1. Anasayfa
  2. Din ve Hayat

Rab’le İftar Etmek

Rab’le İftar Etmek
0

On altı yıllık inziva hayatımın en büyük rengi, zevki Ramazan ayında ve Ramazan haricinde tuttuğum oruçlardır. Oruçlu olduğum günlerde, davetli olduğum veya evime gelen misafirlerle paylaştığım sınırlı sayıdaki iftarları dışarda tutarsak, Rabbimle baş başa yaptığımız iftarlar belki de dünya hayatımdan Mahşer’e götüreceğim en büyük hatıralardır. Buradan sevdiklerimle, dostlarımla ettiğimiz iftarların havasını ve tadını yadsıdığım çıkarılmasın. Çok özel bir durumdan bahsettiğimi izan sahipleri hemen anlamıştır.

Kişinin çoluk-çocuğuyla, sevdikleriyle, dostlarıyla iftar etmesinin coşku ve sevincinin ne olduğunu da gayet iyi bilirim. Çünkü iftar anındaki sevinç, doğrudan bir Rabbani tecellidir. Hazreti Allah’ın kullarının sevincine ve coşkusuna bizatihi iştirak etmesi muhteşemdir. Bu yüksek duygu ve şuur durumu ister cem ister fark (fert) halinde olsun istisnasız herkesi kapsar.

Rabbimin önüme koyduğu ve benim de “Boynum kıldan incedir” teslimiyetiyle razı olduğum kaderimin bahsi geçen son on altı yılında sözünü ettiğim bu rengahenk, böylece sürüp gitmektedir. Ona nasıl hamd edeceğimi bilemiyorum. Sana, Peygamberlerinin, özellikle de gözümün nuru Efendim Mustafa’nın hamdiyle hamd ediyorum; beni eksikliğimle sev, bağışla ve bağrına bas diyorum.

Rab’le başbaşa iftar etme anında yaşanılanları birebir ifade edebilecek mertebeden söz söyleme belağat ve secisine sahip değilim. Ukaz şairi Kus b. Saide’nin meziyetlerinden nasibim olsaydı, bu mümkün olabilirdi belki. Eksikliğimi tenzihine, günahlarımı bağışına havale ediyorum ya Rabbi.

İftar saati yaklaştığında, bugün soframızda ne olsun diye sorarım. Karşılıklı tebessüm ederiz. Senin yemeye içmeye ihtiyacın yok ki, bana göre sen hep oruçlusun zaten, ama beni de böyle yarattın, iftar etmezsem hatırın kırılır, o halde soframızda ne olsun derim ve O, kalbime bir şeyler söyler. Hemen kalkar mutfağa yönelirim. İşte işin burası tam bir şenliktir. Bir O zikreder kendini, bir ben zikrederim Onu. Bir cümbüş ki sormayın gitsin. Hamdeleler, salveleler birbirine karışır. Mutfağım panayır yerine döner. Efendim Mustafa olmadan olur mu? Zinhar olmaz! Onsuz ne olur ki… Onun eksikliği benim yokluğumdur çünkü. Ateşe de bir neşve gelmiştir. Şeytanı yakmanın neşvesidir bu (Ateş, ateşi yakıyor Rabbim, ben Sana âşık olmayayım da ne yapayım?). Ateş, üstüne koyduğum tencereyi şarkılar söyleyerek ısıtır. Ateşle tencerenin muhabbeti görülmeye değerdir. İbrahim Efendim soylu musunuz mübarekler, bu nasıl aşk, bu nasıl teslimiyettir? Hele tenceredeki yağın eriyişi… Allah zikrini duydukça, cezbeye gelerek gıcır gıcır gıcırdayan lisanıyla zikre dahil olması yok mu? Âlem kocaman bir zikir halkası olmuş, ben o halkanın içindeki zerre… Allah’ın eli kalbimde, kalbim Allah’ın elinde, Resûlüllah Efendimin elleri dudaklarımda, dudaklarım Efendim’in ellerinde; daha ne isterim ki! Yağın zikrini tamamlamasından sonra, kemale ermeleri, insan mertebesine yükselebilmeleri için tencereye konulan malzemenin kavrularak melamet arz edip kızarması, kıpkırmızı olması da gerçekten görülmeye değerdir. İnsan olmaya, soframızda bulunmaya hazır mısınız? diye sorarım tenceredeki zikir ehline. Hazırız cevabını alınca, sofrayı kurmaya yönelirim.

Sofra, yiyenin Hayy’dan Hû’ya, yenilenin Hayy’dan Kayyum’a tahvil olduğu yerdir. Çiğnenen her lokma insana dönüşmenin ve onda zikre devam edecek olmanın keyfini çıkarırken, çiğneyen de Hû’ya tutunup miraç etmenin hazzıyla sermesttir.

Sofra Allah’ındır. Sofrada bulunanlar Allah’ındır. Zevk Allah’ındır. Açlık Allah’ındır. Tokluk Allah’ındır. Zikir Allah’ındır. Her şey Allah’ındır.

Elini çekme Rabbim. Kendini özletme. Senin özlemin yakar, kavurur, kül eder. Bizden vazgeçme. Açlığımızı terbiye et Rabbim. Tokluğumuzu terbiye et Rabbim. Günahlarımızı terbiye et Rabbim ki İblis’in eline düşmeyelim. Sevaplarımızı da terbiye et Rabbim ki kibre kapılıp yine İblis’in eline düşmeyelim. Yolculuğumuzu iki elin arasında tut, bizi ruhumuzun taşrasına düşürme!

Orucumuzu Ramazan eyle!

Ramazanımızı Zat-ı Kibriya’na uruç (miraç) eyle!

 

Erdal Çakır Erzincan -1960 doğumlu. Erzincanlı. Bursa İlahiyat Fakültesi mezunu. Hece Yayınlarından çıkan Sır Gölgeleri, Sultana Mektuplar, Hû ve Hüznün Efendisine adlı 4 şiir kitabı bulunmaktadır. Aile Bakanlığı'ndan emekli olup Ankara'da ikamet etmektedir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir