1. Anasayfa
  2. Edebiyat

Tadımlık Kitaplar – 38

Tadımlık Kitaplar – 38
0

 

Selamün aleyküm Sevgili Okur,

Tadımlık Kitaplar 38. sayısıyla sizleri selamlıyor. Aralık ayı, soğuğun kendini iyice hissettirdiği bir ay… Herkesin evlerine iyice kapandığı bir ay… Günlerin gittikçe kısaldı, geceler iyice uzadı. 7 Ekim 2023’ten bu yana tüm azgınlığıyla ve vahşiliğiyle süren İsrail terörü, hâlen devam etmekte. Tüm dünya devletleri terörist İsrail’in vahşetine ve katliamına gereken karşılığı veremezken bu yetmezmiş gibi bazıları da bu vahşeti ve katliamı tamamen destekledi. Gazzeli kardeşlerimize reva görülen bu vahşet ve katliama tüm dünyada vicdan ehlinin gösterdiği tepki, devletlerin önüne geçti. Güneyden kuzeye, doğudan batıya vicdan sahibi tüm insanlık olup bitenleri kınamak için meydanlara döküldü. Herkes vicdani duruşunu göstermek için ne gerekiyorsa elinden geleni yaptı. Hep birlikte terörist İsrail’in katliamlarına kalbimizle-dilimizle-elimizle müdahale etmek için çaba göstermeliyiz. On altı bini aşkın şehit, binlerce yaralı ve yıkılan bir şehir bu katliamdan bugüne (1 Aralık 2023’e) kalanlar… Rabbim Gazzeli Müslüman kardeşlerimize metanet ve cesaret, bize de basiret ihsan eylesin. M. Nihat Malkoç “Gazze Terennümleri” adlı şiirinde bize şöyle sesleniyor:

“Karakışın ardında hep ilkbahar gizlenir / Ağır yenilgilerde(n) zaferler filizlenir / Kâfirlerin gecesi mümine sabah vakti / Sakın unutma mümin, bezm-i elestte akdi / Ey İslâm’ın güneşi, hakikat yurdu sensin! / Hakk’ın müjdelediği beklenen ordu sensin / Gazze’min yüreğine yıkılmış tüm duvarlar / Olmasa daha iyi, yok hükmündeki varlar / Habil’in safında ol, unutma hiç Kabil’i? / Harekete geç ümmet, bekleme ebabili! / Say bir geceliğine, dünya denen handayız / Gazze sınav kâğıdı, büyük imtihandayız”

(Gazze Terennümleri, https://www.edebiyatdefteri.com/siir/1512202/gazze-terennumleri.html.)

Aralık ayı Friedrich Engels’in, Rüştü Onur’un, Namık Kemal’in, Orhan Şaik Gökyay’ın, Robert Louis Stevenson’ın, Samih Rifat’ın, Fazıl Ahmet Aykaç’ın, Adnan Veli Kanık’ın, Reşat Nuri Güntekin’in, Cavit Orhan Tütengil’in, Abidin Dino’nun, Thomas De Quincey’in, Sedat Simavi’nin, Nihal Atsız’ın, Necip Asım Yazıksız’ın, Selim Nüzhet Gerçek’in, Samuel Johnson’un, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun, Oğuz Atay’ın, Behçet Necatigil’in, Nusret Safâ Coşkun’un, Gyula Németh’in, Ercüment Ekrem Talû’nun, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin, İsmail Hikmet Ertaylan’ın, Emily Brontë’ün, Ahmet Emin Yalman’ın, Niyazi Berkes’in, Denise Levertov’un, Scott Fitzgerald’ın, Esat Mahmut Karakurt’un, Hikmet Dizdaroğlu’nun, Mehmet Rauf’un, Babur Şah’ın, Mehmet Akif Ersoy’un, Ahmet İhsan Tokgöz’ün, Ahmet Mithat Efendi’nin, Theodore Dreiser’in, Christina Rossetti’in, Ayhan Bozfırat’ın, Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın, Sevim Burak’ın, Alexandre Dumas’nın, Leyla Saz’ın, Frantz Fanon’un, Şükran Kurdakul’un, Samuel Barclay Beckett’in, Rainer Maria Rilke’nin, Hasan Basri Çantay’ın, Prof. Dr. Gündüz Akıncı’nın, Leyla Hanım’ın, Faik Baysal’ın, İsa Yusuf Alptekin’in, M. Sunullah Arısoy’un, Dr. Mahmut Esat Bozkurt’un, Mustafa Yazgan’ın, Prof. Dr. Teoman Duralı’nın ve daha nice adını bilmediğimiz şair ve yazarın vefat ayı.

Aralık ayı Gazzeli Müslüman kardeşlerimizin terörist İsrail’e karşı vatanlarını korumak için mücadele-mücahede ettikleri bir ay… Rabbim Müslüman kardeşlerimizin yardımcısı olsun,

bizlere feraset, basiret ve ihsan versin. Zalimleri, kâfirleri, münafıkları ve katilleri de kahr u perişan eylesin. Bizler de öyle çalışalım ki yeryüzünde küfür ve nifak asla gün görmesin. Her dem kaçacak delik arasın.

 

Allah’ın selamı üzerinize olsun. İslam Ümmetinin uyanışına ve birlik-beraberlik içinde hareket etmesine vesile olmak duasıyla… Allah’a emanet olunuz.

1. İHSAN SÜREYYA SIRMA KİTABI PERVARİ’DEN PARİS’E, Prof. Dr. Adnan Demircan, söyleşi, Beyan Yayınları, İstanbul 2020.

10 Temmuz 1944 Siirt doğumlu olan İhsan Süreyya Sırma, İlahiyatçı-tarihçi bir akademisyen ve yazardır. Pervari İlkokulunu, Siirt Lisesini ve Ankara İlahiyat Fakültesini bitirdi. 1967’de başladığı akademik hayatı İslam tarihi çalışmaları üzerinde yoğunlaştı.

1979 yılından itibaren Yeni Devir, Millî Gazete, Bilgi ve Hikmet, Zaman, Yeni Şafak, İslâm, İslâm Mecmuası, Yeni Dünya, İlim ve Sanat, Kadın ve Aile, İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü, Tarih ve Toplum, Diyanet gibi süreli yayın organlarında yazıları yayımlandı. 1986 yılında TYB Çeviri Ödülü aldı. Televizyonda programlar yaptı.

“Osmanlı Devletinin Yıkılışında Yemen İsyanları” (doçentlik tezi, 1980), Hz. Peygamber Döneminde Yahudi Meselesi (1984), İslâm Tarihi (1984), 2. Abdulhamid’in İslâm Birliği Siyaseti (1985), Tunus Hatıraları (1985), İslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence (1986), İslâmî Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad (1986), Birkaç Sahife Tarih (1986), Tarih Şuuru (1987), Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri (1988, 5. bas.), İslâm Öncesi Mekke Dönemi ve Hz. Muhammed (1988), Tanzimatın Götürdükleri (1988), Pakia Mektupları (1989), Örnek Halifeler Dönemi (1989), Emeviler Dönemi / Hilafetten Saltanata (1990), Neler Sordular? (1991), İslâm Peygamberi (1992), Bir Garip Tarih (1993), Nasıl Sömürüldük (1993), İşte Önderimiz Hz. Muhammed (1994), Abbasiler Dönemi (1995), Nehirlerin Dili (1996), Alaturka Demokrasi / Alaturka Laiklik (1996), Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi (1998),Tarih Şuuru (2000), Sen Geldin (2004), Ezan Ya Da Ebedi Kurtuluşa Çağrı (2005), Dağların Sırrı (2008), Ah Endülüs (2012) adlı Araştırma-İnceleme kitapları; Yalan Dünyayı Adımlarken (1998), Ano Yemen’dir (2010), Seyehatname-i Süreyya (2010) adlı Gezi kitapları; İslâmiyet ve Hristiyanlık (Muhammed Hamidullah’tan, 1980), Peygamber Ordusunun Tarihi (Mahmud Şit Hattab’dan, 1983), İslâm Müesseselerine Giriş (Muhammed Hamidullah’tan, 1984), Makaleler (Muhammed Hamidullah’tan, 1986) olmak üzere Çeviri kitapları vardır.

Prof. Dr. Adnan Demircan’ın İhsan Süreyya Sırma Kitabı Pervari’den Paris’e 2020’de okuruyla buluştu. 6 Ekim 2023’te kütüphaneme giren kitabı, büyük bir merakla okudum ve yazarın çocukluktan itibaren içinde bulunduğu çevreyi, sosyal ortamı ve onun idealizmini öğrenme imkânı buldum. Yanlış hatırlamıyorsam 1992 yılının Mayıs ayında Hoca ile Artvin’in Yusufeli ilçesindeki bir Hafızlık İcazet programında tanıştım ve onu dinleme imkânı buldum. Kitaplarının bir kısmını ise 1980’lı yılların ortalarından itibaren okudum. Rabbim ona da bize de Rızası doğrultusunda hayırlı ömürler versin.

Bu eser, bir söyleşi kitabı. Prof. Dr. Adnan Demircan sormuş, Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma cevaplamış. Böylece güzel bir eser ortaya çıkmış. Kitap Sunuş, Allah’ın İhsan’ı, Kronolojik Hayat Hikâyesi ve Çalışmaları adlı dört bölümden oluşmakta. Özümsenerek okunursa ülkemizin ve dünyanın geçirdiği ve geçireceği birçok değişimin mahiyetini anlamak mümkün

olur. Okurlarımızı yazarın kitaptaki “İlmek İlmek Araştırma” adlı bölümüyle baş başa bırakıyoruz. İyi okumalar:

“- Siz de çalışmalarınızı yaparken fişleme sistemiyle çalıştınız. O fişleriniz duruyor mu?

– Birçoğu kayboldu, ama bir kısmı duruyor. Burada… O fişleme usulünün bir kısmını da -Allah rahmet eylesin- Süheyl Ünver Hoca’dan öğrendim. Tıp tarihi profesörüydü. Ben Paris’ten gelmiştim. İstanbul’da yerine gittim, onu buldum. Niye onu buldum? Beyazıt’tan Süleymaniye’ye giderken solda şarkiyat vardı. Orada İstanbul Üniversitesinin Kütüphanesi vardı. Orada da çok güzel eserler vardı. -Allah rahmet eylesin- Nurettin Efendi diye Kütüphane müdürü vardı. Ben oraya gitmiştim. Daha Fransa’dayken bir hoca onu tavsiye etmişti. Kim olduğunu şimdi hatırlayamadım. Enteresan bir tarif yapmıştı. ‘Sen Aksaray’a indiğinde piposunun kokusu seni ona götürür.’ demişti. O zaman kapalı yerlerde sigara ve pipo gibi tütün mamullerini kullanmak yasak değildi. Gittim, “Buyur evladım.” dedi. “Beni falan hoca gönderdi. Paris’te doktora yapıyorum.” dedim. “Gel evlat” dedi. Epey kitap tavsiye etti. “Seni birine göndereceğim. Büyük âlimdir. Süheyl Ünver… Seni kabul ederse iyi, öyle fazla vakti yok. Ama onda çok şey var.” dedi. Tıp Tarihi Kürsüsü var. Beyazıt’ta İstanbul Üniversitesi’nin ana binası var ya… Oradan girdiğinde ileride soldaydı. Sora sora gittim. Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver… Bir sekreter hanım var. “Buyurun.” dedi. “Hocayla görüşmek istiyorum.” dedim. “Maalesef kabul edemem. On güne kadar hiç kimseyi kabul etmiyor. On güne kadar randevu veremem.” dedi. O zaman sömürü gibi bir şey yaptım. Nasıl sömürü? “Hanımefendi, ben Paris’ten geliyorum. Sen bir hocaya söyle, kabul etmezse gideyim. Hiç olmazsa bu kadarını söyle” dedim. Kıramadı. Gitmiş hocaya “Paris’ten bir gelmiş” demiş. O da “Hemen gelsin.” demiş.

– Sömürü değil, doğru söylemişsiniz.

– Doğru söyledim, ama duygu sömürüsü yapmış oldum. Belki Hoca da “Bu uzaktan gelmiş, reddetmeyeyim.” diye düşündü. Neyse, gittim. Elini öpmek istedim, elini öptürmedi. “Söyle evladım hayırdır?” dedi. “Şeyhülislamlar üzerine çalışıyorum, Abdülhamid’in şeyhülislamları… Zatıalinizle de bir görüşmek istedim” dedim. “Evladım, ben bu çiçeği bitirinceye kadar sen bu deftere bakıver.” dedi. O aynı zamanda biliyorsun tezhip yapardı camilere. Çok güzel tezhip yapardı. Bir çiçek yapıyor. “Sen bu deftere bakıver ben bunu bitirinceye kadar,” dedi. Baktım, Hoca’nın hatıra defteri… İnsan hatıra defterini verir mi? Ama “Al, bak!” dedi. Ben de sayfaları çevirmeye başladım. Baktım, benim şeyhülislamlardan birinin bir şiiri… Yani Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin Hatt-i destî (kendi el yazısı) Bir na’t-i şerif. Neyse, baktım öyle… O arada çiçeği bitirdi. Defteri kendisine verdim. “Ulan kerata, bir şey görmedin mi orada?” dedi. “Gördüm.” dedim. “Defteri onun için verdim sana.” dedi. Kızı çağırdı, “Git bunun fotoğrafını çek.” dedi. O zaman fotokopi yok, fotoğraf çektirdi. Bayağı da para tutmuştu. O şiiri bana verdi.

– Onu tezde kullandınız mı?

– Kullandım. Ayrılınca “Hocam epey vaktinizi aldım, ben müsaadenizle elinizi öpeyim.” dedim. “Yok” dedi. O arada bana su ikram etti. Çay değil, su… Sonra “Peygamber niye üç defada içerdi?” sordu. “Bilmem Hocam, siz daha iyi bilirsiniz.” dedim. “Ben doktorum. Lakır lakır mideye giderse mide çöker. Yavaş yavaş içmek lazım. Ben on yudumda, yirmi yudumda içiyorum” dedi. Ben mi sordum, o mu söyledi hatırlamıyorum. Doktor olduğu için acaba para vermek gerekir mi, diye sormuş olabilirim. “Borcun 400 lira” dedi. O zaman 400 lira büyük bir para. O zamanlar bize çek veriyorlardı. Çekle alıyorduk bursumuzu… Ağzımdan kaçtı. “Çek yazayım” dedim. “Evladım, doktor muayenesi 100 liradır. Ama profesör 200’dür. İki saattir benimlesin. 400 lira eder. Bunun bedeli; sen de benim gibi ol, öğrencileri çevirme… Bedeli

budur. Sakın öğrencileri çevirme” dedi. Fotoğrafı aldım, çıktım. Tabii çek falan yazmadım. Hoca bana, “Sen fiş yazıyor musun?” dedi. “Evet” dedim. “Fişleri cebine mi koyuyorsun? Zarf usulü çalış oğlum. Her mevzu için bir zarfın olsun. Mesela güvercin zarfı… Bir gün enteresan bir makale görürsün, onu keser, oraya koyarsın. Bir gün senden konferans isterler. İçinde ne var diye ona bakarsın, sonra onu doldurur, gidersin. Ben öyle yapıyorum” dedi. O şekilde ayıldım. Ben de öyle yaptım. Çok zarflarım oldu.

– O çalışma sistemini sonra da devam ettirdiniz.

– Evet, devam ettirdim ama bilgisayar çıktıktan sonra kolay oldu. Süheyl Hoca’nın şu anda Süleymaniye’de 3000 zarfı var. Zannediyorum tasnifi bitti. Her birisi ayrı bir konu… Geçen se- neye (2019’a) kadar tasnif ediliyordu, herhalde bitmiştir. Bence bir öğrencisine bu konu bir ödev ya da tez olarak verilmeli.”

(İhsan Süreyya Sırma Kitabı Pervari’den Paris’e, s. 203-205)

2. İSTANBUL’UN BİR YÜZÜ, Refik Halid Karay, roman, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2017.

Refik Halit Karay, 15 Mart 1888 İstanbul doğumlu. İyi bir eğitim aldı. Galatasaray Lisesini yarıda bırakıp dışardan sınavlara girerek liseden mezun oldu. Hukuk mektebine başlamışsa da onu da bitirmedi ve gazeteciliğe başladı. Daha sonra köşe yazarlığı yaptı. Çıkarma deneyimi olumsuz sonuçlandı. Döneminin gazete ve dergilerinde hikâye ve yazıları yayımlandı, romanları tefrika edildi. Refik Halid isminin yanında “R.H, Rehak, Aydede, Kirpi, Kirpi-i Nâtüvan, Mübeccel Halid, Vak’anüvis” gibi müstearlar da kullanan yazar, edebiyatımızın önemli yazarlarındandır. Türkçeyi kullanışı en ileri düzeydedir. 18 Temmuz 1965’te vefat etti.

İlk kitabı Sakın Aldanma İnanma Kanma 1915’te yayımlanan yazarın hayattayken yayımlanan son kitabı Sonuncu Kadeh (1965)’tir. İstanbul’un Bir Yüzü’nü yazdı ve 1920’de yayımladı. Yazar bu romanında İttihat ve Terakki’nin iş başına gelişinden Birinci Dünya Savaşı’na kadarki İstanbul’u anlatır. O dönem İstanbul’unun siyasi ve sosyal yaşamını değişik cephelerden gözler önüne serdi. Daha önce kütüphaneden ödünç alarak okuduğum bu roman, 2018 yılında girmiş. Henüz yeniden okuma imkânı buldum.

Roman Bir Harp Zengini adlı bölümle başlayıp Eski Devirdekiler, Yeni Devir Simaları, Eski Devir Simaları, Harp Devrinin Hanımları bölümleriyle devam edip Eski ve Yeni İstanbul adlı altıncı bölümle sona ermektedir. Yazar bir nevi o dönemin yaşantısının fotoğrafını çekerken bize de güzel bir Türkçe ziyafeti sunuyor.

Yazarın dönemin yaşantısını anlattığı romanın son bölümünden bir kesit okunmak sizleri bekliyor:

“İstanbul daha ziyade eski devirde şahsiyetli ve ehemmiyetliydi. Şimdi renksiz ve sefil… Dar fakat süslü, alafranga bir apartman odasında oturup dışarının tramvay ve otomobil seslerini işiterek şu satırları elektrik ziyaları altında yazarken parama ve istiklalime rağmen hiçbir zevk duymadım.

Mevsim kış… Fakat ne çeşnisiz bir kış… Gençliği, gençliğimin kışlarını, kış gecelerini hatırlıyorum… Islak kaplamalı çürük, harap evlerde, dalgalı ve benekli şişeleri köşe başındaki

bakkaldan alınan sekiz numara mor petrol lambasının ışığına toplaşarak ne hoş zamanlar geçirirdik. Ah o zamanki İstanbul’un satıcı sesleri… Durgun ve karanlık sokaklarda dolaşan gece simitçileri, bozacılar, keten helvacılar… Tahassürle onları anıyorum ve eriyorum, yüreğim sızlıyor, matem içinde gibiyim; çok yaşlanmışım da gençliğimi hatırlıyor gibi lezzetle için için

dalıyorum… Şimdi defterimi kapadım; ta çardaklı turşucudan başlayarak Saraçhanebaşı’ndaki konağı, Fikri Paşa’nın saatli odasını, hizmetçiler peşinde koşan Damat Bey’i, bizim o serseri ruhlu Küçükhanımefendi’yi, herkesi, her yeri tekrar gözümün önünden geçiriyorum; pek iyi tanıdığım ve gördüğüm o devrin şayanı dikkat bütün simalarını birer defa daha hatırlıyorum ve ne kadar zevk duyuyorum… Hâlbuki son senelerin hatıratı bende böyle güzel ve huzurlu bir tesir yapamıyor; yüreğim sıkılıyor, sinirlerim geriliyor, vicdanım azaba benzer bir sızı ile doluyor; adeta üzülüyorum. Hiç; şüphe yok ki Kâni bildiğim o “Elma Kâni” olarak kalmalıydı, Şayan ahretlikten çıkmamalıydı, hatta ben bile koltuğumda ut, konak konak dolaşmakta devam etmeliydim… Dünyanın intizamı, memleketin hayrı, İstanbul’un güzelliği namına bu, böyle olmalıydı!

Bizim hepimize eski devir biçilmiş bir kaftan imiş! Bu gece hiç; uyuyamadım, sabahın alacakaranlığı camları ağartırken daha ben ayaktaydım, gönlüm, nedense, hicranla, yeisle dolu … Işığı söndürdüm: Etrafımda gördüğüm eşya nasıl henüz belli belirsiz duruyorsa, perdeler, masalar, koltuklar ancak fark edilebiliyorsa ben de öyleyim; kendim için yan mevcut, yan hayattayım… Yalnız derin, keskin bir şey, bir ağırlık ve kuvvet var ki göğsümden başlıyor. Altında ezilmiş gibi, ölmüş gibiyim… Kendimi duymuyorum, fakat hüznümün, hicranımın acısını duyuyorum.”

(İstanbul’un Bir Yüzü, s. 195-196)

 

3. ÇOCUĞUN MİRACI, Kâmil Eşfak Berki, şiir, İz Yayıncılık, İstanbul 2004.

Kâmil Eşfak Berki, 17 Mayıs 1948 İstanbul doğumlu. İlk ve orta okulu Yalova’da, liseyi ve üniversiteyi İstanbul’da bitiren Berki, belli aralıklarla eczacılık ve yayıncılık yaptı.

Şair ve yazar Berki’nin şiirleri ve yazıları Edebiyat, Diriliş, Yeni Sanat, Yedi İklim, Bürde, Kayıtlar, İpek Dili, İzlenim, Hece dergilerinde yayımlanmasına rağmen bunların kitaplaştırılması oldukça gecikmiş. Ay Işığı ve Kervan (1989) ile Çocuğun Miracı (2004) adlı kitapları yayımlandı. Yine dergilerde yayımladığı birçok çevirisi de var. Kendine özgü bir şiir ve deneme dili kuran Kâmil Eşfak Berki, şiir ve deneme ırmağında çıktığı yolculuğu sürdürmektedir.

Çocuğun Miracı’nı, 3 Kasım 2023’te satın almışım. Daha önce şairin şiirlerini dergilerde dikkatle okumama rağmen yayımlanmasının üzerinden neredeyse yirmi yıl geçtikten sonra kitabının kütüphaneme girmesi benim ihmalkârlığım. Bu bir aylık sürede çalışma masamın üzerinden hiç kalkmadı ve dönüp dolaşarak şiirlerini okudum. Şiirlerinde metafizik duyuş yoğunlaşmış durumda.

Yeni dünyaya gelen bir çocuğun babasıyla metafizik diyalogu yer tutar “Çocuğun miracı” şiirinde. Şair satır aralarında 1990’lı yılların ortalarında yaşanan Bosna kıyımına işaret ediyor sanki. Buyurun çocuğun miracına yükselmeye:

Çocuğun mirâcı

I

 

İskelede bekleme salonunda Herşey yepyeni, kusursuz Çocuğun umudu balonunda Sanırım acı çağında gülümsemeler de kusursuz

 

Ansızın geldi ve doğdu o düşünce, ürperdim Bir çocuk dünyaya doğru gelirken

Dayanılmaz bir baba heyecanı içindedir Bekler mevsimlerce anasüdü içinde Sonra bir gün patlar baba kelimesi

 

Kıştı, herkesin içinde bir çorba duygusu Yine de herkes tehlikelere koşuyordu Arttıkça paranın gürültüleri Çok eski mağarada çok eski sessizlik Erdem un ufaktı Güzellik kaçardı…

 

Limanda dev yaratıklar: liman vinç içinde Bir işsiz denizi sıyırıyordu Yeni yürümüş bir çocuk sevinç içinde Yeni yürümüş bir çocuk çığırıyordu

 

II

 

Yaratılmanın derin denizinde Salınır memnunluğun yosunlan Deniz dibi rüzgârları O buğudan Bir çocuğun yanağındaki aldan…

 

Korkum şu: günbatımına tutulan kızlar Denizin kumdan geri çekilirken bıraktığı hareyi bilmediler Batıştaki mecazı mecazdaki doğuşu Mecazdaki doğumu bilmeyen kızlar Durdular karanlığın içinde

 

Biliyordu bekledi kavuştu Şimdi yürüyor şimdi çınlatıyor ortalığı Bütün içtenliği bütün suçsuzluğu ile Babasına bakıyor Ruhu gülümsemeler içinde Allah’ın huzurunda Ruhunda Razılıklar…

 

(Nisan, 1995)

(Çocuğun Miracı, s. 28-31)

100 şair 100 şiir adlı TRT Müzik kanalında yayımlanan programda şiir seslendirilmiş. Linki aşağıdadır:

 

Tadımlık Kitaplar-38’in sonuna geldik. Bu ay kış kendini iyice hissettirdi. Bereket müjdecisi yağmurlar yağdı. Ne kadar şükretsek az. Terörist İsrail’in vahşi saldırısı kısa bir aradan sonra yine olanca şiddetiyle devam ediyor. Bize düşense bu katliamı engellemek için tüm gücümüzü harekete geçirmek… Yoksa Rahman’ın katında verecek cevabımız bulunmaz.

Bu ay Tadımlık Kitaplar’da sırasıyla ilk baskıları 2020-1920-2004 yıllarında yapılmış üç kitabın dünyasını keşfetmeye çalıştık. Edebiyat, aslen insanı yaratılış özüne dönmeye davet eden engin bir dünya. Okuduğumuz ve okuyacağımız kitaplar bizleri özümüzle hemhâl kıldıkça işlevini yerine getirmiş oluyor. İnsanı, yaratılış özüyle buluşturmaya buyurun…

Allah’a emanet olunuz

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir