Sabahın çok erken saatinde sokaktayım. Gün ağarmış ama güneşin kızıllığı yok ufukta. Bu saatte sokakta niye olduğumu bilmeden ilerliyorum. İleride bir kale duvarı var. Uzun böğürtlen dalları, sarmaşıklar arasında bir otobüs duruyor, kale duvarına yakın park edilmiş ama tekerleri yok. Yağmur, kar, rüzgâr epey yormuş dış yüzeyini. Mavi renkteymiş dış yüzeyi ama solmuş, dökülmüş boyası. Plakası 00 00 000, ne garip… Camları kırık, perdelerin bazısı sökülmüş bazısı pencerelerden dışarıya sarkmış. Arka kapı açık, binmek için yöneliyorum ama çamur akıyor basamaklardan, ayaklarıma bulaşacak diye geri çekiliyorum. Ön kapı yarım açık, zorlansam da iteleyerek açıyorum kapıyı. Genzimi yakan bir küf kokusu… Şoför koltuğunda bir güvercin yuva yapmış ama içi boş yuvanın, hiç yumurta yok. Aynada, başı kırılmış bir boncuk kuş asılı.
Her yer kirli. Yavaş yavaş ilerliyorum. En arkada biri var. Şaşkın bakıyorum ama o beni görmüyor. Otobüsün koltukları sökülmüş, eski salon mobilyalarından bir oymalı koltuk ama ayakları kırık, küçük takozlar üzerine konmuş. Şaşkınım. İşte o çok tanışmak istediğim hoca… “Ne işi var burada acaba?” diye düşünmeden hızla yanına kadar sokuluyorum. Elinde bir ayna var. Gümüş çerçeveli epey süslü bir ayna… Saçlarını düzletmeye çalışıyor, gözünün altındaki morluklara bakıyor. Bazen gülüyor, bazen ciddileşiyor yüzü. Aynadaki görüntüsüne bakıyor.” Hocammmm!” diye sesleniyorum. Duymuyor, karşısındayım. Elleri ve ayakları çıplak ve tırnakları yemyeşil küf olmuş.
“Hocammmm!”, diyorum. Beni hiç duymuyor, daha çok yanına sokuluyorum sanki aynaya bakmamı istemiyor. “Keşke şiirim yanımda olsaydı, okurdum şimdi.” diye aklımdan geçiriyorum. “Geri dur!” diyor bana. “Hocam ben de şiir yazıyorum, size şiirimi göndermiştim okudunuz mu?” diyorum. “Şimdi meşgulüm.” diyor. “Hocam siz aynada saçınıza yüzünüze bakıyorsunuz ama elleriniz ve ayaklarınız küflenmiş, yemyeşil; bu otobüs küf kokuyor, her yer çamur…” diyorum. Bana dönüp gözlüklerinin üzerinden bakıyor, sus işareti yapıyor bana parmağını dudağına götürerek, “Sus!”, dedim sana diyerek azarlıyor beni. “Onları sadece sen görüyorsun, kimse görmüyor. Herkes bana aynadan bakıyor.” diyor.
Susuyorum. Küf kokusu genzimi yakıyor, öksürerek iniyorum otobüsten. Kale duvarı, tül perde gibi inceliyor ve bu tül perdenin içinden geçip gidiyorum.
Sabah uyandığımda rüyanın etkisiyle hemen mailime bakıyorum, şiirimi gönderdiğim dergiden olumsuz mesaj gelmiş. “Bu sayı ve gelecek sayı dergimiz çok dolu. Yazmaya devam. Selamlar.” diye yazmışlar. İki hafta sonra derginin yeni sayısını gördüm sosyal medyada; yeni sayının kapağında, dere kenarındaki yosunlu taşların sudaki aksini gösteren bir görsel vardı.