“Sabrın sonu selamet
Sabır hayra alamet
Bela sana kahretsin
Sen belaya selam et”
(Necip Fazıl KISAKÜREK)
Kur’ân’a göre dünya bir “dâr-ı imtihan”dır. Hayat ise imtihanın gereğidir. [1] Hayatın da birçok meşakkat ve sıkıntısı vardır. Rabbimiz bu gerçeği; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) ayeti ile ifade etmiş, Sevgili Peygamberimiz ise çeşitli vesilelerle, insanların türlü musibetlerle karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu dile getirmiştir.
Nitekim Abdullah b. Mes’ûd (r.a)’ın naklettiğine göre Peygamberimiz bir gün ashâbıyla birlikte sohbet ederken elinde bulunan bir değnekle kumun üzerine bir kare çizmiş, karenin ortasına da ek bir çizgi çizerek iki yanına ona bitişik küçük çizgiler eklemiştir. Bilahare çizilen karenin dış tarafına da bir başka çizgi daha çizerek bunun ne olduğunu ashâbına sormuştur. Sahâbe’den, “Bunu Allah ve Resûlü daha iyi bilir” cevabını alınca Allah Resûlü (s.a.s) kuma çizdiği şekli şöyle açıklamıştır:
“Bu karenin ortasında yer alan şu çizgi insandır. Onun yanında bulunan küçük çizgiler ise insanı her yönden kuşatan musibetlerdir. Bu musibetlerden birisi ona isabet etmezse bir şekilde diğeri isabet eder. Kareyi meydana getiren kenar çizgileri, insanı saran ecelidir. Karenin dışında bulunan çizgi ise insanın ümit ve emelleridir.”[2]
İlâhî imtihan gereği geçici olan bu dünya hayatında insan farklı şekillerde sınanır. Bazen bol nimetle bazen açlıkla, bazen de darlıkla imtihana tabi tutulur. Bazen hastalıklarla, bazen de yangın, deprem, sel gibi doğal afetlerle dahil edilir sınava.
Tabi tutulduğumuz sınav türünü seçme yetkisi elimizde olmadığına göre, bize düşen, bu sınavda elimizden geldiği kadarıyla başarı göstermeye çalışmaktır. Zira sınav şeklinden ve türünden şikayet etmenin, bize hiç bir faydası yoktur. Böyle bir tutumun devam ettirilmesi, sınavın kaybedilmesiyle sonuçlanır. Öyleyse yapılacak şey; sınav şeklinden şikayet ederek zaman kaybetmek değil, tabi tutulduğumuz sınavda en güzel neticeyi elde edebilecek şekilde davranmak, sabır, tevekkül, dua ve tövbe ile musibet ahlakını kuşanmaktır.
Şüphesiz imtihan dünyasının sonunda varacağımız yer Rabbimizin huzurudur. O halde bize düşen görev, sabrı kuşanmak, yaşadığımız afet ve maruz kaldığımız musibetler karşısında irade ve azim göstererek zorluklarla başa çıkmaktır. Asla karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmadan istikamet üzere sebat etmektir.
Unutmayalım ki, hayatı anlamlı yaşamak ve hayata anlam katmak sabır işidir. Acılara, yaşanılan sıkıntılara, üzücü olaylara karşı katlanma eylemidir sabır. Zorluklar karşısında halimizi yalnız Allah’a arz etmek, O’na güvenmek, O’na tevekkül etmektir. Her şeyin sahibine olan teslimiyetin, isyansız ona boyun eğmenin ifadesidir sabır…
Sabır edilgen şekilde her şeyi olduğu gibi kabullenme durumu değildir, bilakis yaşananları doğru anlayıp zorluklarla mücadele etmektir. Sabır; susmak, kanaat etmek, azla yetinmek, etliye sütlüye karışmamak, hakkına razı olmak değil; her türlü mücadelenin ve cenderenin ortasında gelen bütün badirelere eyvallah demektir…
Sabır kuşanarak aşılır her engel, her yokuş, her çaresizlik…
Sabır; dili şikâyetten, nefsi telâştan, azaları çirkin ve kötü davranışlardan muhafaza etmek, nimet haliyle mihnet hali arasında ayrım gözetmeyip her iki durumda sükûnetini korumaktır.
En çok zor olanda, zor alanda, zor zamanda gösterilen maharetin adıdır sabır. Kimi zaman dili, kimi zaman aklı ve kimi zaman da gönlü tutmaktır sabır. Tahammülün zorlanıldığı zamanlarda, sınırların zorlanıldığı anlarda gösterilen maharettir sabır.
Başa gelen felaket, musibet ve sıkıntılardan sabırla çıkılır. Sabır aydınlıktır…
Sabır; dayanmaktır zorluklara… Yakınmamak, sızlanmamak, tahammül etmek, göğüs germektir acılara… Acele etmeden sükunetle işin sonunu beklemektir, pes etmemek, yılmamaktır…
Zira “Sabır acıdır, meyvesi ise tatlıdır”. “Sabreden derviş muradına erer”. “Sabrın sonu selamettir”. “Koruk, sabırla olgunlaşır”.
Peygamberler erdemidir sabır…
Sabır, Hz. İsmâil’in, kendisini kurban etmek isteyen babasına olan teslimiyeti, (Sâffât, 37/102) Zulme karşı “Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver.” (A’raf, 7/126) diyen Hz. Musa ve Hz. Harun’un’ın duası, Yusuf’u yitirmiş Yakub’un “sabr-ı cemîl” tesellisi, (Yûsuf, 12/18) Eyyûb’un yıllarca yaşadığı hastalığının tedavisidir. (Enbiya, 21/83-84)
Hani hayatı tam anlamıyla sabırla örülü o kutlu Peygamber (s.a.s.) oğlu küçük İbrahim öldüğünde yüreği acıdan kavrulmuştu da gözleri yaşarmıştı. Uhut’da Hamza’ya saplanan oku hatırladıkça hep o anı yaşadı durdu; can yoldaşı, Fatıma’nın annesi, İslam’da ilk iman sahibi Hz. Hatice’nin vefatı onu derinden sarstı; hamisi Ebu Talip dünyadan göçünce, onun merhamet dolu yüreği bir kez daha kanadı ama sabretti. Üstelik hak davasında şahsına yapılan hakaret ve eziyetlerden incindiği hâlde şikayet etmeyip, “Rabbim bana yeter” diyerek bize sabrın imanda kararlılık, ibadette dayanıklılık ve en hayırlı yolla mücadele etmek olduğunu öğretti. Çünkü o, sabrın geniş ve hayırlı bir lütuf olduğunu biliyordu.
Yüce Mevla onu asla yalnız ve mahzun bırakmadı. İnanıyoruz ki, sıdk ile bağlandıktan sonra sabredenleri de yalnız ve yardımsız bırakmayacaktır.
Merhum Sezai Karakoç’un sabırla ilgili şu cümleleri sabrın ne derece önemli olduğunu vurgulamaktadır:
“Müslümanın birinci özelliği, yüreğinde beyaz bir kıyamet beneği taşımaksa, ikinci işareti, yüzünden ve dudaklarından başlayarak duruş ve davranışlarına kadar bir sabır atmosferini varlığına sindirmiş olmasıdır. Neden biz Müslümanların başarıları bu çağda hep kesik kesiktir? Bir yatır sabrına her birimiz ulaşamadık da ondan. Çünkü sabır başarının tohumudur. Eseri verimlendiren, yeşerten, sağ ve diri tutan odur. Bir iş bir dakika önce olmaz, bir dakika sonraya da kalmaz. İşte sabır, bu kader sırrına ermektir. Yani işi bir dakika öncesine alma aceleciliğinden ve bir dakika sonraya bırakma tembelliğinden kaçınma ve korunma iradesi demektir sabır.” (Sezai Karakoç, Kıyamet Aşısı, İstanbul: Diriliş Yay., 2012, s. 10-12.)
“Hayat sabır ile şükür arasında mekik dokumaktır.”
Sabredenlerden olmamız niyazıyla… Unutmayalım ki “Şüphesiz ki Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/146); “Allah, sabredenler ile beraberdir.” (Bakara, 2/153)
[1] Bk. el-Mülk, 67/1-2; Müslim, “Cennet”, 63.
[2] Buhârî, “Rikâk”, 4; İbn Mâce, “Zühd”, 27.