımlıyor. Bu defterdeki Türkçe ve Moğolca kişi adlarını çalışmış biri olarak diyebilirim ki Cikia bilimsellikten uzak, tarafgir bir tutum içerisinde. Eleştirilerim bu defter üzerine yazdığım makalelerimde yer almakta. 1578 tarihli defteri ise Nodar Şengelia yayımladı ki o da Cikia’nın tavrını sürdürmüş, defterdeki Türkçe isimleri tahrif etmiştir. Ne yazık ki Şengelia’nın çalışması Tiflis’te Yunus Emre Enstitüsü’nün maddî desteği ile yayınlanmıştır. Evet! Buna ne demeli; cehalet mi, ihanet mi?

Marika Cikia, 1999’da VIII. Türk Tarih Kongresine katılmış ve bu 1595 tarihli defterdeki bilgileri buradaki bölge ile ilgili malumatı olmayan Türk tarihçilerinin gözünün içine baka baka çarpıtmıştır. Bunların örnekleri çok. Gürcistan’da Türkoloji Büyük Gürcistan’ı kurmak için bir araç olarak karşımıza çıkmakta. Bilimsel, onurlu bir tavırdan çok uzaklar.

Ben Gürcüce kursuna gittim. Gürcüce-Türkçe, Ermenice-Türkçe, Lazca-Türkçe, Romeika-Türkçe sözlükler okudum. Bu dillerin gramerlerini de ana hatları ile inceledim. Bölgedeki diller arası münasebetler elbette ki incelenmeli ve kanaatlerimiz de bilimsel veriler ışığında, tarafgirlikten uzak oluşturulmalı. Bu alanda uzman açığımız olduğunu üzülerek söyleyeyim. Bu açığı kapatmak için içi dolu araştırma merkezleri kurulmalı, kütüphaneler oluşturulmalı, akademisyenler yetiştirilmeli ve kaliteli yayınlar ortaya konmalıdır. Aksi takdirde boşluğu başkaları yalan yanlış, çarpıtılmış bilgi ile dolduracak, bundan da bizim haberimiz dahi olmayacaktır.

Ülkü Önal: Siz Osmanlı Rus sınırı olan Melo köyündensiniz. Efsanevi kahraman Deli Halit Paşa bir müddet sizin köyde kalmış. Yıllar önce yıkılmak üzere olan Halit Paşa’nın da bu dönemde kaldığı Hacigil Konağı’nı görmüştüm. O köyde bilinmeyen çok şehit varmış. Siz neler dinlediniz büyüklerinizden?

Prof. Dr. Sinan Uyğur: Melo Köyü Artvin, Kars, Ardahan ve Batum’un 93 Harbi sonrasında savaş tazminatı olarak Ruslara verilmesiyle Osmanlı’nın Rus sınırında kalmış ve Osmanlı Gümrüğü de bu köyde yer almıştır. Köyün Erzurum’a geçiş güzergahında sarp, dağlık coğrafyaya sahip, stratejik bir konuma sahip olması sebebiyle Osmanlılar burada Melo Taburu olarak anılan askeri bir birlik konuşlandırmıştır. Zaman zaman yerel milislerin de katılımıyla -milisler sadece Melo, Binat, Çilçim, Keda, Nusuncur gibi yakın köylerden değil, Rus işgali altındaki Şavşat ve Ardanuç’tan da gelen vatanseverlerden oluşmakta imiş- 4200’e kadar çıkan bu birliğin mevzilerini, mezarlarını hayvan otlatırken, çayır biçerken, dağa öküz götürürken, avdayken büyüklerimizden öğrendim. Kapan, Oyuz, Melokoda, Qarameşá, Yolayrumi, Balageden, Gorunsirti, Keldağ, Kurdaze, Çiplizir, Tamlakurun, Beşkurun, Qirmatepe hattında nobet tutanlardan biri de babaannemin babası 1892 doğumlu İzzet Gülseçkin idi. Uçları yukarı kıvrık, pala bıyıklı İzzet Dedeme, eşi destan koşan Bedazorlu Fatma Nineme yetiştim. Eskiden evlerde henüz televizyon yok iken ölüm kalım günlerini görmüş, muhacirliğe gidip geri gelmiş yaşlılarımızın dizinin dibinde onların hatıralarını can kulağı ile dinlerdik.

1878-1921 yılları arasında vuku bulan savaş ve çatışmaların izleri hâlâ mevcut. O dönem Halit Paşa’nın karargahını oluşturan konak, mirasçılarının ilgisizliği yüzünden yıkıldı yıkılacak. Kurdaze mezrasında bulunan ve hastane olarak kullanılmış Şinas Akay evi zamana direniyor. Eskilerimizin “muxacirluxTan oguna yapilmiş” dedikleri ve askeri amaçla kullanıldığı anlaşılan, benim de içinde çocukluğumun geçtiği “Qurbetgilun yapi” tamiratımızla birkaç on yıl daha o günlerin hatırası olarak yaşayacak. Çocukken ekseri Osmanlı mevzilerinin bulunduğu yerlerde boş mavzer fişeği kovanları bulur, saklardık. Rusların karşı tepelerden bizim yakaya attıkları, ancak patlamamış ve fünyeleri sökülmüş top mermilerinden günümüze ulaşan bir tanesi bende. Rus mevzilerinde ise Rus beşlisi olarak da adlandırılan “Mosin Nagant” marka tüfeklerin de kovanlarına rastlanmakta idi. Ancak o günlerle ilgili ne bir müze, ne bir teşhir salonumuz yok. Bu dönemin hatırası Peşvet mahallesinde yer alan “Melo Köyü Şehitliği”dir. Burada yatan şehitlerimiz ile ilgili dedelerimizden dinlediğimiz hikaye ise çok hüzün vericidir. Osmanlı Rus sınırını oluşturması ve Artvin-Erzurum güzergahı olması cihetiyle Peşvet mahallesinde yer alan Karakolumuza Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla bir akşam imam kılığında bir adam gelir. Selam verir, kapıdaki nöbetçi selamını alır ve o akşam kırda yabanda kalmaması için Karakola buyur eder. Oradaki dokuz askerimiz bu adama ekmeğinden suyundan ikram eder, yataklarını bölüşürler. Ancak gece yarısı imam kılığındaki bu adam kalkar ve dokuz askerimizi boğazlayarak şehit eder, çeker gider. Sabahleyin yolda bizim köyden birinin “Ne arıyorsun buralarda?” sorusuna “İşim vardı, geçiyordum” cevabını verir. Bu yıllarda Artvin’e mal götüren, ticaret yapan bu köylü onun Artvin’deki Hristiyan Ermeniler’den olduğunu bilmektedir. Karakolun olduğu yere geldiğinde ise bu imam kılığına bürünmüş Ermeni’nin niçin burada olduğu anlaşılır. Bugün Şehitlik, Karakolumuzun olduğu yerin beş yüz metre yukarısında kalıyor. Artvin Ermenileri tehcirle gönderilmedikleri hâlde bu gibi olaylar sebebiyle Artvin’i terk edip gitmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yıllarında Deli Halit Paşa ile ilgili anlatılan bir hatıra da şöyle. Halit Paşa her zamanki gibi cephe teftişinde. Peşvet mahallesinde bakıyor ki aşağıdan bir milisimiz geliyor. Soruyor ona: “Nereden geliyorsun?” O da cevap veriyor: “Paşam, çoluk çocuk Ardanuç’ta. Onları görmeden geliyorum.” “Kimden izin aldın.? diyor Halit Paşa. Asker cevap veremeyince Halit Paşa sol tarafındaki tabancayı çekiyor ve askere doğrultuyor. Dedemin dedesi “Kör Yusuf Ağa” da oradaymış. “Ola Halit!” diyor. “Bak!” diyor “Cepheden kaçmamış. Vatan savunması için geri gelmiş. Sen şimdi niye vuracaksın?” diyor. Asker de diyor ki “Paşam! Sen beni vurma. Rus’a gönder. Esir alıp geleyim. Vurursa Rus vursun.” Bunun üzerine bu askerimiz Rus mevzilerine gidiyor. Mevziiye su taşımaya giden iki Rus askerini takip ediyor. Silahlı olanına vuruyor, öldürüyor. Su kovaları elinde olan Rus’un da paçalarından tutuyor, bayır aşağı sürükleye sürükleye bizim mevzilerimize getirip Halit Paşa’nın önüne atıyor. Paşa ona diyor ki “Hay yaşa! Şehit olursan yüreğini açtırıp bakacağım. Sen çatal yüreklisin.”

Evet Ülkü Hanım, bu hikâye sadece bir tanesi. Bize ulaşan hikâye çok. İnşallah sorularınıza tatmin edici cevaplar vermişimdir. Böyle güzel sorular sorup bana cevaplama fırsatı sunduğunuz için de sizlere çok teşekkür ederim.

Halkbilimi araştırmacısı, edebiyatçı, yazar. 15 Kasım 1961, Aydın köyü / Ardanuç / Artvin doğumlu. Aslen Ardanuç Sakarya köyü Gencogil sülalesindendir. Örtülü Köyü İlkokulu, Ardanuç Ortaokulu, Şavşat Lisesi (1978)<strong> </strong>ve<strong> </strong>Anadolu Üniversitesi<strong> </strong>Açık Öğretim Fakültesi Sosyal Bilimler Bölümü (1994) mezunu. 1980 yılanda Kültür Bakanlığında göreve başladı. Artvin İl Halk Kütüphanesi Çocuk Kütüphanesi ve Ardanuç Halk Kütüphanesinde çalıştı. 1995 yılında Rize ili Fındıklı ilçesi Halk Kütüphanesine müdür olarak tayin edildi. 2000-2006 yılları arasında Kültür Bakanlığı merkez teşkilatında geçici görevle çalışarak 2006 Nisan ayında emekli oldu. Çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yayınlanmış yazıları bulunmaktadır. Sempozyumlarda ve TRT’de Artvin ve Ahıska halk kültürüyle ilgili programlara konuk olmuş, bildiri sunmuştur. Halkbilimi alanındaki makalelerini; <em>Erciyes, Millî Folklor, Folklor-Halkbilim, Folklor-Edebiyat, Atabarı, Ahıska, Şavşat, Gurbet </em>dergilerinde yayımladı. Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. <strong>Eserleri: </strong>Bir Artvinlinin Gezi Notları - Ahıska’dan Batum’a  (2020). <strong>Derleme: </strong>Kartallar Padişahı (Masal, 2001), Ardanuç-Ahıska Masalları ve Halk Hikâyeleri (2004), Ardanuç-Ahıska Mânileri ve Türküleri (2005), Ardanuç ve Çevresinde Sülale Adları (2006), Ardanuç Masalları ve Halk Hikâyeleri 3 (2008),  Ahıska Masalları (2008), Artvin Muhacirlik Hatıraları (2010), Artvin Yöresi Çocuk Oyunları-Ankara (2012), Artvin Yöresi Yemekleri-Ankara (2013), Ahıska'dan Sürgün Hatıraları (2014), Ardanuç, Şavşat ve Posof'tan Halk Hikayeleri ve Masalları (2015), Şavşat, Ardanuç ve Yusufeli'den Masallar ve Halk Hikayeleri (2017), Ardanuçlu İrfani - İrfan Gökdemir (2019)    

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir