Selamün aleyküm Sevgili Okur,
Tadımlık Kitaplar 40. sayısında. Şubat, yılın ikinci ayı… Anadolu’nun bir kısmına dolu dolu kar yağdığı, diğer kısmının kara ve yağmura hasret kaldığı bir ay… Kar, yağdığı yerleri bereketle müjdelerken yağmadığı yerlerdeyse kuraklık korkusu her tarafı kaplar. Ülkemizin birçok yerinde geçmişe göre oldukça ılıman geçen bir ay…
Mary Shelley’in, Niyazi Akıncıoğlu’nun, Abdi İpekçi’nin, Anthelme Brillant-Savarin’in, Bertrand Russell’in, Bohumil Hrabal’ın, Beşir Fuad’ın, René Descartes’ın, Ali Rıza Ertan’ın, Benvenuto Cellini’nin, Gotthold Ephraim Lessing’in, Molière’in, Antoine Galland’ın, Heinrich Heine’in, Georg Büchner (Danton)’in, Réné Char’ın, Stefan Zweig’in, John Keats’in, Halit Fahri Ozansoy’un, Ömer Bedrettin Uşaklı’nın, Cahit Öztelli’nin, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, Fethi Giray’ın, Cemal Nadir Güler’in, Hasan-Âli Yücel’in, Hasan Hüseyin (Korkmazgil)’in, Akşit Göktürk’ün, Hüseyin Siret Özsever’in, Henry James’in, Jean Iris Murdoch’un, Ahmet Hilmi Yücebaş’ın, Paul Claudel’ın, Osman Zeki Üngör’ün, Yaşar Kemal (Kemal Sadık Gökçeli)’nin, Doğan Cüceloğlu’nun, Ozan Arif’in, Kemal Karpat’ın, Tosun Terzioğlu’nun, Umberto Eco’nun, İlhan Arsel’in, Bahtiyar Vahabzade’nin, Turgut Cansever’in, İsmet Giritli’nin, Fahrettin Kırzıoğlu’nun, Nermi Uygur’un, Mahmud Esad Coşan’ın, Orhan Asena’nın, Ahmet Kabaklı’nın, Alev Alatlı’nın, Orhan Türkdoğan’ın, Esat Erbili’nin, İskilipli Atıf Hoca’nın, Hasan El-Benna’nın, Malcom X’in, Sümmani’nin, Dostoyevski’nin, Puşkin’in, Adile Sultan’ın, İmmanuel Kant’ın, Cenap Şahabettin’in, Andre Gide’in, Tezer Özlü’nün, Cem Sultan’ın, Tarık Buğra’nın, Şeyhülislam Yahya’nın ve adını burada anamadığımız nice edip ve düşünürlerin ruhunu teslim ettiği bir ay… Edebiyatın, sanatın, düşüncenin ve bilimin hareketlendiği bir ay…
Şubat… Bu yıl, diğer yıllara göre bir gün daha uzun olan ay…. Dört yılda bir gelen aylardan biri. Uzun gecelerin gündüze evrildiği bir ay. Mübarek üç aylardan Şaban ayının önemli bir kısmı bu sene, şubata denk geldi. Köken itibarıyla Süryanice olan bu kelime Arapça, Farsça ve Türkçe’de yoğun bir kullanıma sahip.
Gazze özelinde bütün Filistin’in terörist İsrail’ce talan edildiği ve katliamlar yapıldığı bir ay… Bunlar olup biterken İslam ümmetinin dağınıklığı, bölük pörçüklüğü ve etkisizliğinin tüm trajedisiyle gözler önüne serildiği bir ay… Bu ay, acziyetimizden kurtulmamız için Rabbim bizlere basiret, feraset ve diriliş ruhu ihsan eylesin.
Allah’ın selamı üzerinize olsun. 11 Şubat 2024’te başlayan Şaban ayının İslam Ümmetinin uyanışına ve birlik-beraberlik içinde hareket etmesine vesile olması duasıyla… Allah’a emanet olunuz.
- SCHRODİNGER’İN KEDİSİ I KÂBUS, Alev Alatlı, roman, Everest Yayınları, İstanbul 2007.
1944 İzmir doğumlu. İlk ve ortaokulu Türkiye’de, liseyi Japonya’da, lisansı Türkiye’de ve yüksek lisansı Amerika’da tamamladı. Bir dönem akademide ve bürokraside bulundu. Bizim English dergisinin çıkardı. 2006 yılında Şolohov 100. Yıl Edebiyat Ödülü’nü aldı. 2014 yılında edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verildi. Bülent Ecevit Üniversitesi ile Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından fahri doktora payesi ile onurlandırıldı. 2005-2017 yılları arasında Kapadokya Meslek Yüksekokulunun, 2017 yılından vefatına kadar da Kapadokya Üniversitesi mütevelli heyet başkanı olarak görevini sürdürdü. 2 Şubat 2024’te vefat etti.
İlk telif kitabı “Aydın Despotizmi”dir. Ardından “Yaseminler Tüter mi Hâlâ?” ile “İşkenceci” yayımlanır. “İşkenceci” TYB’nin Yılın En İyi Romanı ödülünü aldı. 1992’de yayınlanan “Viva la Muerte” yi, 1993’te “Nuke Türkiye!”, “Valla Kurda Yedirdin Beni” ve “OK Musti, Türkiye Tamamdır!” izledi. “Kadere Karşı Koy A.Ş.” 1995’te yayınlandı. 1999’da “Eylül 1998” isimli küçük bir nesir-nazım denemesini, 2000 yılında “Schrödingerin Kedisi, Kabûs,” 2001 yılında “Schrödingerin Kedisi, Rüya” izledi. “Gogol’un İzinde” üstbaşlıklı nehir romanının ilki “Aydınlanma değil, Merhamet” 2004 sonbaharında çıktı. Bunu “Dünya Nöbeti” ve “Ey uhniyem! Ey uhyniyem!” izledi. “Hollywood’u Kapattığım Gün” 2009 yılında, “Funda’nın Mutfak Rehberi” 2011 yılında, “Beyaz Türkler Küstüler” 2013 yılında yayınlanmıştır. Kapadokya Meslek Yüksekokulu Yayınları arasında çıkan dört ciltlik “Batıya Yön Veren Metinler” ve iki ciltlik “Bize Yön Veren Metinler” isimli eserlerde derleyen olarak önemli rol üstlenmiştir. 2018 yılında yayınlanan “Ben Böyle Düşünüyorum Demekle Olmuyor!” akıl yürütmenin, muhakemenin kurallarına dikkat çekmektedir. Alatlı’nın ayrıca röportajlarından oluşan “Alev Alatlı ile Türkiye ve Dünya”, gazete makalelerinin derlendiği “Şimdi Değilse, Ne Zaman?” 2002, “Hayır Diyebilmeli İnsan!” 2003, “Hatırla! Geçmişin Geleceğindir” 2004, “Yorumsuz” 2008 ve “Aklın Yolu da Bir Değildir” 2009, kitapları da bulunmaktadır.
1999 yılında yayımlanan “Schrödinger’in Kedisi, Kabûs” adlı romanı 2008 yılında kütüphaneme girmiş. 2008 yılında okuduğum bu kitabı yazarın vefatından önce 2024 Ocak ayında tekrar okumaya başladım ve yeni bitirdim. Yazar, 1999 yılında yayınladığı romanında 2020’li yıllardaki dünyayı anlatır. Bu bağlamda gelecekçi bir romandır. Alatlı, bu romanında birbirine zıt “Schrödinger’in kedisi, Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger tarafından ortaya atılmış, kuantum fiziğiyle ilgili olan, hakkında çok tartışma yapılmış bir düşünce deneyidir. Genellikle kuantum mekaniği ve Kopenhag Yorumuyla ilgili bir paradoks olarak bilinir.” İki düşünce deneyini romanın baş kahramanı İmre Kadızade’nin şahsında anlatır. Yeni Dünya Düzeni adı verilen bir tarikat tarafından birbirini takip eden komplolar sonucu parçalanarak yok edilen Türkiye‟nin genel durumu ortaya konur. Romanın başkahramanı İmre Kadızade bu tarikata intisap etmek isteyen bir “talip” dir. Ancak tarikat, Talip İmre Kadızade‟yi yeğeni Devrim Kuran’ı nihilizme sürükleyip ölümüne yol açmakla suçlamaktadır. İmre Kadızade‟nin, vasıllar meclisi tarafından Adrianople Islahanesi‟nde yargılanma sürecinde, kahramanın geriye dönüşler şeklinde yaşamından sunduğu kesitler eserin alt anlatılarını oluşturur. İmre Kadızade‟nin mahkemedeki günler süren savunmasından sonra bu tarikata karşı olan ve kendilerine “Onarımcılar” diyen bir grup tarafından kurtarılışı ile eser son bulur.
Romanın “MUSKALI MAFYA (Komşuluk Töreni) BİR TABAK AYVA REÇELİ” adlı bölümünden bir kesitle okurlarımızı baş başa bırakıyoruz. İyi okumalar:
“Bense adamın Türkiye’de olduğundan neredeyse emindim. Çünkü her gece üç sularında asansör işliyor, benim bir alt katımda duruyor, birisi merdivenlerden usul usul çıkıyor, karşı dairenin kapısını anahtarı ile açıyor, sessizce içeri süzülüyordu. Uykum çok hafif olduğundan duyuyor, uyanıyor ancak otomatı yakmadığı için merdivenlerden çıkanın kim olduğunu göremiyordum. Bayram’la konuştuktan sonra gece ziyaretçisinin evin beyi olduğuna büsbütün ikna oldum. Başıma iş açmamak için sustum, bildiğimi kendime sakladım.
Yeni gelenlere karşı Bayram’da hissettiğim merakla karışık hayranlığın diğer komşularım için de geçerli olduğu ortaya çıktı. Yöneticinin Hanımı, toplanıp hoşgeldine gitmemiz için haber gönderdi, işim olduğu bahanesiyle reddettim. Ancak, izleyen haftalarda asansörün bütün gün çalışıyor olması, kapımın önünde çınlayan şen kahkahalar, Öznur’un apartmandaki bütün kadınları avucunun içine aldığını gösteriyordu. Nitekim, ağız birliği yapmış gibi, yeni komşumuzun ‘Çok iyi bir kadın’ olduğunu söylemeye başladılar. Nevzat Hanım, kendisi apartmanımızın ülke çapında zengini ve kıdemlisiydi, uğradı, Öznur’un benimle komşuluk yapamadığı için çok üzüldüğünü, beni ziyaret etmek istediğini söyledi. Aynı şeyi yöneticinin hanımı da tekrar etti ki, o da fakülte mezunu, aklı başında bir kadındı. Şeyma Hanım’ın kızlarının ikisi de üniversitede okuyorlardı. Öznur’la nasıl ahbap olduklarına şaşırmıştım.
Geçinmenin bir yolunun da kişinin karşısındakinin inançlarını didiklememesi olduğunun bilincindeydim elbet. Ancak, insanları oldukları gibi kabul etmek, benim yabancı olduğum hatta sahtekârlık olduğunu düşündüğüm için kınadığım bir tarzdı. Birlik-beraberlik oyununu aynı çatı altındaki komşularımla bile oynamaya razı değildim. Öznurlar’dan uzak durmak için adamakıllı direndim. Kapılarının kapalı olduğundan emin olmadan veyahut koridordan sesleri geliyorsa, kendi kapımı örtülü tuttum. Lâf açılmasın diye sabah, ekmeği, kendimi gös-termeden, elimi kapının aralığından çıkarıp aldım. Onlar dışardalarsa ben çıkmadım, içerdelerse ben girmedim ve saire. Onca tedbire karşın, kalkanımı delen bir tabak ayva reçeli oldu.”
“Üç Aylar’daydık, sanırım Miraç Kandili’ydi. Bir akşamüstü kapı çalındı, Bayram servise geldi sandım. Açtım, Öznur’du. Boyanmış, süslenmiş, elinde bir tabak irmik helvası, ‘Hocam, Kandiliniz mübarek olsun!’ diyordu. Kapıcıyı da görevlendirmemiş, bizzat kendisi dağıtıyor, tören davetiyesini kendi elleriyle sunuyordu. Onun hakkında ne düşünürsem düşüneyim, Kandil törenini reddetmediğim sürece, sunduğu helvayı almak zorundaydım ve aldım. Bununla kalmadı. Tabak boş gönderilmez adabı gereği ben de ayva reçeliyle doldurarak iade ettim ki, bu da bir başka ritüele hizmetti ve ilişkinin kapısını araladı.”
(Schrödınger’in Kedisi Kâbus, s. 297-298)
- TÜRK ŞİİRİNDE ŞEYH-İ EKBER, Selami Şimşek, inceleme, Ketebe Yayınları, İstanbul 2018.
Selami Şimşek1974 Erzurum doğumlu. 1995’te lisansı, 1998’de yüksek lisansı ve 2005’te doktorayı tamamlayan Selami Şimşek tasavvuf edebiyatı bağlamındaki çalışmalarına devam ediyor.
1995-2009 yılları arasında öğretmenlik yapan Prof. Dr. Selami Şimşek, 2009’dan itibaren öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 2008 yılında TYB Araştırma Ödülüne layık görüldü. Akademik yayınlarının dışında Ay Vakti, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Dergâh, Hece, Vivo ve Edebiyat Ortamı dergilerinde şiirleri ve yazıları yayınlandı.
Türk Şiirinde Şeyh-i Ekber, 2018 yılında Ketebe Yayınla arasında okurla buluşmuş. 22 Ocak 2024’te Hoca’nın incelikli bir hediyesi olarak kütüphaneme giren bu eserde yazar, Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin şiirimizdeki etkilerinin izlerini sürüyor. 1451’de vefat eden Yazıcızade Muhammed Efendi’den başlayıp 2000’li yıllara kadar eser veren şairlerimizin şiirlerindeki Şeyh-i Ekber etkisinin izleri sürülüyor bu çalışmada.
Eserin Sonuç bölümünden bir değerlendirme yazısı sizleri bekliyor. Buyurun:
“Halveti şairler başta olmak üzere Mevlevi, Nakşi, Kadirî, Celvetî, Bektaşi, Melami, Sa’di, Şettäri, Sazeli, Bedevi şairlerdir ve bunların sayılarının toplamı doksan beştir. Tasavvufla doğrudan bağlantısı olmayan şairlerin sayısı da yukarıda geçtiği üzere hiçte azımsanacak sayıda değildir. Bu durum da İbnü’l-Arabi’nin ilim, kültür, sanat ve edebiyat dünyamızdα ne denli yer ettiğinin açık bir göstergesidir,
Şairlerin İbni’l-Arabi’ye yazdığı methiyelerde ve yaptıkları değinilerde ortak kanaat onun “Şeyh-i Ekber” yani şeyhlerin em büyüğü olduğu, Hakk’ın özel ilmine, sırlarına sahip bulun- duğu, Hz. Peygamber’in ilminin vârisi, Hz. Ali’nin nurunun mazharı ve hemen bütün velilerin hocası olduğu yönündedir. Hayret dünyası Futûhât ile Kur’an’ın özü bir deniz olan Fusûs onun en önemli eserleridir.
Burada şu hususun altını çizerek belirtelim ki bir düzenbaza yazdırılan Mesnevi’nin yedinci cildindeki ifadeler hariç diğer şiirlerde İbnü’l-Arabi’ye ve eserlerine karşı asla menfi bir tavır takınılmamış, küfür ve zındıklıkla itham olunmamış, aksine muhabbet duyularak övülmüş, sahip çıkılmış, desteklenmiştir. Bu durum da gerek Selçuklu gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet dönemi şairlerinin, alimlere nazaran onu daha iyi okuyup anladığını, benimsediğini ortaya çıkarmaktadır ki bunda İbnü’l-Arabi’nin şahsiyeti ve edebi yönünün olduğu kadar “keşf ve ilham” adlı ırmaktan onun kadar olmasa bile beslenmelerinin büyük katkısı olduğu düşüncesindeyiz. Zira tarihi seyri içerisinde baktığımızda -istisnaları her zaman olabilir- şairlik yönü bulunan şahsiyetler İbnü1-Arabi’yi okumakta, anlamakta, sevmekte diğerlerine nazaran çok daha önde olmuşlardır.
Netice itibariyle Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve eserleri, Türk şiirinin poetik alt yapısını önemli ölçüde beslediği gibi methiye, kaside vb. nazım şekillerine konu olarak da fazlasıyla kendisini göstermiştir. Çalışmamız bu alana katkıda bulunabilir ve yeni çalışmaların yapılmasına vesile olabilirse amacına ulaşmış olacaktır.”
(Türk Şiirinde Şeyh-i Ekber, s. 277)
- DÖRTLÜKLER, A. Turan Oflazoğlu, şiir, İz Yayıncılık, İstanbul 2004.
A. Turan Oflazoğlu 1932 Adana doğumlu. İlkokulu Bünyan’da, ortaokul ve liseyi İstanbul’da okudu. Lisansı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde tamamladı. Washington Üniversitesinde tiyatro dersleri aldı.
Tiyatro, deneme, şiir ve çevirileri ile edebiyatımızda önemli bir yer edinen A. Turan Oflazoğlu ilkokuldayken başladığı Karagöz oyunu sahneleme merakıyla tiyatro sevdalısı oldu.
Dörtlükler, Ahmet Turan Oflazoğlu’nun 2004’te yayımladığı bir şiir kitabı. Kütüphaneme 3 Kasım 2023’te girmiş. 238 dörtlükten oluşuyor. O günden bu yana her gün birkaç dörtlük okuyarak şairin dünyasına girerek onunla yolculuk yapmaya çalıştım. Zorlu bir yolculuk oldu elbette. 1997 yılında TRT’den emekli olan yazar, hayatını İstanbul’da şiir ve tiyatro çalışmalarına yoğunlaştırarak sürdürmektedir.
Şiirlerinden dört dörtlükle hayata farklı bir pencereden bakmaya buyurun:
17
Doğduğum gün bu ya, kimse farkında değil galiba.
Bu yer, bu gök benden önce de böyle miydi acaba?
Zamana, zemine ilk kez bugün sindi kokum, sesim.
Benimle duyan, benimle gören dünyaya merhaba!
29
Şiirde açan gül, tüm çiçekler demektir;
bülbülse, bütün kuşlar adına ötecektir.
Şiirde Süleymaniye mabetler mabedi,
Sinan’sa, asıl Sinan’dan daha gerçektir.
95
En olmaz çiçeklerden bal dermiş gibi,
karanlıkta birden ışık görmüş gibi
sevinir güçlenirim şiir söylerken
yedek canlarım devreye girmiş gibi.
222
Susamış toprakları basan selken giderim ben.
Sevdam en gür, sevdiğim en güzelken giderim ben.
Ben bu yeryüzüne bir geldiysem, yüzbin giderim;
o açık denizlere pupa yelken giderim ben!
(Dörtlükler, s. 21-27-60-123)
Tadımlık Kitaplar-40’ta bitti. Şubat, kış mevsiminin son ayı. Ülkemizin bir kısmında yağmur ve kar yağarken diğer kısmında yağışlar az oldu. İnşaAllah kalan günlerde yağmur ve kar yeterince diğer yerlerde de yağar ve bereket oluşur.
Geçen ve şimdiki zaman dilimi bizler için bir imtihan ânı. Bu imtihanı hakkıyla verenlerden eylesin Rabbim bizleri. İyilikler ve güzellikleri o kadar hayatımızın merkezine alalım ki kötülüklere ve çirkinliklere asla yer kalmasın. Rabbim bizleri iyilerden ve içiyle dışıyla güzellerden eylesin.
Beşinci ayına girdik Gazzeli kardeşlerimizin terör örgütü İsrail’in saldırılarına maruz kalmasının. Bu katliamlara karşı bir şey yapamamanın-yapmamanın vicdani azabını yüreklerimizin en derin noktasında duyuyoruz. Umarım aklımızı başımıza toplarız fazla zaman geçmeden.
Bu ay Tadımlık Kitaplar’da sırasıyla baskıları 2004-2017-2008 yıllarında yapılmış üç kitabı tanıtmaya çalıştık. Bu kitaplar bizi kendimize, özümüze bir bakış yöneltmeye çağırıyor. Bu bakıştan amaç, her birimizin üzerine düşeni almamız ve hayatımızın kalan kısmını adam gibi düzenlememizdir. Bunu yaptığımız sürece sorumluluklarımızı yerine getirmiş oluruz. Sorumluluklarını hakkıyla yerine getirenlerden olmak dileğiyle buyurun…
Allah’a emanet olunuz.