Kitap
Tadımlık Kitaplar -15 2022 Ocak
Tadımlık Kitaplar 15. sayısıyla huzurunuzda. Ülkemizin değerli bilim adamlarından Şaban Teoman Duralı ile önemli bilim adamı ve sanatçılarından Alaattin Yavaşça Hocalar Hakk’ın rahmetine kavuştu.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Murat ErdoğanMerhaba Sevgili Okur,
Tadımlık Kitaplar 15. sayısıyla huzurunuzda. Ülkemizin değerli bilim adamlarından Şaban Teoman Duralı ile önemli bilim adamı ve sanatçılarından Alaattin Yavaşça Hocalar Hakk’ın rahmetine kavuştu. Rabbim her ikisine de rahmetiyle muamele eylesin.
Bir zamanlar Kültür Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları vardı. Hem işlevseldiler hem de Anadolu’nun birçok şehrindeki kitap satış noktalarıyla okurlarına ulaşıyorlardı. Birtakım suiistimallerden ve yanlışlardan yola çıkarak birileri bu iki yayınevini ya kapattılar ya da tamamen işlevsiz hâle getirdiler. Bizde nedendir bilinmez,bir toplulukta bir kişi hata yapsa topluluğun bütünü hata yapmış gibi değerlendirilir ve toptan cezalandırma yoluna gidilir. İşte bu türden bir cezalandırmaya kurban gitti bu iki yayınevi de. Umarım günü gelir yeniden hakkıyla etkinlik gösterirler.
M. Hüseyin Şehriyar İran Azerbaycan’ında (Tebriz’de) dünyaya geldi, 18 Eylül 1988’de Tahran’da vefat etti. Annesinin isteği üzerine Haydar Baba Dağına yönelik duygularını paylaştığı “Haydar Baba’ya Selam”ı 1950’de kaleme alır ve 1951’de yayınlar. Kültür Bakanlığı Yayınlarınca ülkemizde ilk baskısı 1991’de yapılan “Haydar Baba’ya Selam” M. Hüseyin Şehriyar’ın şiir kitabı.
Şiirler okura Dr. F. Çiçek Derman ve Gülnur Duran’ın tezyinatıyla sunulmuş. İki kısımdan oluşan kitabın birinci kısmında 76 şiir, ikinci kısmındaysa 49 şiir bulunmaktadır. Selahattin Kılıç ile İlhan Şimşek yayına hazırlamışlar Haydar Baba’ya Selam’ı. Kitaptaki şiirler Arap, Latin ve Kril alfabeleriyle hazırlanmış. Tek tek numaralanarak 5000 adet basılan ve 6 Mayıs 1992’de satın aldığım eserin bendeki nüshası 2526. nüsha.
“Haydar Baba’ya Selam” aynı adlı dağdan yola çıkarak Türk Milletinin iç sesini yansıtan hikmetle akan bir ırmak gibi okurunu bekliyor:
“Göverçinler deste galhıp uçallar, / Gün saçanda gızıl perde açallar, / Gızıl perde açıp yığıp gaçallar, / Gün ucalıp artar dağın celâli, / Tebietin cevanlanar cemâli”
(Haydar Baba’ya Selam, s. 65)
Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir’in kaleme aldığı otobiyografik bir roman. 1897’de Edirne’de doğan Aydemir, 25 Mart 1976’da Ankara’da vefat eder. Yazar, kendi hayatını ve çevresini anlattığı Suyu Arayan Adam’ı 1959’da yayınlar. İçinde önemli ipuçları barındıran roman, her bakımdan yeniden okunup değerlendirilmeli. 20. Yüzyılı anlamak isteyen okurunu bekliyor roman.
Suyu Arayan Adam’ı 1985’te Necatibey Eğitim Fakültesi Kütüphanesinden ödünç alarak okumuştum. 13 Kasım 2021’de yeniden okuma ihtiyacı hissedince satın aldım ve okudum.
Eserden iki alıntı yapacağım. İlki çağı değerlendiren kısımdan, diğeriyse 1925’ler Türkiye eğitimini anlattığı kısımdan.
“Doğuşum da bir savaş yılına rastlamış (1897 Osmanlı-Rus Harbi). Zaten o yıllar sükûn yılları değildi. O yıllar kanlı, muammalı bir yüzyıla gebeydi. Bir yüzyıl sona eriyordu. Yeni bir yüzyıl doğmak üzereydi. Şu acayip, şu yaşanmaya değer yirminci yüzyıl!
Benim ilk kanat çırpışlarım da asıl yirminci yüzyılda başlayacaktı. Demek kaderimi onunla paylaşacaktım. Onun bütün çocukları gibi…
Ben de yüzyılımızın büyük macerasından kendi payıma düşeni, onun yüz milyonlarca adsız çocuklarından biri olarak, kaderin önüme serdiği yüz milyonlarca küçük yollardan biri üzerinde kendi alın yazıma göre yaşadım.”
“Maarif Vekili Necati Bey, genç, hareketli bir insandı. Ona göre zamanın gecesi, gündüzü yoktu. Bizim vekâlette iş, bütün dairelerin kapılarını kapadığı zaman başlardı. Akşam saatına kadar ancak günlük muamelelerle uğraşılırdı. İş saatları sona yaklaşıp da vakit gelince, daireler boşalırdı. Fakat yüksek kadronun çalışması asıl o saatten sonra başlardı. Müdürlerin, umum müdürlerin odalarında lambalar gecenin geç saatlarına kadar yanardı. Asıl mühim işler için kararlar bu saatlarda çıkarılırdı.
Bu geç saatlarda vekil hemen daima arkadaşlarının arasında olurdu. Gecenin sonu, çok defa onun bir davetiyle şurada veya burada bir sofranın başında biterdi. Bakana göre lazım olan şey, ‘büyük işler’ yapılmasıydı. Fakat bu büyük işlerin teferruatı onu ilgilendirmezdi. O yalnız kendisinden, büyük işlerin istenilmesini beklerdi. Küçük ölçüler, küçük tedbirler onu sıkıyordu. Bir güreş meydanında karşısına eş bekleyen bir pehlivan gibi dolaşıyordu. Ya yenmek ya yenilmek istiyordu.”
(Suyu Arayan Adam, s. 353)
3. Bombacı Parmenides, Nabi Avcı, Sohbet-Deneme, İşaret Yayınları, İstanbul 1989.
“Bombacı Parmenides”i 3 Temmuz 1989’da İstanbul’dayken İşaret Yayınları’nı ziyaret ederek yayınevi sahibi ve genel yayın yönetmeni İsmet Uçma Bey’den satın almışım. 11 Aralık 2021’de Hakk’ın rahmetine kavuşan İsmet Uçma Bey’i rahmetle anıp ruhuna birer Fatiha okuyalım inşallah.
1989, öğretmenliğe başladığım ilk yıldır aynı zamanda. Nabi Avcı adıyla ilk 1982’de Yeni Devir gazetesinde karşılaşmıştım. Enes Harman müstearıyla dış politika yazıları yazardı. Zaten Bombacı Parmenides yazıları da Yeni Devir, Millî Gazete ve eski Zaman gazetelerindeki yazılarından yapılan bir seçkiyi ihtiva ediyor. Sekiz bölümden oluşuyor Bombacı Parmenides. Kitap, adını sayfa 199’daki aynı adlı denemeden alıyor. Merak edenleri söz konusu denemeyi okumaya davet ediyorum.
“Nasıl Bir Dünya Sunuluyor Bize?” adlı denemesinde yazar şunları anlatıyor bize:
“Bana öyle geliyor ki, televizyoncularla dünya politikasına ‘yön verenler’ arasında ilginç benzerlikler var. Uluslararası gündemi belirleyenler ve her gün dünyanın hangi köşesindeki hangi olayı’ izlememiz’ gerektiğini bize söyleyenler de kendilerince bilinçli bir sıralama ve zamanlama yapıyor olamazlar mı? Her birimizin kafasındaki dünya tasavvuru, böyle peşpeşe sunulmuş binlerce olayın, haberin, görüntünün ve hatta dedikodunun üst üste gelerek oluşturduğu bir manzara değil mi? Uluslararası gündemi belirleyenlere her halde bu da yetmiyor ki, oluşturdukları ‘manzara’ya hangi seviyeden bakmamız gerektiğini söyleyen yüzlerce, binlerce ‘yorumcu’ istihdam ediyorlar. Bu yorumcular, tıpkı bazı gazetelerdeki televizyon ‘yazarları’ gibi, bize durmadan öğüt veriyorlar: ‘Aman bu savaşı kaçırmayın!’, ‘Bu katliamları görseniz de olur, görmeseniz de…’ Hatta bazı yorumcular, muzip televizyon muhabirleri gibi, ‘filmin’ sonunu da anlatıyorlar…”
(Nasıl Bir Dünya Sunuluyor Bize?, s. 148-149)