Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Şiir ve Dua

Şiirin hususiliği vardır. Gönülden doğar ve mahiyeti başkalarınca tam olarak bilinmez. Hatta kelimeler dahi o ruh halini tam ifadeden aciz kalırlar. Duada da hangi kelimeyi kullarsak kullanalım sonuçta “işte böyle halim, ben anlatamadım ama sen anlarsın” der geçeriz. Çünkü söz biter. Geride sözün ifadelendiremediği o cevher kalır ki bir anlamda gizliliktir bu…

EKLENDİ

:

“Nida, çağrı, davet,” şeklinde sözlük anlamını verebileceğimiz dua kavramı, terim olarak “Allah’a yalvarmak için bir dilekte ve niyazda bulunmak” manasındadır. Dua, bu manada bir kavram olunca tabii olarak bütün dinlerde yer almıştır. Çünkü dinde esas olan Allah ile kulun münasebetidir. Bu da en derin, yoğun ve içten olarak dua ile gerçekleşir. Kul, bu münasebet çerçevesinde bütün varlığıyla kendini Allah’a teslim ederek O’na yönelir. O’nu anlamaya, tanımaya çalışır. Zor günlerinde yardım diler, güzel anlarında şükreder. Hangi durumda olursa olsun hep O’nunla olmayı hayatının gayesi haline getirmek ister. Buna göre dua, kulluğun özü, esası olan bir ibadettir.

İslamiyet’te de çok özel ve önemli bir yere sahip olan dua kavramı Kur’an’da sıkça geçer. Pek çok ayette duanın mahiyeti ve anlamı üzerinde durulmaktadır. Dua, Rabb’in, kuldan istediği bir şeydir. “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.” (Mümin, 60) buyuran O’dur. Hele “Duanız olmasa Rabbim sizi neylesin?” (Furkan, 77) şeklindeki ilahi ferman, Yaratıcı-kul münasebeti çerçevesinde duanın sırrını çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.

Aynı şekilde peygamberimizin pek çok hadis-i şerifi de dua ile ilgilidir. Konuyla ilgili bir hadis-i şerif şöyledir: “Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve şöyle der: -Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım.”(Buhari, Tevhid 35) Yine “Kul, Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede)duayı çok yapın.”(Müslim, 215/482) buyrulmaktadır.

Keza İslam bilginleri ve sanatçıları da dua kavramı üzerinde çokça dururlar. Burada bir örnek olarak Hz. Mevlana’nın “O kadar niyaz ettim ki büsbütün dua oldum.” (Divan, 942) mısraını hatırlamak yeterlidir. Bütün bunlar, duanın edebiyata da yansımasına, bu kavram etrafında pek çok eser yazılmasına sebep olmuştur.

Dua, her şeyden evvel, kulluk eyleminin en temel argümanıdır. Zira, kul, acizliği; yaratıcı kudreti temsil eder. İşte aciz olanın kudret sahibinin önündeki en içten, en masumiyet dolu tavrı dua etme eylemidir. Kişi, dua esnasında maddi alemden kopar, ruhuyla maddi olmayan dünyaya doğru bir yolculuğa geçer. Bu yolculuğun nihai noktası ise Allah’tır. Buna göre dua, Allah’a yükseliş eylemidir. Miraç’tır. Kişi bu eyleminde ister bir dilekte ister bir şikâyette bulunsun yani duasının içeriği ne olursa olsun Allah’a yönelmiş, O’na iltica etmiş olur. Burada ona yol gösteren güç, akıldan öte gönül; zekadan öte sevgidir. Bu kavramlar, samimi bir imanla bütünleştiğinde Allah’a yönelme, maksadına ulaşmış olur.

Burada maksat, salt bir talep etme de değildir. O yüce varlığı idrak neticesinde bir keşif hadisesi de gerçekleşir ki, belki de şiirle duanın münasebetini bu noktada aramak gerekir. Zira, Kur’an-ı Kerim’e göre kainattaki her şey, Allah’ı ulular, yüceltir, tesbih eder. Yağmur, yağışıyla, rüzgâr esişiyle, kısacası her varlık kendi diliyle yapar bu kulluk faaliyetini. Bu duruma Kur’an-ı Kerim’de şöyle dikkat çekilir: “Yedi Gök, Dünya ve ikisi arasında olanlar, O’nu tespih ederler. O’nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur.   Fakat siz onların tespihini fark edemezsiniz…” (İsra, 44) Bu yüzden, muhlis bir mümin, bu gizli sesleri ve seslenmeleri duyar.  Böylece   diğer varlıkların duasına da kalbini açmış olur.

Mevlâna Hazretlerinin şu mısralarında da duanın bu özelliğine dikkat çekilmektedir:

           

“Ağaçlar farz namazındadır, kuşlar tesbih çekmede,

 

Menekşe kendini yere atarak eğrilmiş duruyor.(Divan, 805)

Dua, bu şekilde bir keşif çabası olarak karışımıza çıkarken, şair de maddi olanın sırlarına çevirir dikkatini…Çiçeği çiçek, böceği böcek olarak görmek ve o kavrayışla yetinmek şaire göre değildir ve yetersizdir. O, bunlarda bu görünen kimliklerin ötesinde bir mana ve gerçek arar. Şair, dilinde her varlık, kişi haline gelir, bülbüller yas tutar, güller gülümser, yağmur öfkelenir. Yani tabiat kendi diliyle konuşurken şair bu konuşmayı anlama ve anlamlandırma çabasıyla şiirini kurar. Bu arayış kimi zaman, tıpkı dağın yani yüceliğin arkasını, ötesini görmek adına bir tırmanıştır. Yani kendini ve varlığı aşma çabasıdır şiir… Bu noktada eğer şaire yol gösteren ruhunun sesi ise işte o zaman şiir, duanın öteki adı olur. Çünkü bu tür bir şiir, sahibini duanın götürdüğü yere götürür. İşte o zaman şiir, duaya; dua, şiire dönüşür.

Bu yorumlamanın ötesinde şiir ve dua arasında görünen kimi benzerliklerden de söz edebiliriz. Özellikle bizim kültürümüzde şiirin gayesi gaybî olandan haberler vermek, en azından ihsasta bulunmak, kâinata, insana, hayata, ölüme vb. ayna tutmaktır…İnsan, dua ederken, böylece yaratıcı karşısında kendi fiillerini göz önüne getirerek değerlendirir.

Şiir, nasıl bir anlamda sihirli yani etkileyici bir dil ise dua dili de öyledir. Beliğ anlatım ikisinde de söz konusudur. Çünkü her ikisinin de kelime kalıplarına manalar ruhtan doğarlar. Kimi zaman gözyaşı, kimi zaman coşkudur. Pişmanlıktır, arzudur, niyazdır. Böyle ağlayan gönlün dili ister şiir söylesin isterse dua temel özelliği içtenlik olur.

Şiirin hususiliği vardır. Gönülden doğar ve mahiyeti başkalarınca tam olarak bilinmez. Hatta kelimeler dahi o ruh halini tam ifadeden aciz kalırlar. Duada da hangi kelimeyi kullarsak kullanalım sonuçta “işte böyle halim, ben anlatamadım ama sen anlarsın” der geçeriz. Çünkü söz biter. Geride sözün ifadelendiremediği o cevher kalır ki bir anlamda gizliliktir bu…Yürekte olanı ancak Allah bilir ve ona arz edilir.

Şiirde de duada da gerçek olandan yola çıkılır ama hayal unsuru hemen devrededir. Çünkü niyaz gelecekle ilgilidir.  Olması istenen umulur ve hayal edilir. Burada hayal, muhal bir şey değil, hakikatin görünmeyen yüzünü kavrama çabasıdır. Şiir ve dua, bu noktada da birleşir.

Şiir için zarif bir sanat demek mübalağa olmaz; estetik, bütün sanatların temeli olsa da şiir daha ayrı bir yerde durur. Dua eden kişi de kullandığı sözcüklere, hal ve hareketlerine bir düzen ve intizam vermek durumundadır. Estetik, duanın da en önemli vasfıdır.

Gerçek şair tevazu ehlidir. Dua da tevazua dayanır. Sonuçta şair, hakikat karşısında bir bilim adamanın gururundan uzaktır. Rıza ve teslimiyet içinde olur. Dilediği gerçekleştiğinde de şükreder, sevinir. Bulduklarını, gördüklerini kendinden değil O’ndan bilir.

İşte başlangıçtaki arzu ediş ve sonuçtaki bu sevinç, şairle dua edeni, dolayısıyla şiirle duayı bir anlamda iç içe kılar. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, şiirle duanın münasebeti çok yakın bir özellik gösterir. Durum böyle olunca da duayı şiirden, şiiri duadan ayırmak imkânsız hale gelir.

Çok Okunanlar