İzmir, 15 Ağustos 1987, Şiire Bağımlılık Hâli…
Bağımlı Şiir (Broy Yay., 1986, 59 s.) kitabını elime aldım Ali Cengizkan’ın, tek celsede canına okudum. 10 parçadan oluşan uzun bir şiir. Şiir, evet. Ama biraz öykü, biraz tiyatro ayrıca. Öyküleyici bir anlatım, yer yer diyaloglarla ilerliyor. Şiirselliği bozmadan. Üstelik buna söylevci bir edayı da ekleyerek.
Metin dağ, deniz ve geceyle çevrili kırsal bir yurt coğrafyasında dikkatlere sunulan bir genç adam anlatımıyla başlıyor. Bu şair olmalı. Memleket sorunlarından bunalan şair kendisini buraya atmalı. Bu yönüyle çağdaş zamanlara gelip yerleşmiş bir Mehmet Akif var karşımızda. Tabii onun “Bülbül” şiirinin girişindeki haliyle:
“Bütün gün kırlarında dolaştım yurdumun
oynak tepelerinde, ayartıcı ovalarında.” (s. 11)
Sonra bir çocuk girer görüntüye. O, bağımlılığı taşır gündeme. Farklı bağımlılık hallerine atıflar. Şiire, hayata, kadına, özgürlüğe, küçüklü büyüklü şeylere. Cengizkan, özellikle halkı rencide ettiğini düşündüğü şeyleri alır eline: Bankalar, bonolar, tahviller, gayrimenkuller, mülkler…
Bağımlı şiir çatışmalarla örülü bir metin. Bağımlılık ile bağımsızlık, akıl ile kalp, gece ile gündüz, zorunluluk ile rastlantı, hiçlik ile gerçeklik, aşk ile ayrılık, baba ile babasızlık, annesizlikle herşeysizlik… Kitaptan bir bölüm:
“Babamı gördün mü şair amca?
Babam hep en iyileri verirdi bana: Kalemlerin
En kalınını, misketlerin
En telaşlısını, uçurtmaların
En ağır yükselenini, dondurmaların
En donmuşunu, tatlılaın
En kadayıfını, sokakların
En az araba geçenini, topların
En yükseğe çıkanını, kuşların
En iyi uçanını… (Babam
öten kuş beslememe karşıydı da.)” (s. 30)
Bağımlı şiirde hayata ait sert realitelerdir bir de önemli olan. Bir sebepten ‘kusur’lanan genç kızlar, toplumsal bencillikler, halkını sevmekten suçlananlar, fabrikada çalışan işçiler, işsizler, ömründe bir kez dahi futbol maçına gidememişler, edilgenleşmiş şahsiyetler…
Edilgenleşmişler arasında şairi de sayabilir miyiz? Evet demek istemiyorum bu soruya ama biraz da öyle görünüyor:
“Bütün gün kırlarında dolaştım senin
Yurdum; acılı koyakların, aşşağılık derelerin, vadilerin
Toprağını kaplamış baştanbaşa yabanıllar
Çünkü neyle beslendi onlar, ben bilirim.” (s. 56)
Kitabın sonuna düşülen bir not metnin yazılış gerekçesi hakkında bilgi veriyor: “Ankara, 28 Eylül-28 Ekim 1980”. Yani bir 12 Eylül mağduru bir şairin metniydi bugün okuduğum.
Konak, 26 Kasım 1983, Rüzgâra Yazılıdır…
Özdemir İnce’nin şiir kitabı elimde. Rüzgâra Yazılıdır (Cem Yay., İst., 1979, 78 s.) çevirmen bir şairin kitabı. Çevirmenliği Özdemir İnce’ye dünya şiirini tanıma fırsatı sağlıyor. Avantaj kabul edilebilir. Dezavantajı ise kendi sesini bulamama tehlikesi. Yerli dil, anadili. Bunu Rüzgâra Yazılıdır’da belirlemek mümkün olmayabilir. Kargı, Tutanaklar, Kiraz Zamanı, Karşı Yazgı, Elmanın Tarihi, Kentler gibi, daha önceki kitaplarına, bu yıl yayımlanan ve benim kendisinde Yunus Emre sesi bulduğum (belki adından da mülhem olarak) Yedi Deryalar Geçsen’e filan bakmak gerekir.
İnce, Paul Nizan ve René Char’dan alınmış epigraflarlabaşlıyor kitabına. “Şiir Sanatı” (s. 7) adlı ilk şiirini AlainBosquet’ye ithaf etmiş. Kitapta Yannis Ritsos’a, Dostoyevski’ye, Jorge Semprun’a, Federico Sanchez’e, Nedajda Mandelstam’a, Ossip Mandelstam’a atıflar var. Ayrıca mitolojik kahramanlara…
Yannis Ritsos’a on iki şiir hediye etmiş Özdemir İnce. Yetmişikinci doğum gününü böyle kutlamış Ritsos’un. Ritsos’a hediye edilenlerin ve hatta kitabın son metni olan “Önsöz”den bir alıntı:
“Bazan bir sözcük arar ozan, bekler,
bir anahtar sözcük, başarmak için şiire,
bir görüntü bazan, bir ses, bir koku,
bazan da bir şey, bir devinim izi.”
Özdemir İnce’nin poetikasıyla ilgili veriler sunuyor üstteki dörtlük. Bundan ve kitabın tamamından yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Basitlikleri, sıradanlıkları şiir diline aktarmak hususunda bir ustalığı var İnce’nin. Buna şiir dili demek ne kadar doğru bilmiyorum. Günlük dil ile de ilişkili bir yönü var sanki bu tarzın. İşte “Yannis Ritsos’un Mektubu” başlıklı metnin girişi:
“Yannis Ritsos’tan bir mektup geldi bugün;
açık sarı kâğıda siyah mürekkeple yazılmış,
el veren bir yetki belgesi -bana-,
bir duyuru sulara, otlara, dağlara,
bir ferman ceylan derisine yazılmış,
bir yüreğin giriş kapısında bir tuğra!”
Dikkat edilirse burada dördüncü ve altıncı dizelere şiir sanatının gereklilikleri yansıtılmış. Geride kalan dizeler ise bence bir günlük konuşma dili örneği. İkisini birbirinden ister istemez ayırmamız gerekir.