Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

Sezai Karakoç’la İnci Dakikaları

Şiirde muştularla, Geyvesiyle, gülleriyle, bülbülüyle, iğneyle kazdığı kuyularla, fikir olup çağ açtığı yıllarla… Beyhude bir zamanda, öyle zamansızlıkta, bazen mekânsızlıkta…

EKLENDİ

:

          Kutlu bir diriliş mücadelesi, sağlam bir duruş… Güçlü bir karakter, tavizsiz bir direniş… Bir ırmak gibi berrak, nazlı, kıvrıla kıvrıla akacak yüreklere. Ve kavranacak onun derinliği zihinlerde. Olgunlaşıp kavuşacaktır bilgeliği sonsuz denizlerle. Açtığı yol gidilecek, yolları ezberlenecek, dikenlerden aşarak yollara gül serilecek. Durduğu yerde durulup, yoluna revan olunacak bir değer. O çokça saygıdeğer. Çok kıymetli, en kıymetli… İslam yolunda öncülükte muzaffer… İnsan olabilmenin, insan kalabilmenin, insana değer katabilmenin savaşçısı: Sezai Karakoç.

          Edebiyat ve fikir dünyamızın ulu çınarı.  Diriliş neslinin öncüsü ve mimarı. İmanı ve ihlasıyla tam bir takva ehli. Samimi bir derviş ve gönül eri. Eşsiz bir mütefekkir. Diriliş şairi. İslam medeniyetinin yol göstericisi ve mükemmel bir Müslüman. Tevazu ve beyefendiliğin kalesi. Dertli bir dava adamı, umudu yaşatan ve yeşerten bir fikir işçisi. Yedi Güzel Adam’dan biri, Doğu’nun Yedinci Oğlu. Kültür ve sanat insanı,  şairliğin de yazarlığın da zirvesi. Eserleri ve düşünceleriyle akan bir çeşme… Hepsinin anlamıydı o, hepsinde o vardı. 

          Dostları tarafından ‘Mehmet Âkif ile Necip Fazıl karışımı şair’ olarak nitelendirilen ve onlardan aldığı bayrağı daha ileriye, en ileriye taşımak gayesiyle başta şiir olmak üzere deneme, fıkra, hikâye, düşünce yazısı gibi çeşitli türlerde kendine özgü, mistik ve İslamî içeriğe sahip etkili eserler ortaya koyan Sezai Karakoç’un sanatı ve dünya görüşüyle toplumumuzda edindiği yer çağlar üstüdür. Diriliş Dergisi, bir edebiyat ve sanat dergisi olmasının yanı sıra tıpkı Büyük Doğu gibi İslâm düşüncesi ve siyasetinin şekillendiği bir yayın organı olarak belli etmiştir tarafını. ‘Diriliş Hareketi’nin meşalesi alevlenmiştir burada. 

          Şiirde muştularla, Geyvesiyle, gülleriyle, bülbülüyle, iğneyle kazdığı kuyularla, fikir olup çağ açtığı yıllarla… Beyhude bir zamanda, öyle zamansızlıkta, bazen mekânsızlıkta… Neredeyse koskoca bir yüzyılda bir mabed kutsallığıyla yıkılmadan, eğilmeden, bükülmeden dimdik ayakta. Âdeta bir ‘derviş’ gibi Cağaloğlu, Üretmen Han’daki ‘dergâh’ında tebessüm etmekte öylece hâlâ.

          Ondan, üstadların üstadından öğrendik biz bir ömürlük sevdayı; Monna Rosa’yı. Zemheride Allah’ın kar gibi göklerden yağdığını. Hızır’la dolu dolu kırk saat geçirmeyi. En deli köşemizde durmaya layık olanı. Ayağının tozu olduğumuz Peygamber’in yetişebileceğinin muştusu; Gül Muştusu’nu…

          Gün doğmadan onun ardından yol almıştık biz. Kelime en güçlü silahtı, anlattık. Ama her şey sözle olmazdı. Susmanın kalesine sığındık. Susmalar da konuşmaya dâhildi nihayetinde. Nefeslendik. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer müjdesi vardı, koşmaya devam ettik. Ve biz koşu bittikten sonra da koşan atlardandık. Denizlerin en karanlık noktalarında bile olmayan bir inciyi bulmak gibi bir hayalimiz vardı. Zordu. Ama umutsuzluk yoktu, gün gelir gül de açar bülbül de öterdi ve umudunu kaybeden her şeyi kaybederdi. Durmadık. Yürüdükçe çoğaldık, çoğaldıkça güçlendik. Bir vücudun azaları gibiydik. Uzunca bir yol aldık ardından. Dinlenmeler de koşmaya dâhildi öyle ya. Yeniden nefeslendik. Yol uzundu ve zahmeti çoktu. Sefer bizdendi, zafer Allah’tan.

          Geldik, çağı gördük; ürperdik. Balkonsuz evleri, günahın beyaz, tövbenin kara olabileceğini, rüzgâr uçurtmamızı yırtınca anımsayabilik. Şükür ki insandan insana fark vardı, İslam’ın sevinci içimizi kaplardı büsbütün. Cuma gününün kutsallığına sığınırdık hepimiz, maneviyatımıza sıkı sıkıya sarılırdık. Atardamarlarımızdan yavaş yavaş hareketlenen can suyunda, bu uğurda yayılan muştularla ‘şahdamardan daha yakın olan’ı bulmayı öğrenecektik hepimiz. O’nu bulduğumuzda insanın kâmil olanını, mahlûkatın şerefine layık olanı da bulmayı öğrenecektik böylece.

          İnkârın tutsaklık, inancın özgürlük olduğunu, hakikat davasını, diriliş erini, Müslümanların birliğini, akla karanın savaşını ezber ettik Deriliş Nesli’nin Amentüsü’nde. Her çağda şartlar ne kadar ağır da olsa inananlar için bir Nuh’un Gemisi olduğunu; kalbimizde bir mihrap ışığı yandığı sürece, ruhumuzun Zekeriyalarının, Yahyalarının, Meryemlerinin ve İsalarının geleceğini, ölmüş olan ruhumuzu dirilteceğini bulduk Yitik Cenneti’nde.  Diriliş erinini hak ve hakikat arayışında olması gerektiğinin, zorluklara karşı direnişin, öte dünyaya inanmamanın en büyük mutsuzluk sebebi olduğunun ve derin uykulardan artık uyanmanın müjdesini aldık Diriliş Muştusu’nda. Put diken, puta tapmayı hortlatan, puta tapan asırdı bu asır. Allah inancını tazelemeliydi insan. Sanki ilk ve son insan kendisiymiş gibi. İnanç tam, güven tam, sabır tam, cihad tam olduğu anda, zafer de tamdı. Kendimize getiriyordu bu ifadeler bizi, silkeleyerek Ruhun Dirilişi’nde.

          Evet! Maalesef ki en güçlü sofra devrilirdi bir rüzgârla ve en ömürlü çiçek göçerdi sonbaharla. Uzamadı dünya sürgünü üstadın. Belli ki anlatacakları vardı hâlâ, lakin bilmek istemeyenlere de anlatmak istemezdi daha fazla. Biliyordu ki o, anlamak isteyenler taşların sesini dahi duyabilirlerdi eğer yeterince isterlerse. Bir gün bir sala sesine kulak kesildi yürekler. Üstad uğurlandı En Sevgili’ye Şehzadebaşı’ndan, Gündoğmadan… 

          O, sağanak sağanak yağan her yağmurla gönlümüze dolacak, bize sadece yağmura da tahammülü öğretecekti. Onu bazen Peygamber çiçeğinin aydınlığında arayacak, bazen de vahşi bir çiçekteki gururda bulacaktık. Yüreğimizi koyabilseydik o dervişane yüreğinin üzerine. Yaşayabilseydik hüznün en derinini onun şiirleriyle ve ulaşabilseydik onun gönlünün nicedir ulaştığı yere. İşte o zaman değişebilirdi hayatın bir anlamının oluşu; özü, mânası, derûnu ve davası… 

          Kim olduğun değildi, ne olmak istediğindi bütün mesele kâinatta. İnsan olmanın seçkin sorumluluğu düşmüştür nasibine en nihayetinde. O hâlde alman gerekir yüreğini eline, eşsiz bir direnişle. O en büyük, özünde sakladığın en kavi, muştulu dirilişle. ‘Diriliş Eri’ olarak bambaşka bir diriliş hâli düşmüştür artık bize…

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar