Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Ramazanın Getirdikleri

Salgında üçüncü kez ağırlıyorduk orucu. Her yıl gelir fakat bu yıl da ilk defa geliyormuş gibi karşıladık orucu tüm azalarımızla. Evlerimizde ağırlıyoruz, tıpkı bir misafir gibi, incitmeden, kırıp dökmeden, ikramlarda bulunuyoruz, onun şerefine. Bereketiyle geldi her zamanki gibi. Ruhumuz bedenimiz hiç olmadığı kadar mutlu ve yüklerinden arınmış görünüyordu. Gökyüzünde, huzurla uçan kelebekler gibi…

EKLENDİ

:

Ramazan dünyaya her yıl yeniden gelir. Ülkesinde, şehrinde, ilçesinde veya köyünde kimler onu misafir ediyor, bir ay boyu onu bilmiyoruz. On bir aydan sonra, on ikinci, bir ay Ramazan; bizlere ikram olarak oruç’u getirir.

Bu ay, hilâli görmekle başlar. Her isteyip dileyen bu misafiri gönlünün en güzel köşesinde incitmeden ağırlayabilir.  Bu öyle misafirdir ki dokuz nasibiyle gelip sadece birini orada kullanır ve gerisini ev sahibine bırakır, onuruyla gider. Kim istemez ki böyle misafiri?…

Her yıl çocukluğumu getirir bana. İlk günlerde ikisini birlikte ağırlarım kendimde. “Nerde o eski ramazanlar!” diyerek çocukluğumuzu özlemişizdir aslında, fakat bunu kendimize bile itiraf edemeyiz. Büyüklerimize beni de kaldırın diye, sıkı sıkı tembihlediğimiz hâlde kaldırmadıkları sabah huysuzlanıp günü onlara zehrettiğimizi hatırlıyorum. Bahaneler bulup sahura kalkmak için uyumadığım geceyi hatırlarım. Bir bilseniz daha neler neler…

Gençliğimde; her yıl bu misafir bizim evde ağırlanırken, uyanmak zor geldiğinden, biraz daha diye uyandırmaya gelenleri oyalama çabasında olurdum. Kızartma kokuları burnumun direğini sızlatınca can havliyle kalkar, son dakikaları değerlendirmeye çalıştığım en unutulmaz anlarım olurdu. Orucun hikmetinin pek farkında değildik, fakat gelenekleri sonuna kadar değerlendiriyorduk. Pide kuyruğunu topun patlamasıyla sonlandırırdık. Akşam iftardan sonra tüm mahalle olarak teravih namazı için camiye giderdik. Namaz için dikilmiş; her yıl rengârenk maksi etekler ve başörtülerle camileri şenlendirirdik. Birkaç yıl okul yıllarımız da dâhil olmak üzere bazen oruç bizi bazen de biz orucu ağırlamaya çalıştık, aklımız bir karış havada olsa da…

Büyüklerimiz artık aklımızın başına geldiğini düşündüler. Kendilerine veda etmemiz gerektiğini söz ve davranışlarıyla onaylayıp bizleri tek tek uğurladılar. Bir yıl sonra gittiğim evde ramazanla birlikte orucu karşılama görevini üstlenmiştim. Nazlanacak ve nazlayacak bir annem yoktu. Sorumluluk bende olduğuna göre büyümeliydim… Ve öyle de oldu. Annem çok şaşırdı. Bir gün bu ayda annemlere gittim. Bir yıl önceki halimle nazlandım; annem hiç kızmadı. Daha şefkatli fakat bu sefer ben kıyamadım anneme yardım etmek için ikiletmeden kalktım. İnsan annesi varsa her daim çocuktur. Her çocuk bunun farkındadır. Biraz şımarmak ister. İyi gelir hem anneye, hem de çocuğa… Bir de ramazan ayında oruç ağırlanıyorsa hoşgörülür çocuklar kadar büyükler ve tek tek herkes.

Birkaç yıl sonra ebeveyn (anne-baba) olmuştuk, dünya değirmeninde. Çarklar döndükçe dünya dönüyor, devran dönüyordu. Orta yaş olarak orucu daha bir bilinçli ağırlıyorduk. Sahur için erken kalkıp, az fakat öz yiyerek sağlımızı da düşünmek durumundaydık. Her yaşta ağırladığımız oruçların hepsi çok güzeldi.

Çocuklukta bilmeden fakat çok istekli olmak alışkanlıklarımıza değer kattı. Gençliğimizde ağırladığımız oruçlar, her biri bir meşale gibi hayatımızın en canlı konuklarıydı. Ve şimdilerde orta yaşlarımızda ağırladığımız oruç baş tacımız oldu. Başımızın üstünde yerin var, dedik, tüm kalbimizle. Eksiklerimiz vardı, geçmişten. Söz aldık ve söz verdik yeniden ağırlamak için seneye bu zamanlar; Allah nasip ederse yeniden yıl içinde, misafirimizi bekliyor olacağız, daha nice yıllar özlemle…

Salgında üçüncü kez ağırlıyorduk orucu. Her yıl gelir fakat bu yıl da ilk defa geliyormuş gibi karşıladık orucu tüm azalarımızla. Evlerimizde ağırlıyoruz, tıpkı bir misafir gibi, incitmeden, kırıp dökmeden, ikramlarda bulunuyoruz, onun şerefine. Bereketiyle geldi her zamanki gibi. Ruhumuz bedenimiz hiç olmadığı kadar mutlu ve yüklerinden arınmış görünüyordu. Gökyüzünde, huzurla uçan kelebekler gibi…

İlk on gün varlığına alışma zamanıdır. İkinci on gün biz ona, o bize alışmış kaynaşmış ve bir oluvermişiz, bizi kimse ayıramaz der gibiydik. Bereket huzur ve sabır her daim yanımızda, yöremizde dolaşıyordu. Görmesek de hissediyorduk, bu üçlüyü. Helva yapmaya karar verdik. Tencere tava dünden hazırdı, birlikte hemhal olmaya. Malzemeler önceden tanışıyormuşçasına, sırayla yerlerini aldılar. İkinci on gün kazanlar kuruldu, ateş tam kıvamında. Biraz yağdan, biraz undan; sabır ve huzur olmadan olmazdı. Bereketi içinde cennet taamı; kepçe kepçe dağıtıldı, ben de istiyorum diyene.  İsteyip dileyen, en küçük bir varlık dahi unutulmadı.

 

Çok Okunanlar