Zaman ilerledikçe eskiye özlem de normal bir hâl alır oldu. “Hey gidi günler” diyenler o kadar çoğaldı ki “Acaba eskinin adamları da böyle mi?” diye düşünmeye başladım. Herkes mi acaba yaşadığı zamandan hoşnut değildir? Herkes mi eski günlerin mutluluğuyla kendini avutur?
Aslına bakarsanız, evet. Mevlana bile bundan yüzyıllar önce; “Ne olacak bu gençlerin hali?” demiş. O zamanın gençleri düşünüldüğünde bundan söz ediliyorsa, vay gele bizim halimize. Elbette dünyanın yerinde durduğunu söylemek imkânsız. Değişiyoruz, her şey değişiyor. Bu zaten dünyanın doğasında olan bir şey.
Şimdi ramazan ayına giriyoruz. “Nerde o eski ramazanlar!” diyen diyene olacak yine. Kendi yaşadığı eski ramazanları anlatanlar, iftardan sahurdan dem vuranlar… Değişiyor değişmekte olan ama şu bir gerçek, ramazan aynı ramazan. Değişen aslında insanlar. Değişen biziz. Öyle bir toplum halini aldık ki toplumsallıktan bireyselliğe doğru büyük bir hızla ilerliyoruz. Kendi dünyasına çekilen insanlar olduk. Kendi evi, kendi ailesi, kendi akrabası. Dışa açılmak istemeyen, kendi kendine yaşayan büyük bir toplum olduk.
Ramazanla ilgili serzenişlere de ben gülüp geçiyorum. Kendi değerlerini kendi elleriyle yıkanlar kadar gülünç bir durum var mıdır şu dünyada? Ramazan demek sadece aç kalmak değildir. Ramazanın yanında, teravihler, iftarlar, sahurlar da bu müstesna zamanın bir parçasıdır. İftarı tek başına kimseyle paylaşmadan yapan, sahuru uykulu gözlerle yarım yamalak yapan, teravih nedir bilmeyen için elbette eski ramazanların tadı yoktur.
Bizim mahalle camisinde en azından ramazanın on beşine kadar yer bulmak imkânsızdı. Sona doğru seyrekleşen cami, Kadir Gecesinde sokaklara taşardı. Şimdi ilk gün bile tam dolmayan cami, artık birkaç saf cemaatten ibaret kalıyor.
İftara birilerini davet etmekten çekinenler bilmiyorlar mı ki ramazan paylaşmaktır. Ramazan demek kardeşlik demektir. Omuz omuza vermektir. Tek başına yenen sayısız yemeğin yanında dostlarla yenen bir tas çorbanın tadını hiçbir şey tutamaz. Mükellef sofralara gerek yok. İlla da yakın akraba olmasın çağıracaklarımız. Evine sıcak bir tas çorba girmeyen bir aileyi çağırabiliyorsak iftara işte gerçek ramazan bizim evimize şimdi uğradı diyebiliriz.
Evde ramazan havasının buram buram esmesi bizim elimizde. Komşuluğu dopdolu yaşamanın kapısı yine bize çıkıyor. İftarda yapılan tatlıdan komşuya tadımlık da olsa götürmek iyi bir komşuluk için büyük bir adımdır.
İftar sofralarımıza seçimleri konuk etmeyelim mesela. Başkanları, muhtarları konuşmayalım. Kimi seçeceğiz derken kalpleri kıracak derecede ağır sözler sarf etmeyelim. Orucun ruhunu incitmeden ramazanı geçirmek için kalplerimize de ulvi bir ikramda bulunalım.
Biliyoruz ki oruç sadece aç kalmak değil. Bir damla suyun bozduğu orucumuzun; yalanla, riyayla, haramla zarara uğradığını da akıldan çıkarmamak gerek.
Teravih namazına gelen çocukları camiden kovalayan amcaları güzel bir üslupla uyarıp cami bülbülü çocuklarla birlikte şenlendirelim ramazanı.
Zaman geçmeden bizden olan her şeye sımsıkı sarılmak en güzeli. Gönül mabetlerini başkası değil yine bizler yıkıyoruz. Onaracak da yine biziz. Ramazan geçecek, bayram gelecek. Bayramı ya şehir dışına kaçarak ya da evine tıkılarak geçirenlerin serzenişte bulunmaya hakları yoktur. Bayramı bayram gibi ramazanı da adına yakışır şekilde yaşamak bizim elimizde. Hey gidi günler demeden, yaşanacak günler bu günler deyip günün tadını çıkarmak gerek. Bizlerin de günün birinde eskimesine fırsat vermeden hatırı sayılır günler yaşamalıyız. Işık bizim elimizde ve kalbimizde.