Tanrı ile Sohbet1 filminde geçen konferansta bir kadın kalkar ve bir soru sorar: “Tanrı’nın bize bir mesajı olsa, hepimiz için çok önemli tek bir mesaj gönderse ve bu tek bir satır olsa, sizce bu ne olurdu?” Cevap çok enteresan: “Bunu dört kelimeye sığdırabilirim: Hepiniz beni yanlış anladınız!” Bu diyaloğu izlediğimde kafamda şimşekler çakmıştı. Uzun süre kafamı meşgul etmişti bu diyalog. Söylenen söz doğruydu. İnsanlık tarihi canlanmıştı gözümde. Dinler, ideolojiler, savaşlar, sapmalar, kaoslar, bunalımlar… Tek yanlış, cevap cümlesinde genelleme olmasıydı. Acaba bütün insanlar Tanrı’yı yanlış mı anlamıştı?
Son Kitap’ta “insanların çoğu” ifadesi geçer: “İnsanların çoğuna uyan, sapıtır. (Enam 116) / Allah’ın mucize yaratabileceğini çoğu bilmez. (Enam 37) / Rızkı Allah’ın verdiğini çoğu bilmez. (Sebe 36) / Çoğu fasıktır. (Maide 49, 81, Tevbe 8, Hadid 16, 27) / Çoğu müşriktir. (Rum 42) / Çoğu inkârcıdır. (İsra 89) / Çoğu gâfildir. (Yunus 92) / Çoğu şükretmez. (Bakara 243, Yunus 60, Yusuf 38) / Çoğu zanna uyar. (Yunus 36) / Çoğu nankördür. (Furkan 50) / Çoğu yalancıdır. (Şuara 223) / Çoğu haktan hoşlanmaz. (Zuhruf 78) / Çoğu Kur’an’dan yüz çevirdi/çevirir. (Fussilet 4)…”
Her şeyi yaratan ve her şeye bir düzen veren Tanrı, doğru anlaşılmak için de gereğini yapmıştı. Kitaplar, Sayfalar göndermişti. İzah etmesi için genellikle kavminin içinden Peygamberler seçmişti. Ve anlamaları için insana akıl vermişti. Buna rağmen insanların çoğu neden acaba Tanrıyı yanlış anlar? Cevap yine son kitaptan gelir: “… nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. (Şems 8)”
İmtihan geniş ve çetrefilli bir kavram. Bu kavramı anlayıp kavramak zor. Bazıları “imtihan edileceksek neden bize sorulmadı?” der, bazıları “Tanrı evreni yarattı neden müdahil değil?” diye düşünür, bazıları imtihanı inkâr eder, bazıları da imtihanı kabul eder ama sırrına yabancı kalır.
“İmtihan bize sorulmadı?” diyenlere Yaratan, A’raf 172-173 ile cevap verir: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden (sırtlarından) zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”
Müdahil değil diyenlere aslında Rabbin her an müdahale halinde olduğunu söylemek gerekir. “Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’ndan ister (O’na muhtaçtır). O her an yaratma halindedir.” Rahman29 / “İnsan başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” (Kıyamet 36)
Allah, koyduğu kanunlarla (sünnetullah) temel anlamda müdahildir, sapmaların olmaması için çizgiler belirlemiştir. Zaten ikide bir (sürekli) açıktan/görünür müdahil olmak, imtihanın kendisine de ters. Ki Yaratan’ın en büyük isimlerinden biri Es- Sabur’dur (Çok sabırlı olan, günahkârları cezalandırma konusunda acele etmeyip lütfuyla muamele eden).
İnsan, Yaratan’ı dinlemeyip nefsine ve kendisine düşman olan Şeytan’a kulak verdiğinde Tanrıyı anlamaz. Bazen nefsini ilah edinir, bazen atalarının yanlış dini üzerine hareket eder. Bazen görmediğime inanmam der, bazen menfaati için doğruları satar/saklar. Bu yanlış tutumların hepsine Son Kitap’ta makul cevaplar verilir. İnkâr büyük sapmadır, ifrat ve tefrit sapmaların yol ayrımıdır. Bunlardan sakınmak için denge (din), açık bir şekilde anlatılmıştır. Dini Yaratan’a has kılmak, Yaratan’ı doğru anlamanın temelidir. Kişilere veya topluluklara göre din olmaz.
1 Tanrı ile Sohbet filmi: Yönetmen Stephen Deutsch’ın 2006 yılında vizyona giren filmi.
Önceki kavimlerin çoğu hakikati (Tanrı Söylemini) kabul etmedikleri için helak oldular. Helak olma nedenleri inkâr değil zulümdü. Yahudiler daha peygamberleri aralarındayken buzağıya taptılar. “Tanrı cimri” dediler. “Dünyanın efendileriyiz” diye düşündüler. Çarpıldılar (şekilleri değiştirildi), lanetlendiler, dünyada öldürülüp diriltildiler… Hıristiyanlar kendisine mucize (olağanüstü olay) verilen Mesih’i ilah edindiler. Din adamları kendi sözlerini Tanrı sözü diye piyasaya sundu. Kitapları/bilgiyi toplayıp insanları/insanlığı karanlığa sürüklediler. Sonra bu yozlaşmış dinlerin mahallinde ideolojiler ortaya çıktı. Hakikate uzak olanlar bu dinleri gerçek/doğru sanıp dine karşı topyekûn savaş açtı. Bazı aydınlar(!) “Madde her şey” dedi, bazıları “Din afyon” diye konuştu, diğer bazıları da(!) “Tanrı öldü” diye bağırdı…
Müslümanlar daha ilk yıllarda ifrat-tefrite yeltendi. Sonraları bu ifrat tefrit çizgisi kalınlaştı. Mezhepler, tarikatlar, cemaatler din olarak algılandı. Din şekillere hapsedildi. Dinin özü/ruhu donduruldu zamana ve mekâna göre. Ve eski dönemlerde dondurulan din her zamana uygulanmaya çalışıldı. İçtihat yapacak alim pek yetişmedi, yetişenler de cesur davranamadı; kuytu köşelerde veya kendi fil dişi kulelerinde tozlandılar. Kolaylaştırmak ve müjdelemek esasken zorlaştırıldı. Dinin hepsinden sorumluyduk ama tedricilik ihmal edildi. Oysa Kur’an 23 yılda inmişti ve birçok emir, yasak Medine Döneminde uygulanmıştı.
Kur’an’ın birçok yerinde (93 yerde) “salah” (iyi, hayırlı iş ve davranış) kavramı geçer. Biz bu kavramı daralttık, kalıplaştırdık… Yani velhasıl Tanrı’yı yanlış anlamak için çok şeyi yaptık. Dini Allah’a has kılıp onu bilme, ona inanma ve onunla amel etme ümidiyle…