Tasavvuf tarihi derslerinde her yıl anlatılan konulardan biri de halvettir. Çünkü bu konu, tasavvufî eğitimin önemli halkalarından biridir. Söz konusu terimin tasavvuf tarihindeki macerasını anlatırken mutlaka giriş kısmında itikâfa, sonuç bölümünde de halvet der encümen ıstılahına temas ederdim.
İtikâf konusunu kısaca anlatırken bunun “bütün sosyal ilişkileri dondurarak, bir köşeye çekilerek ibadet ve tefekkür hayatına yoğunlaşma” olarak tarif ettikten ve sünnet olduğunu belirttikten sonra çağdaş yaşama tarzının bizi bu sünnetin çok dışına ittiğini özellikle ifade eder ve derse şu cümle ile son verirdim: “Bu sünnetin o kadar uzağına düştük ki şu anda size bunun öneminden bahseden kişi de -ne yazık ki- henüz itikâfla tanışmış değildir. Her Ramazan ayında bunun vaazını yapan bir çok meslektaşlarımız da..”
Doğrusu beş yıl önce emekli olduktan sonra itikâf için uygun bir mekân aradım, bulamadım. Daha sonraki pandemi dönemi de hayatımızın seyrini değiştirdiği , bir başka ifade ile tembelliğimize mazeret ürettiği için düşüncemi gerçekleştiremedim. Nihayet 1444/2023 Ramazan’ı son günlerini yaşarken Bursa Merkez İmam Hatip Lisesi öğretmeni, kıdemli öğrencim Ahmet Kahraman’dan telefon yoluyla bir teklif geldi:
“Hocam, derslerde itikâftan bahsederdiniz, bilmem son yıllarda bu sünneti ifa edebildiniz mi? Bizim, Millî Eğitim Müdürlüğü, İl Müftülüğü ve BİHMED (Bursa İmam Hatip Liseleri Mezunlar Derneği) ile birlikte yürüttüğümüz bir ARGE (Akran rehberlik ve gençlik eğitim merkezi) projemiz var. Farklı İmam Hatip liselerinde okuyan öğrencilerden her gün elli kişi alıyoruz, bunlarla I. Murad Hüdavendigâr camiinin üst katında bir günlük itikâf yapıyoruz. Rehber öğretmenlerimizle yapılan bu faaliyet bir hafta (ara tatilinden istifade ederek) sürecek. İâşe ve ibate, Birlik Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti tarafından karşılanıyor. Sizi de bir gün sohbet için davet ediyoruz. “Gençlerle Gönül Gönüle” ve “Ramazan Kitabı” isimli eserlerinizi aldık ve öğrencilere hediye edeceğiz. Teravihten sonra sizi dinlemek istiyoruz. Daha sonra isterseniz gece kalır isterseniz evinize dönebilirsiniz. Alttan ısınmalı hücreniz hazır. Müsait misiniz?”
Aslında sağlığım çok yerinde değildi, fakat hiç düşünmeden evet dedim ve gece de kalacağımı söyledim. İşte senede bir gün hikayesi böyle başladı. Belki de ömürde bir gün..
İkindi namazını 660 yıllık camide kılmak üzere 26 Ramazan günü Kaplıkaya’da bulunan evimizden ayrıldım. İkindi namazı cemaatle eda edildikten sonra rehber öğretmen ve gençlerle tanıştık. Bir önceki gün gelenlerle ise vedalaştık. Kosova şehidinin adını taşıyan camiyi aslında 1977 tarihinde tanımıştım. Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü t,asavvuf tarihi asistanı olarak bu şehre geldiğimde, hocam Süleyman Uludağ kiralık dairemizi daha önceden tutmuştu. 1988 tarihine kadar adresimiz şöyle idi: Lâmiî Çelebi Camii bitişiği, 2/4 Çekirge/Bursa . Evimizin bitişiğindeki caminin imamı Çaykara’lı Mehmet Keskin, yakınımızdaki Hüdavendigâr camiinin ise Balıkesir’li Nâil Dural idi.
Bu tarihî yapı ile olan bir hatıramız da minare kaidesinin altındaki taş duvarda bulunan arı kovanı ile ilgili idi. Kış aylarında evimizi şereflendiren ve arıcı olan babam Kutuz Hoca’nın zaman zaman bu arıların çalışmalarını zevkle ve hayranlıkla seyretmesi idi. Dikkat çekici haberimiz ise şudur: Sözkonusu yıllarda bu caminin imamlarından biri olan Mehmet Hocanın oğlu, iktisat fakültesi profesörü Ercan Dülgeroğlu şu anda ülkemizde doğal arıcılığı sürdüren ender kişilerden biridir.
İslâm mimarisinde pek benzeri olmayan bir özelliğe sahipti bu cami. Çünkü iki katlı olan mabedin üst katı 16 hücreli bir medrese idi. O yıllarda bu kat Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak Ortaöğretim yurdu idi. Şu andaki BİHMED başkanı Kadir Oruç o leyli-meccânî öğrencilerden biri idi. Osman Yumakoğulları ,Vakıflar Bölge Müdürü, Şükrü Sayın Yardımcısı ve kırk yıldan beri Almanya’da yaşayan Yusuf Işık yurt müdürü idi.
Külliyenin İmaret binasını seksenli yıllarda Emniyet Müdürlüğü, dinlenme tesisi olarak kullandı. Şu anda Birlik Vakfı Bursa Şubesi kullanmaktadır. İftar ve teravihten sonra çay faslına Millî Eğitim Müdürü Seyit Ali Büyük, Yardımcısı Bekir Bey ve Merkez İmam Hatip Lisesi Müdürü katıldı. Misafirler ayrıldıktan sonra biz sohbethanemize çekildik. Gençlere kısaca itikâftan bahsettikten sonra daha önce iki sayfa halınde çoğalttığım metne sıra geldi: Sahurda Ravza’da Yazılan Bir Eser : el- Muhkem fi Şerhi’l-Hikem.
Kastamonulu Ahmet Mâhir Efendi (vefatı, 1925) mübarek topraklarda bulunurken İbn Atâullah İskenderî’nin Hikem’ini şerhetmiş. Bir dünya klasiği olan bu eserden ibadetle ilgili üç beş cümle okuyup açıkladım gençlere… O cümleler şunlar:
‘İbadetler ayakta duran bir takım şekil ve suretlerden ibarettir. Bu şekillerin ruhu ve özü ise kendilerinde bulunan ihlasın sırrıdır.’
‘İbadetleri boş vakit bulma şartına bağlayıp ertelemen nefsin ahmaklığındandır.’
‘İbadet taat yapamadığında üzülmemen, hata ve günah işlediğinde ise pişmanlık duymaman kalbin ölüm işaretlerindendir.’
‘Kişinin ibadetinin manevi meyve ve neticesini acele ve peşin olarak duyması ve bulması bu ibadetin ilerde, ahirette de kabul edileceğine bir delildir.’
‘Tevazu, tevbe getiren bir günah, izzet ve kibir getiren ibadetten daha hayırlıdır.’
‘İşlediğin bir günah -Rabbinle olan istikamet halinden dolayı-üzülmene, ümitsizliğe düşmene sebep olmasın. Kimbilir, belki de bu senin için takdir edilen son günahtır.’
‘Bazen namaz ve oruçta bulamadığın deruni halleri çaresizlik ve yoksullukta bulabilirsin.’
Sonra herkes hücresine çekildi.
Sahur kahvaltısından sonra toplu halde camide okunan hatmi dinledik. Namazdan sonra her öğrenci bir cüz okudu. Daha sonra işrak vaktine kadar camide kalındı. İşrak namazı kılındıktan sonra tekrar hücrelere dönüldü.
Yeni bir fecir, yeni bir gün, yeni bir bayram..
Kutlu olsun!