Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Tadımlık Kitaplar-11 2021 Eylül

Araba ihtiyaç, ev ihtiyaç, yazlık edinmek ihtiyaç, çeşitli ev eşyalarına sahip olmak ihtiyaç, giyim kuşam, moda, süs hepsi ihtiyaç. Gündelik hayatın devamında kişinin asla temel ihtiya­cından olmayan sayısız eşya, vasıta, bir ihtiyaç görüntüsüne bü­ründürülmüştür. Her insan, doymak nedir bilmeyen bir müsrif tüketici.

EKLENDİ

:

  1. DİVAN, Üsküblü İshak Çelebi (Hazırlayanlar: Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri), Şiir, Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1990. 
  1. Gazel 

Mansıb ile iftihara itmek öğünmek câh ile

Ehl-i fazla ârdur gerçi şerefdür câhile

(Makamla cakalar satmak, rütbeyle öğünmek; erdemliler için utanma sebebidir, lakin cahiller için övünç sebebidir.)

 

Hırmen-i ömrün hemân bâd-ı hevâdır hâsılı

Çün geçe dünyâ gamın çekmekte her dem âh ile

(Ömür harmanının mahsulü hemen hemen bedavadır. Çünkü her an dünya gamını âh ile çekmektedir -insan-)

 

Gûşe-i uzlet berâberdür temâşâ ehline

Ravza-i cennetde seyr olan teferrücgâh ile

(Seyredenler için yalnızlık köşesi, cennet bahçesinde gezmekle aynıdır.)

 

Sûret-i zâhirde kalma her neye kılsan nazar

Şâhid-i maksûdı gözle hâtır-ı âgâh ile

(Her neye baksan dışta görünenle yetinme; kastedilen sevgiliyi uyanık gönülle gözle.)

 

Kendüden geçmek gerek sâlik tarik-ı ışkda

Sırr-ı vahdet kûyına irmez kişi hem-râh ile

(Ey yolcu, aşk yolunda kendinden geçmek gerek; vahdet sırrının mahallesine arkadaşla ulaşamaz.)

 

Seyr idenler şâhrâh-ı âlem-i ıtlâkda

Birbirinden fark ider sanma gedâyı şâh ile

(Kayıtsız âlemin caddesinde seyredenler sanma ki, padişah ile kulu birbirinden fark eder.)

 

Lezzet ü zevk-i gıdâ-yı ruhtan mahrumdur

Sohbet-i üns itmeyen İshâk ehlullâh ile

(Ey İshak, Allah dostlarıyla gönülden sohbet etmeyen, ruh gıdasının zevk ve lezzetinden mahrumdur.)

 

(Divan, s. 298-299)

 

  1. HACI BAYRAM, Emine IŞINSU, Roman, Elips Kitap, Ankara 2006.

6’dan

“Hacı Bayram Kayseri’ye geleli nerdeyse bir yıl doluyordu, bu zaman zarfında, Meryem, Ahmet ve Bekir’le muntazam mektuplaşmıştı, onlardan haber almıştı. Ahmet ve Ethem Murat’ın yolunda gidiyorlardı, daha ziyade köydeydiler. Hacı Bayram’ın ailesinden yana gönlü rahattı, bir de küçük kızı çok özlemese. Annesi onun Ali ile bebek oynar gibi oynadığını yazıyordu, bir bakıma annelik ediyordu ona, oysa kendisi altı, Ali ise dört yaşındaydılar… Burada da bütün müritler fakat bilhassa Hacı Bayram, Hamit Efendi’nin beş yaşındaki oğlu Yusuf Hakiki’ye ağabeylik ediyordu, ayrıca şeyhinin izniyle Hacı Bayram, ona ders göstermeye başlamıştı, babası gibi mavi-yeşil gözlü, kumral, sevimli bir çocuktu, biraz tembeldi ama.

O günlerin birinde Hamit Efendi, Hacı Bayram’ı odasına çağırdı.

  • Evladım, dedi, Yüce Allah’ın izniyle, bize Bursa’ya gitmek düştü. Bir gece önce şeyhim Sadreddin Erdebilî Hazretleri’ni rüyamda gördüm, sana şu kadarını söyleyeyim, öyle emretti. Düşündüm, buradaki müritlerimi, senin de pek iyi tanıdığın Şeyh Şucaeddin Karamanî halifeme devretmeye niyetlendim. Tekkeyi olduğu gibi ona bırakacağım. Seni ve Şerif Derviş’i yanıma alacağım. Sen şimdi Ankara’ya dön, aileni toparla, fazla oyalanmadan Bursa’ya gelin çünkü artık aileni getirme zamanıdır. Sizin için Şerif bir ev bulur. Ben burada geçinmek ve tekke için vakfımın parasını kullanıyordum. Bu parayı olduğu gibi tekkeye bırakacağım. Bursa’da geçinmek için, ekmek yapıp satmayı düşünürüm lakin sen müderrisliğe devam edersin, Çelebi Sultan Medresesi münasiptir. Ne diyorsun?

 

İşte şeyhiyle daha çok beraber olabilmek için fırsat çıkmıştı, içi sevinçle titredi Hacı Bayram’ın:

  • Ben de, dedi, ekmek işinde size yardımcı olayım.
  • Hayır, herkes kendi bildiği işi yapmalı, Şerif Derviş bahçıvandır biliyorsun, sebze yetiştirir, kendisine münasip bir bostan bulamazsak ancak o zaman fırında bana yardımcı olur. O hâlde ben somuncu, sen müderris, bunu biliyoruz. Şimdi sen şehre git de Ankara’ya gidecek bir kervan araştır.
  • Atla geldim, atla gideyim efendim.
  • Ha doğru unutmuştum. Tamam. Hemen yarın sabah hareket et öyleyse.
  • Emredersiniz efendim.

 

Bayram odadan çıkarken Hamit Efendi’nin gördüğü rüyayı merak ediyordu; şeyhi nasıl, neden istemişti Bursa’ya gitmelerini… Oysa kısacık bir rüya idi, Hazret, üzerinde yere kadar uzanan yeşil hırkası ile uyku içinde uykuya dalan Hamit Efendi’yi uyandırıyor ve iki cümle söylüyordu: ‘Ben seni yeni sürgüne duran Osmanlının manevi mimarı yapmıştım, yayılan Şiiliğe karşı Sünniliğin kalesi olacaktın, gittin Kayseri’de oturakodun. Derhal Bursa’ya git, Bursa Osmanlının kalbidir, unutma hayır ehli de şer ehli de kalbe yakın bulunur.’

Ertesi gün sabah namazından sonra, Doru ile Ankara yoluna düştü Hacı Bayram.”

(Hacı Bayram, s. 215-216)

 

  1. ÂLİMLER VE SANATKÂRLAR, Ahmed Refik Biyografi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980.

Mimar Sinan’dan,

 

“Kanuni Sultan Süleyman gezmeğe çok meraklı idi. Ekseriya Kâğıthane taraflarında dolaşır, çayırların, ağaçların ve çiçeklerin manzarasından haz alırdı. Kâğıthane’nin sarı katır tırnakları, yabani süsenleri ve beyaz çiğdemleri ile müzeyyen yamaçları, Kanuni Sultan Süleyman’ın şiir ve aşk ile dolu duygularına pek uymaktaydı.

 

Yine bir gün Kâğıthane civarında av vesilesiyle dolaşırken, yeşillikler içinde harap olmaya başlamış bir kaynak gördü. Bu kaynaktan faydalanmayı düşündü. Saraya dönüşünde bütün devlet büyüklerini topladı. İstanbul’un suyunun Bizans imparatorları zamanında ne şekilde tedarik olunduğunu müzakere etti. Çukurbostanların, Binbirdireğin sırf su hazinesi olmak üzere inşa olunduklarını anladı.

 

Gerçekte İstanbul’da su sıkıntısı müthişti. Bütün halk son derece sıkıntı içinde ve şaşkındılar. Sıcak havalarda ise on beşer akçeye, bir at tulumu suya Müslümanlar teşne idiler.

 

Sonunda bu işi Mimar Sinan’la da görüşmeye karar verdi. Kâğıthane menba sularının İstanbul’a getirilmesini Mimar Sinan’a emretti (1555). Mimar Sinan önce suyun keşfine başladı. ‘Hevayi terazi’ ile vadileri muayene etti. Mühendislik kurallarına uygun olarak tahta lüleler taktı. Suyun kaç lüle olduğunu ölçtü. Nihayet Sultan Süleyman’ın huzuruna geldi. İncelemelerini tafsilatı ile anlattı. Kanuni Sultan Süleyman pek memnun oldu. Mimar Sinan’a sordu:

  • Bu suların gelmesi nasıl mümkün olur?
  • Padişahım, bunda iki yol vardır. Birisi budur ki kullarınızın haddi hesabı yok. Buyurun! Her biri hizmete can verirler. Diğeri ise ücretle herkese görev verile. Hazine sarf olunup ustalıkla işlene.
  • Önceki tedbirin bize faydası olmaz. El hayrı olur. Asıl tedbir ikinci tedbirdir ki, kendi malımızdan ücret ile getirdiğindir. Bunda kimsenin hatırı zerrekadar incinmeye.”

 

(Âlimler ve Sanatkârlar, s. 10-11)

 

  1. DUVAR, Attilâ İLHAN, Şiir, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2003.

Merhaba Gökyüzü

“merhaba gökyüzü merhaba uçsuz bucaksız

merhaba bulutlar bulutlar bulutlar

hey canım gökyüzünde yıldızlar grup grup

alnımızın üstünde kâinatın türküsü

devr-i daim

yıldızlı bir tülbent gibi samanyolu

yıldız türküleri yıldızdan türküler

saniyede 300.000 kilometrelik hız

ateş bulutları madde ve kuvvet

ve başımı döndüren harikulade görünüş

o heyecan o ihtişam o azamet

o devasa pırıl pırıl gümüşten

bir salkım üzüm gibi kuyruklu yıldız

o saniye şaşmaksızın garbtan şarka dönüş

 

kıvılcım kervanları can dizi dizi

yıldızlar yağmurlanır nur diye diye

ateş kuşlar uçar uçar fezadan geçer

inciler inciler sedef inciler

hey sirius hey vega alfa orion

benim çifte güneşlerim aynalılarım

ve yıldızlar benek benek kuş gibi

ve bir avuç inci savrulmuş gibi

aydınlık nebülözler karanlık nebülözler

parsek parsek mesafeler

ışık yılları

güneşler

boğum boğum ateşler

hudutsuz ve mahdut kâinatımız

 

devr-i daim

ışıklı bir tesbih güneş sistemi

yanar mı yanar söner mi söner

büyüklü küçüklü gümüş küreler

şah güneşim

hey benim padişah güneşim

yedi renk eflatun ve kızıl

ve gözle görünmez gizli ışınlar

hem kızıl ötesinde hem mor ötesinde

alev dalgaları fışkırmalar lekeler

mıknatıs fırtınası

hidrojen ve demir

büyüklü küçüklü gümüş küreler

merkür küçümen venüs güzeldir

ateş sakallı jüpiter uranüs ve neptün

ve alevler içinde velinimetimiz yer.”                                    ”

(Duvar, s. 59-61)

 

  1. DİN VE UYGARLIK, M. Akif İNAN, Deneme, Akabe Yayınları, İstanbul 1985.

Azalma Korkusu’ndan

“Kapitalist ekonomilerin temel mantığı,üretimlerine geniş tüketici çevreler oluşturmaktır. Bunun için insanların tüketme ihtiyaçlarını çoğaltıyorlar. Propaganda araçları toplumu tüketi­me şartlıyor. Eşya edinmeyi mutluluğun gereği gibi gösteriyor. Üretilen eşyalarsa zaruri ve beşeri ihtiyaçları gidermekten çok, üreticilerin ihtiyaçmış gibi telkin etmelerinin sonunda ihtiyaç olarak zannedilen cinsten. Bu sebeple israf, aile ekonomisinin temelinde yer alıyor.

Araba ihtiyaç, ev ihtiyaç, yazlık edinmek ihtiyaç, çeşitli ev eşyalarına sahip olmak ihtiyaç, giyim kuşam, moda, süs hepsi ihtiyaç. Gündelik hayatın devamında kişinin asla temel ihtiya­cından olmayan sayısız eşya, vasıta, bir ihtiyaç görüntüsüne bü­ründürülmüştür. Her insan, doymak nedir bilmeyen bir müsrif tüketici.

Fazla çocuk sahibi olmaksa, sonsuz ihtiyacı dolayısıyla, kişilere bir yük gibi geliyor. Gelirinden bir bölümünün çocu­ğa gideceği ve bu yüzden bizzat kendisinin insanca yaşama imkânından mahrum kalacağı korkusu var. Çocuğuna gerekli bir hayat şartını veremeyeceği korkusundan daha çok, doğacak çocuğun kendi gelirine ortak olmasından duyduğu korku hâkim insanda. Gizli bir egoizma yani.

Eşyanın tutsağı olmuş bulunan Batı insanı, bu egoizm içe­risindedir.

Bu yüzden nüfus artışı durmuştur, hatta gerilemeye başla­mak üzeredir birçok Batı ülkesinde.

Varlıklarına, zenginliklerine rağmen bu korkunun kuşatma­sı altında oldukları için, mutlu da olamıyorlar.”

(Din ve Uygarlık, s. 90-91)

 

  1. HORASAN EL YAZMASI, Ali TEOMAN, Öykü, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009.

Üç Ayrı Yol’dan

“Oğlan baba evinden kaçıp dünyanın en büyük hazinesini bulmak amacıyla yollara düştükten sonra, kentten kente, ülkeden ülkeye, gezmedik yer, çalmadık kapı bırakmamış. Bu arada başından bir sürü serüven geçmiş, kimisi acı, kimisi tatlıbirçok şey yaşamış, kimi zaman ağlamış, kimi zaman gülmüş.

Yıllar yılları kovalamış, oğlan gitgide yaşlanmış, kocalmış. Fakat hâlâ o düşündeki hazineyi bulmak ümidiyle aramasını sürdürürmüş. En nihayet yolu gele gele uçsuz bucaksız bir çöle düşmüş. Oğlan, ak sakalını yerde sürüyerek ağır aksak ilerler, ama çöl bir türlü bitmek bilmezmiş.

Bir haftanın sonunda, aç, susuz ve yorgunluktan bitap, çölün ortasında bir vahaya rastlamış. Vahada tek bir hurma ağacı, ağacın dibinde de küçük bir kuyu varmış. Son gücüyle kuyuya doğru sürünüp su içmek için eğildiğinde, bir de ne görsün, sudaki kendi aksi, yıllar önce düşüne giren  o ak sakallı ve nur yüzlü pir-i fani değil mi?

Oğlan, ‘Sen kimsin?’ diye korkuyla sormuş, ‘İn misin, cin misin, yoksa benim gibi benî âdem misin?’

  • Ben ne inim ne cinim, ben senim.
  • Peki gençken düşümde gördüğüm kimdi?
  • Kendini gördün düşünde.
  • Öyleyse hazine bu ağacın altında olmalı.
  • Sen hazineyi çoktan buldun bile. O düş sayesinde ümidini hiç kaybetmedin, hayatına bir yön verdin, hep mücadele ettin. Hazine onu arayışının kendisiydi.

Oğlan daha fazla konuşamamış. Mutlu bir insan olarak, o ağacın altında son nefesini vermiş.”

(Horasan El Yazması, s. 58-59)

  1. MEDRESE HATIRALARI, Muallim Naci (Hazırlayan: Erdoğan Muratoğlu), Sohbet-Deneme, Hece Yayınları, Ankara 2021.

Merak’tan,

“Cinnet derecesini bulmamak şartıyla merak denilen şiddetli heves maarif ve sanayie aktarıldığı takdirde sahibine tam kılavuz olagelmiştir. İnsan bir şeye merak edince daima onun üzerine fikirler yürüteceği cihetle o şeyde meleke kazanmak ile ustalık derecesine ulaşması tabiidir.

Herkesin ustalığı yeteneğine göre olur. Adam vardır ki mensup olduğu marifette, sanatta öğrenim ve çalışma yolunu henüz yarılamamış bulunduğu hâlde yeteneğinin müsaadesine göre ustalardan sayılanları geçip ilerlediği görülür. Buna sebepse her şeyi elinde tutan yaratıcının beşerin muhtelif yaratılışlarına ihsan eylediği yeteneklerin farklılığından başka bir şey değildir.

İnsan balona teşbih edilecek olsa sahip olduğu yeteneği de onun yükselme sebebi olan gaza benzetmek lazım gelir. Bir balon, içindeki gazın sevk derecesine göre yükseleceği gibi bir insan da yaratılışındaki yetenek müsait olduğu kadar ilerleyebilir.

Bir balon için mesela beş yüz metre yükseklik taşıdığı gazda müdürü bulunan Deli Freng’in bıraktığı kuvvete nispetle, yeterli sayıldığı hâlde gazı daha kuvvetli olan diğer bir balona göre bu kadar yükseklik o dereceden çok aşağı sayılabilir.

Bir adamın istidadı ne derecede bulunursa bulunsun bir şeyde ustalık edebilmek için mutlaka merak ister. Yukarıda merakı “şiddetli heves” ile tefsir edişimden anlaşılmış olacağı üzere bunun anlamında devam dahi itibarlı olduğundan mesela “Şu adam matematik meraklısıdır.” denildiği vakit bundan “Matematik ile meşgul olmaya devam eder.” anlamı çıkarılır. Bir şey ile meşgul olmaya devamsa onda uzmanlık kazanmayı doğuracağından, merakın dediğim gibi tam kılavuz olduğu sabit olur.

Her kim, her nede ustalık mertebesine ermişse hiç şüphe yoktur ki o adam ona merak etmiş ve bu rütbeyi merak sayesinde bulmuştur.”

(Medrese Hatıraları, s. 99-100)

Çok Okunanlar