(anlatı)
***
“Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu”
demiş şair Cahit Sıtkı.
Ben bu yaşımda yeni fark ettim. Bugün gökyüzü gerçekten başka bir renk. Ne mavi ne beyaz ne gri, ne siyah! Apayrı bir şey. Böyle bir renk de mi var, diye düşünürken başka bir zaman, taşın sert olduğunu bilmeme rağmen sert mi değil mi diye kaç kere başımı vurduğumu, her seferinde başımın ağrıdığını, gerçekten taşın sert, başımın yumuşak olduğunu kavramıştım sonunda. Gel zaman git zaman sert taşa kafamı vura vura zamanla taşın yumuşadığını, kafamın da sertleştiğini gördüm.
Kim bilir şair ne kastederek göğün farklı renkleri olabileceğini, bulunduğu yaşta da taşın hâlâ sert olduğunu düşünmüştür. Aslında her dem göğün rengi değişir, taş sertleşir ve yumuşar. Su insanı boğar, kurtarır; ateş yakar, ısıtır. Dünya hep insanın gözüyle gördüğü, yaptığıyla yaptığıdır.
Biz bunu ne kadar görüyoruz?
Sorun bizde.
***
Jonathan Swift İrlandalı, ilginç bir adam. Kara mizahın babalarından biri olarak kabul edilir. Gulliver’in Seyahatleri kitabı yıllardır okutuluyor, diğer hikâyeleri pek tanınmıyor, bilmiyorum ama kesin ve uzlaşı kabul etmez dilinden ve hırçınlığından olabilir mi? Guliver’in maceralarını çocuklara okutturduk yıllarca. Sevimli masallar diye. Bunun büyükler için yazıldığını biliyor muyuz, yetişkinler dahi henüz mizahi dilini anlamamışken… Yazık!
“Yaşlılık Günlerim İçin Kurallar” dediği ve “sakın” ile başlayan onlarca sözü var. Birinde diyor: “Sakın aynı hikâyeyi aynı kişilere hep yeniden anlatma!” Onun başka sözleri de var. Bir tanesi de şudur: “Bilge bir insanın ömrünün ikinci yarısı, birincisinde edindiği budalalıkları, önyargıları ve yanlış kanıları düzeltmekle geçer.”
(Guliver’i, ‘gülüver’ diye okumuştu bir okul arkadaşım. Kırk yıl geçti, bugün bunu üzerime alıyorum, az güldüğüm için belki. Swift’in ‘gulliver’i ‘galivır’ olarak mı okunuyor tam bilemiyorum; Türkçeye geçince ‘gülüver’ olarak alırsak yıllar önceki arkadaşım gibi iki anlam çıkar o zaman. Biri ‘gülü ver’, ikincisi ‘gülüver’. ‘Geliver’ diye okuyan da çıkabilir, itirazım olmaz. Jonathan Swift Türkçe bilseydi eminim bunun üzerine mizah yapar, Gulliver yerine Gülüver diyecekti.)
***
Hey! Büyük insanlar! Orta insanlar! Küçük insanlar!
Daha da büyük büyük insanlar, büyük büyük orta insanlar, büyük büyük küçük insanlar! Siz neyin başı, nerenin baş tacısınız?
Bir çöl; başı, sonu, ortası kumdur. Bir deniz; başı, sonu, ortası sudur. Bir kaya; başı, ortası, sonu taştır. Kumun kumluğuyla, suyun suluğuyla, taşın taşlığıyla övündüğünü gördün mü?
Madem insansın! Başın, ortan, sonun insan olarak kalmalı. Ve insan, doğanın tüm parçalarının çekirdeğini taşır bedeninde, üflenen sadece bir nefes/duman kalır gerisinde. Yükselmen için önce ateş olmalısın yeryüzünde!
***
Sabah sabah iri bir karga, iş yerinde odamın penceresinin altındaki ağacın altına kondu. Ağzında küçük bir kemik parçası vardı. Ağacın etrafında son günlerini yaşayan otların arasını eşeledi ve kemiği oraya sakladı. Çer çöp, yaprak toplayıp üstünü örttü. Bir de küçük bir taşı gagaladı getirip o per puşların üzerine koydu, etrafına bakındı, yokladı, gören var mı yok mu diye.
Aklıma Habil ile Kabil’i düşürdü.
Fotoğrafını çekmek için pencereyi açınca uçtu gitti.
***
Ey barbar zaman!
Sen hangi kulağını tıkasan öbür kulağından kan ve irin boşalır! İnsana etmediğini, insan kendi cinsine eder, cezayı sana keser. Sen ne kadar saf kalsan da vahşi insanlığın gadrine uğramış bir mahluk gibi kendi çarkını kendi içinde çekip çevir. Ve insan sana ya zaman diyor ya felek!
Her bozulan oyunda senin parmağın mı var?
Ben derim ki ey zaman, hep barbar kal, hep temiz kal! İnsanın pislikleri seni kirletmesin! Dostoyevski’nin dediği gibi: “Oysa yüreği temiz olmayanın anlayışı da kıttır!”
***
Padişahın kızı Keloğlan’a demiş ki…
Aslında hiçbir şey dememiş, sadece alaylı bakmış, Keloğlan kendisi bunu zihninde tasarlamış.
… Karanlıkta bir adam yere eğilip bir şeyler arıyorsa gündüz kaybedilen bir şey gece niye aranır ki! Eğer kaybedilen bir kalp kırığıysa ne gece ne gündüz bulunur. Eğer bir taraksa sen olsan aramazsın çünkü saçın yok, adamın da gece tarağa ihtiyacı olmaz. Sen burada neyini arıyorsun?
Böyle kurgulamış kafasında Keloğlan, padişahın kızının ağzını açmayıp söylemediği şeyi. Ve yanından saraydan derhal uzaklaşmış…
***
(Sürecek)