Düşünce
Sanat ve Bilim İlişkisi
EKLENDİ
-:
Yazar:
Müştehir Karakaya
Sanatın işlevi güzeli aramaktır. Güzel olanı ve güzelliği kapsar. Dıştan çok içe dönüktür. Hak iddia ve ispatlama gibi bir lüksü yok. Sanatçıyı bu yanıyla ele alırsanız, ondan aldığınız haz ve gerçeği görme adına bir bağlantı kurabilirsiniz. Sanatçılık normlarını bir kaide ve kuralın ama normal şartlar içinde gelir-geçer bir kuralın içine hapsedemezsiniz. Bir şeyi ya bilir ya bilmez. Ya uygular ya uygulamaz. Muhatabın okuma, kavrama ve anlamasına bağlı bir fiildir. Seni anlayacak ve kavrayacak bir kişi bulamadığın zaman genellikle susarsın ya, onun gibi. İnsanın haklı olduğunu bilmesi ve bunu bir türlü anlatamaması da bu kuralın içindedir. Çünkü bu sanatçı için erdemdir. Kendini savunamasa da erdemdir, haksız gerekçelerle görüşü kabul edilmese de…
“Sanat ayrı, bilim ayrı” diyenler olduğu gibi, “Sanat her zaman bilime öncülük etmiştir” diyenler de var. Bu görüşe katılarak sesimi ilk defa yükseltiyorum. İnsanlığı öldüren, suça teşvik eden iki ölümcül hastalık var. Biri; anlayışsızlık (yani kabalık), diğeri; ne yaptığını bilmemezlik. Sokrates’ın savunmasını hepimiz hatırlarız. Bu savunmada çıkardığımız dersler olmalı. Sokrat’ın bir de karısıyla olan diyalogunu hatırlayalım:
Ölüme mahkûm edilen Sokrat’ın karısı üzülmüş ve oturup ağlamış. Ona, yani Sokrat’a affedilmesi için gidip yalvarması gerektiğini söylemiş. Ama Sokrat reddetmiş.
– Üzülüyorum, demiş karısı. Haksız yere öldürüleceksin…
– Üzülecek ne var bunda! Bir de haklı yere mi öldürülseydim yani! diye cevap vermiş Sokrat.
Ünlü ceza hukukçusu Avukat Faruk Erem, Dostoyevski’nin Budala romanının, yeryüzünün en ciddi bilimsel yapıtı olduğunu söyler. Gerçek sanatın; suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar görüşünü pekiştirecek, özellikle bilimsel psikiyatri daha doğmadan, geçerlilik kazanmadan gerçek sanatçılar ve yazarların yazılarında irdelendiğini, ipuçlarını verdiğini söyler. Marazi kıskançlıktan ötürü Othello’ya cinayet işlettiren Shakespeare, irsî dejenere’liği işleyen Korkaklar kitabıyla İbsen; bilinç altını kurcalayan Madam Bovari romanıyla Gustav Flober; faydasız acının saçmalığını savunan Malraux; psikiyatrik analizlerin, hatta toplumsal olguların keşfedilip kanıtlanmasından önce bunları kitaplarında yazmışlar, irdelemişler, düşünce olarak benimsemişlerdir. Bu görüş ve düşünceleri ispatlamak bilim adamlarına kalmıştır.
Bunların hiçbiri birbirleriyle ilgili değildir veya bilim ayrı, sanat ayrı diyenlere şöyle söylenebilir:
Sanatın konusu insandır, bilimin konusu insan olduğu gibi. Sanatın başlangıcı hayretle başlar. Bilimin de… Düşünce olgusu ikisinin de temel taşıdır. Düşünce bir edimdir. Başlangıçta ham, pişmemiş, kanıtsız olarak doğar. Kanıta da gerek yoktur aslında. Doğaüstü bir görünümü olsa da, insan merkezlidir, çünkü hayvandan insanı ayıran en belirgin ve birincil göstergedir. Son dönem sanat poetikaları ve görüşlerindeki; ‘sanat, taklitten kurtulduğu zaman, şaheser olur’ düşüncesi bu ilkeye dayanır. Aristo’nun “Sanat taklitle başlar” görüşüne ters de olsa, modern resim literatürüne geçen “gerçeküstü”: ‘aslında renk aynı ama edim (fiil) ayrı’ denmesi, bu olguyu doğrular niteliktedir.
Sanat, boş vakti değerlendirme, hoş vakit geçirme, duygu ve his sömürüsü aracı değildir. Van Gogh’un sanattaki yaratıcılığı, Vagner’in müziği, Nietzch’nin üst insan modeli, hiç de boş işlerin ürünü değil. Sanat bilimin önünü açıyor, diyenlere şimdi hak vermeniz gerekiyor. Her ne kadar sanatta “iki kere iki: dört” etmese bile…
Ekim 2002 (Erguvanî Yazılar)