Bizimle İletişime Geçin

Söyleşi

Taha Kılınç ile Röportaj Okumak, Yazmak, Üslûp, Nasip, Kendi ve Biz Olmak Üzerine

  Doğrudan Kuran’dan alarak ilhamı, asrın idrakine söyletmeye çalışıyoruz İslam’ı. Akif’in ve Asım’ın neslinden Taha Kılınç, 1980 Mersin doğumlu. Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. On bir yaşından itibaren yazıyor. Bir neslin ağabeyi… Akif gibi sözü hakikat… Din nasihattir, diyerek nasihatleşme babından kelam-ı kibar ile insaniyet namına bir nebze dertleştik kendisiyle…    

EKLENDİ

:

Bismillah. Yazmaya çok erken başladığınızı, ilkokul birinci sınıftan itibaren yazdığınızı, beşinci sınıfta kitap çıkarmak istediğinizi babanıza söylediğinizdeyse babanızın sizin hevesinizi kırmamak için “Sen yaz, ben kitabını burada bastırırım” diye sizi sadece siyah beyaz davetiye basan bir matbaaya götürerek yazmaya teşvik ettiğini biliyoruz. Çocuk deyip geçmemiş babanız. Yirmi beş yaşınızdayken de ilk kitabınız, Yeryüzü Mektupları& Şam Kitabı yayınlanıyor. Bir nasipmiş ve siz onu aramışsınız o da sizi bulmuş.  Şu an itibariyle on altı kitabınız var, hepsi birbirinden kıymetli. Şehirler, seferler, portreler, şahsiyetler, okuma tecrübeleri, çocuklar için kitabınız ki siz de çocuk deyip geçmeyen, genç deyince de heyecanlanan bir Müslümansınız. Bereketli bir ömür duasının kabul olmuş hali âdeta.

Estağfurullah. Rabbimiz, hepimizin ömrüne bereketler ihsan etsin. Ailelerimizin tercihleri ve bizimle ilgili yönlendirmeleri, hayat boyunca bütün istikametimizi tayin ediyor çoğu kez. Mesela ben kitap yazmak istediğimi söylediğimde, babam bana ümidimi kıracak şekilde davransaydı, muhtemelen benim serüvenim de bambaşka şekillenirdi. Bu yönden kendilerine minnet borçluyum. Etrafımda beni hep teşvik eden, yüreklendiren, bana ve yaptıklarıma hakkından fazla kıymet veren insanlar buldum. Elhamdülillah. Bu durumu yakinen hissedip yaşadığım için, benden küçüklere ben de bu şekilde davranmaya gayret ediyorum. Fakat gençlere yol gösterirken, onları boş hayallere ve vakit israflarına sevk edecek uçuk nasihatlerden de kaçınmak gerekir diye düşünüyorum. Nasihat vermek bir kul hakkıdır. Onun da yerli yerince kullanılması gerekir. Muhatabımızın kapasitesi, yetenekleri, hayattaki amaçları ve sorumluluklarını dengeleyecek bir yönlendirme gerekiyor. Bunlardan herhangi birisi ıskalandığında, ortaya pek parlak neticeler çıkmıyor maalesef.

  • Biz özellikle edebiyat öğretmenleri olarak sizin tecrübelerinizle yazmak isteyen gençlere nasıl bakmalıyız, nasıl yol göstermeliyiz? Özellikle sosyal medya ile herkesin kolaylıkla yazar, şair olabildiği bu çağda, bu günlerde edebiyatı, kitabı vasatlaştırmış olmaz mıyız? Aslında icracı bir edebiyat memuru olarak sormak istiyorum size. Edebiyat bize ne kadar gerekli? Tuz kadar sevmeli miyiz edebiyatı? Hikâye, şiir, masal… Tercihiniz nedir? Neyi, ne zaman, ne kadar okumalıyız?

Ben, okuma eylemini önemseyen herkesin mutlaka edebî metinleri okuması gerektiğini düşünüyorum. Kendimizi güzel ve net biçimde ifade edebilmemizin tek yolu budur. İç dünyamızda derinleşmek ve çevremizdeki insanlarla iletişimimizi güçlendirmek de, aynı şekilde dilimizi ve beyan yeteneğimizi maharetli kullanmaktan geçer.

Biraz evvel ifade ettiğim gibi, gençlere tavsiyelerimiz her yönden muhatabımıza uygun olmalı. Herkes, ilgilendiği veya kendini yetiştirdiği branşı “dünyanın temeli” ve “olmazsa olmazı” zanneder. Bu, anlaşılabilir bir duygudur ancak zaman zaman yanıltıcı olabilir.

Bazı büyüklerin, gençleri sırf teşvik adına, onların olmadık hayallerini köpürttüklerine şahit oluyorum bazen. Yazı, çok yazmakla ve çok okumakla kemale erer. Ancak bir genci yazıya yönlendirirken, karşılaşabileceği risklerden de haberdar etmek gerekir. Sadece “yaz” demek, hiçbir anlam ifade etmez. Neyi, nasıl yazacağını, yazarak neyi hedeflemesi gerektiğini, insanlarla yazılı iletişim kurmanın faydalarını ve bazen de zararlarını, yazmanın insan nefsine olumlu ve olumsuz katkılarını vs. ona hatırlatmak gerekir. Öbür türlü sadece yazıya yönlendirmek, işte sizin bahsettiğiniz kontrolsüzlüğü beslemek ve yaygınlaştırmak olur.

  • Hasbihal ve hasbelkader kelimeleri… Çok kullandığınızı fark ediyorum. Beni farklı zamanlarda farklı etkileyen kelimeler olur. Eşyalara yüklediğimiz anlamlar kadar eşyalar kıymetlidir. Kelimelere de yüklediğimiz mana veya hissettirdikleri… Ben hasret ve mesud kelimelerini çok anlamlı bulurum. “Sizin en anlamlı kelimeniz nedir?” diye sorsam ne dersiniz?

İzleyicilerden ve dinleyicilerden, “Şu kelimeyi çok sık kullanıyorsunuz” şeklinde geri dönüşler alıyorum hep. Bazılarını rahatsız edici olabilecek şekilde sık kullanıyormuşum hatta. Dikkat etmeye çalışsam da, herhalde şuur altı kendini ele veriyor.

En anlamlı kelimemin ne olduğunu şimdiye kadar hiç düşünmedim doğrusu. Ama şimdi siz sorduğunuzda, aklıma ilk gelen: Nasip… İnsanların diline pelesenk ettikleri şekliyle değil, gerçek anlamıyla. Hayatımızdaki her şeyin özetidir nasip. Gelip düğümlendiği noktadır. Nasip olmadan, dayak bile yenmez.

  • “Kendimizi ve içinde doğduğumuz çevreyi keşfetmek için yapabileceğimiz şeylerden birincisi, sakince ve derince düşünmektir. Bir dağ başında, bir su kenarında, bir mescidin kuytu köşesinde, evimizin gürültüsüz bir anında kendimizle baş başa kalarak tefekküre dalmak… Tabii bu arada, akıllı telefonlarımızdan, sosyal medyadan, oyunlardan ve diğer şeylerden de kısa bir süreliğine ayrılmak… Ciddi bir tefekkür için yarım saatlik sessizlik yetecektir. Yarım saat, hiç bölmeden ve durmadan kendisi hakkında düşünebilen insan, bu tefekkürün sonucunda, yola çıkmaya yetecek enerjiyi ve heyecanı biriktirmiş olur.”

 

“Biz Bize” adlı altmış dört sayfalık cüssesi küçük, derinliği büyük kitabınızdan alıntılanmış bu cümleler. Ben tam benlik diye not yazmışım yanına, Üsküdar’dan Rumelikavağı’ na vapurla seyahat ederken. Akif Emre ağabey gibi Yahya Efendi Dergâhı’nı çok severim ben de. Özellikle orada yazı yazmayı. Rumelikavağı’nda İstanbul’un dört manevi büyüğünden Telli Baba’yı ziyarete giderken vapurda okumak için yanıma almıştım bu kitabı. Kitap, seyahat, yazı, zindelik, kendimizdelik ve kalabalık… 

 

“İnsana ulaşmadan Allah’a nasıl ulaşacaksın?” der Muhammed. İkbal. Sizce ne kadar insan, ne kadar kendi, insanın? Biz Bize ve Baş Başa’ da… Özellikle manevi terbiyemizi bile psikologlardan aldığımız şu zamanda hangisi önce hangisi sonra? Ben mi biz mi ayrıca?

Ben her insanın kendi şahsiyetini oluşturması ve yalnız bile kalsa ayakta durabilecek bir omurga geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Her anlamda… Bu açıdan baktığımızda, şahsiyetli olmak bence bir vazife. Ama İslâm bir cemaat dinidir. Dikkat ederseniz, birçok ibadet ancak belli sayıda insanın bir araya gelmesiyle eda edilebilir. Rabbimiz, bazı zaman ve mekânları diğer insanlarla paylaşmamızı murat etmiş. Günümüzde pompalanan “bireyselcilik” türü akımların, bizim fıtratımıza ters olduğuna inanıyorum. O yüzden, Biz Bize’de de ifade ettiğim gibi: “Şahsiyetli olacağız, ama etrafında olan-bitene hiçbir şekilde müdahale etmeyen bir bireyselciliğin tuzağına da düşmeyeceğiz. Yani: Hem ben hem de biz.”

 

  • Biz Bize’yi okurken sahabenin Asr suresini okuyarak vedalaşması ve sık sık birbirlerine hatırlatması geldi aklıma. Ve özellikle Müslüman’ın dengesini ifade eden hayat, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için. Sizden ilk defa duyduğum bir kelime nasihat/leşme. Evet, din nasihattir. Tecrübe dinlemek de ayrıca yapmamız gerekenler listesinde. Büyüklerinizden, hocalarınızdan dinlediğiniz ve sizi en çok etkileyen nasihat nedir acaba?

Büyüklerimden ve hocalarımdan dinlediğim nasihatler arasında ilk sırayı infak ve paylaşmakla ilgili olanlar alır. Örneğin şu kısacık nasihat, ne derin anlamlar ifade eder: “Hiçbir şeyi yalnız yeme!” İşittiğimden beri yerine getirmeye çalışıyorum. Yediğimiz şeyi, karıncalarla bile olsa, paylaşmak. Zannettiğimizden çok daha mühim bir düstur.

  • Kudüs, Balkanlar, Endülüs, Buhara ve Semerkant, Kahire… Mekke ve Medine… Görülmesi, okunması, bilinmesi, dert edinilmesi gereken yerler… Kudüs’ü, Balkanlar’ı, Mekke ve Medine’yi meşakkatli yollarla çıplak gözlerle görmek nasip oldu. İstanbul’da yaşayıp Medine’de ölmeyi, Kudüs’te dirilmeyi isterim. Size sorsam, dünya hakikatli gurbetken “Sizin olmak ve ölmek istediğiniz mekânlar nerelerdir?” diye, ne dersiniz?

11 yaşımda gurbete çıktığım için, hayatım hep ailemden uzakta ve başka diyarlarda geçti. Sürekli yolculuklar da üstüne eklenince, “Şurada ölmek isterim” gibi bir sabitem de kalmadı. İman ve sâlih amel üzere ölebildikten sonra, son nefesi nerede verdiğimizin bir anlamı yoktur diye düşünüyorum.

  • Ve önderlerimiz? Bizi hayatımızın farklı dönemlerinde çok etkileyen şahsiyetler olmuştur. Elli portre de yazdınız. Sizi en çok etkileyen kimdi?

Eskiden beri, Ömer bin Abdülaziz beni çok etkilemiştir. 40 senelik kısacık hayatına inanılmaz faziletler ve başarılar sığdırmış. Adaletiyle, takvasıyla, siyasî şuuruyla çağlar üstü bir örnek olarak, nesillerimize tanıtmamız gereken bir şahsiyet kendisi. Keza yakın tarihten Ömer Muhtar, Malcolm X ve İmam Abdullah Harun da yine hayranlık duyduğum, büyük muhabbet beslediğim simalardır.

  • “Üslub-u beyan ayniyle insan.” Üslubu olmayan kitapların da okunmadığını ifade ediyorsunuz sık sık. Peki, nasıl bir üslup?

Nasıl bir üslup? Muhatabımızı rencide etmeyecek bir üslup. İnsanlara hakikati anlatıyorsak, onları vicdanlarıyla baş başa bırakarak kendi kararlarını serbestçe vermelerini sağlayacak bir üslup… Konuşma biçimimizden, bize bu güzelliği kazandıran hakikate insanları davet edecek bir üslup… Velhasıl, Allah ve Rasulü’ne bizi mahcup etmeyecek, nezih ve latif bir üslup…

 

  • Seyahat ile oruç birbirine benzermiş. İkisinin yorgunluğu da olgunlaştıran bir yorgunlukmuş. Zahmet olmadan rahmet olmaz, denir zaten. Size sevimli gelen amelleri sorsam bu defa, ne dersiniz?

Doğrusu, bu da daha önce üzerinde hiç düşünmediğim bir konu. Ama şimdi siz sorunca aklıma ilk gelen şey seyahat oldu. Bütün yoruculuğuna, zahmetine ve çilesine rağmen, yeryüzünde hareket halinde olmak gibisi yok.

  • Vaktin kölesi değil, efendisi olmak gerekliliği ile iki senedir WhatsApp kullanmadığınızı biliyoruz. Sosyal medya duyarlılığından bahsediyorsunuz farklı mecralarda. Özellikle de aile olmanın, neslimize örnek olmanın yapılması gereken en önemli iş olduğunu vurguluyorsunuz. Sosyal medyasız olur mu? Çökmez miyiz acaba?

Epey yoğun çalıştığım için, hayatımdan bazı şeyleri mecburen çıkardım. WhatsApp’ı silmem ve Twitter hesabımı kapatmam bu kabilden. Bir tercih yapmam gerekiyordu: Planladığım şeylere vakit ayırmak mı, yoksa “sosyalleşme” adına gerekli-gereksiz konuşmalara dalmak mı? Birincisini tercih ettim. Twitter’dan 2017’de, WhatsApp’tan da 2019’da ayrıldım. 16 kitabımdan 9’unu Twitter’ı kapattıktan sonra yazdım.

Tüm bunları söylerken elbette “asosyal olalım, kendi dünyamıza kapanalım” demiyorum. Fakat vaktimizi kaliteli biçimde değerlendirmek mecburiyetimiz var. Sabun köpüğü misali geçici gündemler, ömürlerimizin bereketsizleşmesine yol açıyor maalesef.

  • İlim bir nokta idi. Sorular da öyle sanırım. Bir konuşup bin dinlemek şiarımızdır. Gençlerimiz için tavsiyelerinizi dinliyor, okuyoruz. Bir neslin ağabeyi olarak anılacaksınız siz de. Şu an aklınıza gelen son bir tavsiyeniz var mı?

Vakte riayet, namazlara riayet, sözlere riayet. Önce kendime, sonra bütün okurlarımıza bunları hatırlatıyorum. Vakit, namaz ve söz olmadan olmaz.

  • Bismillah’ la başlar, elhamdülillah ile devam ederiz. “Bir kez Allah dese aşk ile lisan.” Lisanınızın son sözü nedir?

Ben de elhamdülillah diyorum.

  • Allah razı olsun. Hayra ve rahmete vesile olsun kelamınız. Kaleme and ile… Dua ile… Elhamdülillah.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar