Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

Şehrin Günahı Olur Mu?

EKLENDİ

:

Kedinin, kuşun, böceğin, caminin, kilisenin, binanın, ağcın, taşın, toprağın, demirin, tuğlanın betonun makinanın, rakamların, sayıların… günahı olur mu?

Olmaz elbette.

O halde “şehrin günahı”ndan ne anlamalıyız?

Şunu anlamalıyız: Şehrin günahkârları bu iradesi olmayan varlıkları kendi büyük  günahlarına ortak etmişler. Çünkü yaşadığımız deprem afetinde büyük hasar alan, binlerce insanımızın canına mal olan şehirler öyle küçük hatalarla bu hale gelmiş olamaz.

Bu afetin felakete dönüşmesiyle ilgili ihmaller ve ihlaller; kanun açısından  yasak, ihmal, kasıt, görevi kötüye kullanma; din açısından da günah, haram, kul hakkı, emanete ihanet gibi kavramlara karşılık geliyor. Yani ne taraftan bakarsak bakalım savunulacak tarafı yok. Sonuç vahim.

O halde bu kadîm şehirleri bu hale getiren büyük günahın pay sahipleri kimler olabilir?

Hiçbir uzmanlığı ve deneyimi olmamasına rağmen, sadece daha kolay para kazanıldığı düşüncesiyle bilimsel veriyi dikkate almayan; doğru-yanlış, helal-haram, hile, rüşvet, tehdit demeden; sadece kazanacağı parayla yaşayacağı konforlu hayata yatırım yapan ve çok daha önemlisi; işini büyük bir titizlikle, hassasiyetle ve hakkaniyetle yapan birçok meslektaşının  adını da “kötü”ye ve “hırsız”a” çıkaran müteahhitler şehrin günahında öneli paya sahiptir.

Dükkânının, otoparkının, salonunun daha geniş görünmesi için, içinde yaşadığı binanın taşıyıcı sistemlerine zarar veren, kullandığı alanın kartonpiyerine,  duvar kâğıdına, seramik kalitesine, mutfak dolaplarının albenisine gösterdiği özenin küçük bir kısmını binayı ayakta tutun sisteme göstermeyen, bunu sorgulayan kullanıcının; yapılması gereken düzenlemelere ürettiği bir çok bahaneyle birlikte, hakkından daha fazlasını da isteyerek direnen ve binaların yenilenmesini engelleyen şehrin sakinlerinin de şehrin günahında payı vardır.

Bilimsel ve teknik olarak ne yapması gerektiğini bildiği halde, bir yemeğe, eşyaya, ya da nice günaha bilgisini, kariyerini ve mesleğini satan, bile bile yanlışa göz yuman, hatayı görmezden gelen mühendislerin, denetçilerin; layıkıyla planlama, denetim ve onay süreçlerini yönet(e)meyen yetkililerin, seçilmişlerin, atanmışların  da şehrin günahındaki  payları küçümsenemeyecek noktadadır.

Patrona  kızıp işini eksik yapan, “kimse görmüyor “ deyip kolaya kaçan, ama kendisinin ve Allah’ın dışında kimsenin haberdar olmadığı ve görmediği eksiklikler yüzünden yaptığı bina yıkılan ve “usta” kavramının saygınlığını beş paralık eden beden işçisi de şehrin günahının ortaklarındandır.

Akademik, teknik bilgiyi gerektiği kadar öğrettiğini ifade eden diplomayı veren, hesap yapmayı öğreten; ancak işin vicdanını, ahlakını, hakkını, hukukunu hiç hesaba katmayan; dünyayı imar edecek mühendisleri pozitivist, makyavelist bir anlayışla yetiştiren  hocalar da başkalarını suçlamadan önce şehrin günahında ne kadar pay sahibi olduklarını düşünmek zorundadır.

Gelecek kavramının tanımına  sadece dünyada elde edilecek kariyeri,  parayı, konforu koyan ve bu doğrultuda çocuklarını yetiştiren, “Benim çocuğum çok kazansın da nasıl kazanırsa kazansın” diyen;

çocuklara dini ve millî değerleri öğretmeyen, hatta çocukların ilerde büyük problem haline gelebilecek bazı aykırılıklarını akademik başarılarının gölgesine saklayıp görmezden gelen anne babalar da şehrin günahında önemli paya sahiptir.

Ve nihayet bu  kadar ağır günahların bileşkesini taşıyamayan vatan topraklarımızda doğal afetler milli felaketlere dönüşüyor. Bu kadar ihanetin birleşmesiyle oluşan felaketi sadece “takdir-i ilahi” olarak geçiştirmeye çalışmak; ihmalle, ihtirasla, aç gözlülükle kararan kalplere; tövbe, merhamet ve iyilik hüzmelerinin girebileceği pencereleri de kapatmak anlamına geliyor.

En son gelişmelerle ve akademik bilgiyle donattığımız, ancak bilgileri  ahlakla kıvam bulmamış insanların yaptıkları binalardan eksilttikleri demirle, artık karşılık bulmasın diye merhamet damarlarının köreltildiğine; inşaattan çalınan betonun da artık sızlayamasın diye vicdanların üzerine döküldüğüne şahit oluyoruz.  Çünkü, vicdan, merhamet sahibi, helali-haramı, doğruyu-yanlışı bilen, teknik bilgisini ahlak kalıbında şekillendiren, sorumluluk bilincine sahip bir insan böyle bir ihanetin içinde olamaz.

Ve bütün bu olanlardan şunu anlıyoruz: Huzurla yaşanabilecek şehirler inşa edebilmek için adaleti, kul hakkını, helali, doğruluğu, merhameti, iyiliyi yaratılmış bütün varlıklarla olan ilişkilerinin merkezine koyan “iyi insanlar” yetiştirmek gerekiyor. Çünkü bugün Dünyanın bilimsel yeterliliklerden daha çok  ve öncelikli olarak iyi insanlara ihtiyacı var.

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar

Pin It on Pinterest