مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِؕ وَالَّذٖينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ
(Fetih 48/29)
Fetih Suresi’nin yukarıda verilen son ayetinin ilk cümlesi bir müslümanın din kardeşi ve diğer inanç mensuplarına yönelik nasıl bir duruş ve davranış içinde olması gerektiğini bildirir.
Bu ayet için üç meal önerimiz var:
Birinci meal: “Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nunla birlikte olanlar kâfirlere karşı çetin ve metindirler, kendi aralarında merhametlidirler…”
İkinci meal: “Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nunla birlikte olanlar kâfirlere karşı sağlam dururlar, kendi aralarında merhametlidirler…”
Üçüncü meal: “Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nunla birlikte olanlar kâfirlere karşı birbirlerini desteklerler, kendi aralarında ise merhametlidir…”
Hasan Basri Çantay’ın tercih ettiği birinci meal, ayetin zâhirine yakın olmakla birlikte savaş ortamı ve psikolojisini ifade etmektedir. “Kâfirlere karşı serttirler” şeklinde tercihte bulunan mealler de buna yakındır. Ancak burada kullanılan “çetin, metin ve sert” ifadeleri düşmana yapılan muameleyi değil, Müslüman askerin düşman karşısında duruşunu ve sağlam psikolojisini ifade etmektedir. Dolayısıyla Türkçede şiddet kelimesinin “kaba kuvvete başvurma, eziyet etme veya aşırı davranma” şeklindeki anlamları bu meallerde bulunduğu söylenemez. Zira Arapçada şiddet kavramı “güç, kuvvet, sağlamlık,” anlamlarına gelir. Ayette geçen “eşiddâ (اشداء)”, “şedîd (شديد)” kelimesinin çoğulu olup “güçlü, kuvvetli, metin, çetin, sert, muhkem kılan, güçlü destek veren” anlamlarına gelir.
İkinci mealde (اشداء على الكفار) ifadesine “müminler kâfirlere karşı sağlam dururlar” anlamının verilmesi, (والذين آمنوا أشدّ حبا لله) “İnananların Allah sevgisi daha sağlam ve daha kuvvetlidir” (Bakara 2/165) ayetindeki şiddet kelimesine verilen anlamla örtüşmektedir. Nitekim dosta olan sevgi ne kadar sağlamsa, düşmana karşı duruş da o kadar sağlam olur.
Üçüncü meale göre ayetteki (اشداء على الكفار) ifadesiyle “müminler, birbirlerini destekleyen binanın yapı taşları gibidir” “(المؤمن للمؤمن كالبنيان يشد بعضه بعضا) “ (Buhari, Salat 88, Müslim, Birr 65) hadisindeki benzetmede olduğu gibi “müminlerin kâfirlere karşı birbirlerini desteklemesi” anlatılır. Daha açık ifadeyle bu ayette müminlerin düşmana karşı birbirini destekleyen, birbirleriyle kenetlenen, birlik ve bütünlük içinde hareket ederek düşmana geçit vermeyen halleri tasvir edilir. Nitekim “Müminler bir vücut gibidir. Vücudun bir organı hasta olduğunda veya zarar gördüğünde bütün organları onun acısını hisseder ve paylaşır. (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66) hadisi bu anlamı pekiştirir mahiyettedir.
Buradaki temel soru şudur: “kâfirlere karşı sağlam, çetin ve sert durmakla” Kehf Sûresinde geçen “inanmıyorlar diye kâfirlerin arkasından Rahmet Peygamberinin kendisini paralamasını ve üzülmesini, bir nevi şefkat göstermesini” (Kehf 18/6) nasıl bağdaştırabiliriz?
İmam Matüridî bu soruya mealen şöyle cevap verir: Sağlam, çetin ve sert duruşun en keskin biçimde sergilendiği savaşlarda bile müminler Rahmet Peygamberini örnek alarak şefkat içinde davranırlar. Çünkü müminin amacı savaşta düşmanı yenerek arzularını tatmin etmek, intikam almak, çıkar elde etmek, salt otorite ve hâkimiyet kurmak değildir. Eğer böyle olsaydı, Yüce Allah Hz. Musa ve Hz. Harun’a “Gidin, Firavuna yumuşak söz söyleyin!” (Tâhâ 20/44) diye emir vermezdi. Yine müminlere yönelik de “Ey müminler, Allah için hakkı ayakta tutun ve adaletle şahitlikte bulunun. Bir kavme duyduğunuz kin ve nefret sizi adaletten ayırmasın, âdil olun, günahtan sakınmaya ve kaçınmaya bu daha uygundur. Allah’tan korkun! Kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Mâide 6/8) şeklinde bir bildirimde bulunmazdı. (bk. Matüridî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Mizan Yayınları 2009, XIV, 47-48).
Şefkatin buradaki anlamı adaletten ayrılmamak, dünya ve ahiret kurtuluşunu istemek ve herkese onuruna yakışır şekilde muamelede bulunmaktır. Hz. İbrahim’in kâfir olan babasına duasını da böyle anlamak gerekir. Her insan ölene kadar iman etme imkanına/hakkına sahip olduğuna göre onun hidayeti için şefkat duyguları içinde dua etmek Müslüman kişiliğin bir gereğidir. Kâfir olarak ölen kişiye artık dua edilemez ve şefaatte bulunulamaz, çünkü iman etme imkânını kaçırmıştır. Nitekim Hz. İbrahim de bunu gördükten sonra babasına duadan vazgeçmiştir. (Tevbe 9/114).
Öyleyse müminler, düşmana karşı savaşta bile adalet sınırları içinde hareket etmeli ve şefkat duygularını asla yitirmemelidirler. Hz. Peygamber’in kâfirler iman etsinler ve kurtuluşa ersinler diye kendisini paralaması ve onların ardından üzülmesi, Yüce Allah’ın rahmetini ve mağfiretini yansıtan şefkatinin sonucudur. Çünkü Allah’ın rahmeti ve merhameti bütün yaratılmışların şefkatinden daha üstün ve daha kapsayıcıdır. Kur’an’da münafıkları, kâfirleri ve asileri bağışlanmaya çağıran ayetler bunun en güzel delilidir.
Şefkat demek düşmana boyun eğmek, onun karşısında susmak veya yılgınlık göstermek değil, Allah’ın her bir insanı cennete layık olarak yaratmış olduğu bilinciyle herkesin kurtuluşa ermesine vesile olmaya çalışmaktır. “İ’lây-i kelimetu’llah” yani “Allah’ın kelimesini yüceltme” amacı bunu ifade etmektedir.
Savaşın iki boyutu bulunur: Birincisi kötülüğü, zulmü ve zararı önlemek; ikincisi ise doğruya, güzele ve faydalı olana insanları çağırmaktır. Rahmet Peygamberinin savaşlarında bu iki boyut hep gözetilmiş; teslim olana, şerden ve zulümden vaz geçene asla dokunulmamıştır. Bununla birlikte huzursuzluk kaynağı olanlara yönelik caydırıcı önlemler gerektiği kadar ve gerektiği şekilde alınmıştır. Ancak kadın, çocuk, din adamı, yaşlı gibi sivil kişilere el kaldırılması yasaklanmış, bunu yapanlar cezalandırılmıştır. İslam’da zorlama yoktur, bilgilendirme ve çağrı vardır (Bakara 2/256). Çünkü hidayete ermek kişinin yönelişine bağlıdır. Yüce Allah hidayete yönelen her kula tevfikiyle iman nasip eder. “Sana düşen tebliğ etmek yani bilgilendirmektir, hesabı görmek bize aittir” (Ra’d 13/40) ayeti bu gerçeği dile getirir.
Hz. Peygamber, düşman kazanmak değil; düşmanlığı yok etmek, barışı hâkim kılmak, dostça yaşamak ve insanların gönüllü bir şekilde hidayete ermelerine zemin hazırlamak yönünde gayret göstermiştir. Çünkü İslam’da barış asıl, savaş geçici bir durumdur. Rahmet Peygamber’i bu anlayışı hem barış ortamında hem de bizzat katıldığı savaşlarda titizlikle sürdürmüş, kendisinin katılmadığı seferlerde komutanlarına bu yönde emirler vermiş, uymayanları sert bir şekilde uyarmıştır. Nitekim Mekke’nin fethi sırasında “bugün Mekke müşriklerinden intikam alma zamanı” diyen Medine’li Sa’d b. Ubade derhal komutanlık görevinden uzaklaştırılmıştır. Abdullah b. Cahş, Halid b. Velid ve Üsame b. Zeyd uyarılan komutanlar arasındadır. (Buharî, “Cihad ve Siyer” 146, 147, 148; “Megâzî”, 45, 57; “Ahkâm”, 35; ayr. bk. Adem Apak, Siyer-i Nebi, İstanbul: Ensar Neşriyat 2020, s. 651-652.).
Sonuç olarak ayette geçen şiddet, Türkçede akla gelen “kaba kuvvete başvurmayı, eziyet etmeyi veya aşırı davranmayı” değil; “düşmana karşı sağlam durmayı, caydırıcı önlem almayı, gevşeklik göstermemeyi veya hadiste geçtiği şekliyle toplumsal bütünlüğü korumak için müminlerin birbirleriyle kenetlenmesini ve birbirlerini desteklemesini” ifade eder. Bu da hem barış hem savaş ortamında birlik ve bütünlüğü sağlamanın ve dışardan gelebilecek tehditlere karşı toplumsal duruşu ortaya koymanın en geçerli yoludur.
Ayette geçen müminlerin birbirlerine karşı merhametli olmasını ise Rahmet Peygamber’i şöyle açıklamıştır: “Bu ayetteki merhamet, kendin ve evladın için istediğini her bir mümin kardeşin için de istemendir.” (benzer hadisler için bk. Buharî, İman 7; Müslim, İman 71). Vesselam…
16 Rebiülevvel 1445 / 1 Ekim 2023