Efendimize risâlet M. 610’da verildi. İlk yıllar çok zor geçti. Ben, bu kısa yazıda, bu zor yılları iki kısa sûre (= İhlâs ve Kevser Sûreleri) bağlamında ele alacağım.
O günün toplumundaki siyasî-ekonomik düzen (= din) şirk esaslıydı; her kabilenin somut bir putu (= ilâhı) vardı. Bu putlar, kutsal kabul ediliyor ve Kâbe’de ikamet ediyorlar, korunuyorlardı. Hacc, bu putları ziyaretti. Putlar arasındaki bu hiyerarşi, kabilelerin hiyerarşisini de gösteriyordu. Bunların en büyükleri Lât, Menât, Uzza ve Hubel’di… her çağın putları var; o günün putları somuttu, bugünkü putlar soyut.
(Yunan’da da bir çok tanrı (= ilah) vardı; onlar da Olimpos Dağında yaşıyorlardı. Dünya, tamamen putperest olmuştu.)
İşte böyle bir ortamda, Efendimize, “Lâ ilâhe illâ-l Allah.” demesi söyleniyordu. Bu, mevcut tüm putları inkâr etmek = reddetmek, sadece Bir Olan Allah’ı (= El-İlâh’ı) tasdik etmek anlamına geliyordu. Bu durum, müşriklerce bütün ilâhları birlemek (= birleştirmek) demekti ama aslında bu, gerçekte öyle değildi; işin aslı, bütün ilâhları birlemek (= birleştirmek demek) değil, hepsini inkâr ederek = Allah’tan gayrı/başka ilâh falan yok, Tek Yegâne İlâh Allah. = “lâ ilâhe illa-l Allah.” demekti.
Bu, çok büyük bir devrimdi. Başlangıçta bu devrim görmezden gelindi, önemsenmedi ama bu Söz, zamanla müşrik dindarları çileden çıkardı; bu Sözü söyleyenlere çok büyük işkenceler edildi.
…
Bu arada, bu yeni din, bu Sözün anlamı da merak edildi; “bu adam”! ne diyor, dendi.
Efendimize sordular. Bu Senin “yeni İlâh’ın” nasıl bir İlâh, bize de anlat; dendi.
…
De (= söyle) onlara = Kul!
(Efendimize “De!/Söyle! = Kul!” diyen, Onun Rabbi Allah’tır. O Rabbin Söylediklerini müşriklere söyleyecek olan da Efendimizdir. Bu emirde/n (bile), Allah’ı, Elçisini ve insanları (üç K/kişiyi) çıkarabiliriz.)
O, Allah/tır. O’nun adı Allah’tır. = Hüve-ll Allah’ü Ehad. O, Ehad’dir. = Birdir.
O Allah, Samed/tir. = Allah’us Samed. = Herkes ve her şey O’na muhtaç; O, kimseye muhtaç değildir.
O’nu kimse doğurmadı; O da kimseyi doğurmadı. = Lem yelid ve lem yûled. O, kimsenin çocuğu da babası da olmadı (= değildir). Bu âyet, Hıristiyanlara ve Hıristiyanlıktan etkilenenlere çok güçlü bir cevaptı/r. Yahudiler de Uzeyr Allah’ın oğlu diyorlardı. Bu âyet, genelde Tanrı’ya (= ilâha) soy atfeden herkese bir cevaptı/r.
O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. = ve lem yekün leHû küfüven Ehad. O, Ehad’dir = Benzersizdir.
İşte sizin merak ettiğiniz İlâh = Allah, budur.
O müşrikler, elbette ki kendi ilâhlarını çok kolay terk edemezlerdi; bunun için epey zamana ihtiyaç vardı, Efendimiz çok çalışmalı ve çok kararlı olmalı/durmalıydı; Efendimizin işi (görevi), o kadar da kolay değildi ama Rabbi Onu bu zor zamanlarında çok iyi motive ediyordu.
İşte Kevser Sûresi bu güçlü motivasyonu (= desteği) sağlayan bir Sûredir.
Biz Sana Kevser’i verdik. İnnâ e’ataynâke el-Kevser.
Kevser için tefsirler cennetteki bitmez-tükenmez (bir su) havuz/u derler. Çöl insanının muhayyilesine bu çok uygundur; olabilir ama ben, bu havuzda sadece suyun değil; Efendimizin (ve bizim) ihtiyacı/mız olan ve Onu (bizi) mutlu/memnun edecek “her şeyin”! olduğunu düşünenlerdenim. Kevser, bitmez-tüketmez bir hazinedir (= havuzdur) ve bu kelime el harf-i tarifi ile kullanılmıştır.
Bu Sûrenin bence iki anahtar kavramı vardır: Biri, Kevser; öteki Ebter. Ey Habibim! = Ey Rasûlüm! Sen bunu bil de yılma!
Sadece Rabbin için çalış, çabala! O’nun için kendini fedâ et! Fe salli liRabbike venhar!
Salli’ye, salâ/sallâ’dan emir olduğu için namaz kıl, anlamı veriliyor; yanlış değil ama salâ, sallâ ve salât, çok daha kapsamlı bir kelime; gayreti, çalışmayı, çabayı da içine alır. Venhar, nehara’dan emir; buna da kurban kes, anlamı veriliyor; bu da yanlış değil ama eksik. Kurban kesmek anlamında bir de zebeha kelimesi var, mezbaha da buradan geliyor; nahr, boğazı kesmek. Bunu, kurban kesmek değil de düz (mecaz mı?!) anlamıyla ele alırsak, sanırım, bu kelimeyi başlangıçta boğazdan (yeme-içmeden) fedakârlık etmek; sonra da tüm bedeni fedâ = kurban etmek şeklinde okuyabilir, anlayabiliriz.
Biz Sana Kevser’i verdik, Sen bu Kevser için (= Benim için) çalış, yorul, yılma! Onların o dediklerine, eziyetlerine aldırma! Onlar Sana her türlü hakareti yapabilirler, Sana ebter diyebilirler…
inne şânieke… = Sana yakışan budur. = Sana bu yakışır. Senin şânına bu yakışır.
Onlar sana ebter = soyu kesik deseler de Sen onlara = bunlara aldırma ve yılma!…
Ebter, beter’in ism-i tafdili; kerem ve ekrem gibi.
Mekke toplumunda soy, erkek evlâtla yürüyor, devam ediyordu. Efendimizin oğlu İbrâhim vefat edince, müşrikler Ona zürriyetsiz, soyu kesik = ebter dediler ama benim kişisel kanaatim, Efendimiz bu kelimeyi sadece bu anlamıyla ‘kişiselleştirerek’ algılamış olamazdı; bu kelimede bize, bizler gibi ‘soyu kesik olmayanlara!’ da bir mesaj olmalı = var.
Sen = siz, Kevser için (= Allah için) çalışır-çabalarsanız, hayatınızı buna verir = fedâ ederseniz (= venhar), Biz sizin şânınızı (soyunuzu) ölümsüz = ebedî kılarız = kılacağız!…
Ebter olan/lar o/nlar. = hüvel ebter, Sen (siz) değilsin/iz.
Böyle zor zamanlarda böyle güçlü bir motivasyon! Bunu, ancak ve ancak El-İlâh Allah yapabilir.
Not: Ben, genelde tüm Kitâb’ı, özelde de bu Sûreleri birilerinin anladığı (= yorumladığı) gibi anlamak (= yorumlamak) zorunda değilim; yapılan yorumlardan faydalanır ve “kendi yorumumu” yaparım; bu yorum asla/esasa aykırı düşerse eleştirilebilir, hatta reddedilebilir ama vakıaya (= o gün ve bugün yaşanan hayata) uygun düşerse, önemsenmeli ve reddedilmemelidir.
Post Views: 20